Esasen bu tehdidin altında, esnek çalışma öngören bir iş yasasını hayata geçirmek istemeleri yatıyor. 15 Mart'ta yürürlüğe girecek İş Güvencesi ile birlikte, işverenlere sonsuz keyfiyet sağlayan İş Yasası tasarısını da Meclis'ten geçirmek istiyorlar. İş Yasası Tasarısı'ndaki bazı hükümler, örneğin ödünç iş ilişkisi vb. hayata geçecek olursa çalışanların birer makine gibi, istendiğinde kullanılabilmesi, "gerekmedikçe depoda bekletilmesi" mümkün olacak.
Temel insan haklarına da aykırı
Bir işçinin deyimiyle, bu tasarıda öyle düzenlemeler var ki işçiler adeta araba tamircilerinin birbirinden tornavida istemesi gibi işletmeler arasında değiş tokuş edilebilecek. Ayrıca çalışma saatleri, kıdem tazminatı, özel istihdam büroları gibi konulardaki düzenlemeler kazanılmış hakları ortadan kaldırmanın ötesinde temel insan haklarını da ihlal eder nitelikte.
İşçilerin böyle bir tasarıyı kabul etmesi beklenemez. Nitekim bu konudaki itirazlar epey bir süredir dile getiriliyor.
Bu tartışmalar sürerken Çalışma Bakanı'nın toplantıya çağırdığı konfederasyon başkanları yeni bir plan üzerinde anlaştı. Kamuoyuna yapılan açıklamaya göre İş Güvencesi 15 Mart'ta yürürlüğe girecek; taraflar iş yasası konusunda görüşmek üzere bir araya gelecekler, burada karşılıklı olarak çekinceler dile getirilecek; 15 Ocak'tan itibaren de 2821 ve 2822 sayılı yasalardaki değişiklikler görüşülmeye başlanacak.
Bilindiği gibi 2821 Sayılı Sendikalar Yasası ve 2822 Sayılı Grev, Lokavt ve Toplu İş Sözleşmesi Yasası sendikaların asıl eleştirdikleri ve değişmesini istedikleri yasalar.
Az zamanda çok iş yapılabilir mi?
Anlaşmaya göre 15 Şubat'a kadar bu üç yasada bir uzlaşma sağlanırsa değişiklikler bir paket halinde hükümete sunulacak; uzlaşma sağlanamazsa top hükümete geçecek ve hükümet istediği değişiklikleri gerçekleştirecek.
Görüşme takviminin bir aya sıkıştırılması daha işin başında önemli bir eksiklik olarak göze çarpıyor. Bu bir ayda tarafların bir uzlaşmaya varması da mümkün görünmüyor. Çünkü öncelikle 1475 Sayılı İş Yasası'nda işverenlerin taleplerinden geri adım atmayacakları biliniyor. Dolayısıyla bu konuda karşılıklı pozisyonlar korunacak gibi görünüyor. Yine de bu konudaki tartışmalar işçi sınıfına mal edilebilirse, emekçiler açısından yasanın sakıncaları açık biçimde dile getirilebilirse bu bir bilinç kazanımı olarak görülebilir.
Öte yandan asıl gümbürtünün diğer iki yasada kopması kaçınılmaz görünüyor. Çünkü bu konudaki taraflar sadece işçiler ve işverenler değil; işçi konfederasyonları arasında da henüz bir anlaşma yok. Örneğin Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu'nun (Türk-İş) yıllardan beri yüzde 10 işkolu barajını savunduğu biliniyor. Yine çeşitli kurullarda "en büyük işçi konfederasyonuna" tanınan ayrıcalıktan Türk-İş'in vazgeçmesi de beklenmiyor.
Türk-İş Uluslar arası Çalışma Örgütü (ILO) Genel Kurulu'ndan asgari ücret tespit komisyonuna, Sosyal Sigortalar Kurumu (SSK) Yönetim Kurulu'ndan Milli Prodüktivite Merkezi'ne kadar pek çok kurulda işçiler adına tek başına yer almanın avantajını yitirmek istemiyor.
Yine sendikal üyelikte noter şartının kaldırılması, toplu iş sözleşmesi yetki işleminin sadeleştirilmesi ve referandumun esas alınması gibi konularda işçi konfederasyonlarının açık bir ortak tutumu da bulunmuyor. Bu durum hükümet ve işverenler tarafından da istismar ediliyor; "Siz aranızda anlaşırsanız biz de kabul ederiz" diyorlar.
Oysa bu konuların önemli bir bölümünün anlaşmaya bağlı olmaksızın değiştirilmesi gerekiyor. Örgütlenme ve toplu pazarlık hakkını açıkça ihlal eden barajlar, noter şartı, yetki işlemi ve grev yasakları Türkiye'nin onayladığı ILO Sözleşmeleri ile çelişiyor. Bu nedenle Türkiye ILO raporlarında kınanmaya devam ediyor. Ayrıca AB İlerleme Raporları'nda da benzer eleştiriler dile getiriliyor. Bu nedenle hükümetin bu konularda bir uzlaşma aramaksızın adım atması gerekiyor.
Ancak şurası açık ki örgütlenme ve toplu pazarlık hakkının eksiksiz yaşama geçirilmesi, bunun için çalışma yasalarında kapsamlı bir demokratikleşme, arkasındaki sınıfsal talebin gücüne bağlıdır. Sadece masada pazarlık yetmez, güçlü bir sınıfsal iradenin de ortaya konması zorunludur. Eğer bu dönem esas olarak bu iradenin yaratılması için değerlendirilemez ise kimse bir uzlaşma beklememelidir.
Diğer yandan bir başka konu toplu pazarlık düzeyi ile ilgilidir. Türkiye'deki toplu pazarlık sadece işletmelerle sınırlıdır. Birden fazla işletmenin bir araya gelerek grup toplu iş sözleşmesi imzalaması bunu değiştirmez. İşyeri odaklı toplu pazarlık Türkiye'deki sendikal örgütlenme ve işleyişi belirleyen temel faktörlerin başında gelmektedir. Sendikal örgütlenme üye odaklıdır; daha doğrusu üye ile sınırlıdır.
Sınıfın örgütlü direnişi şart
Üyeler ise hem genel olarak işçi sınıfı içerisinde hem de tek tek işletmelerde sadece bir kesim işçiyi ifade etmektedir. Örneğin işletmelerde oransal olarak giderek genişleyen "beyaz yakalı çalışanlar" ve "taşeron işçileri" sendikal örgütlenme kapsamında hala temel bir hedef olarak görülmemektedir çünkü bunu teşvik eden bir toplu pazarlık düzeyi yoktur.
İşçi sınıfının bütün bileşenlerini, işkolu ve ülke düzeyinde sendikal mücadeleyle organik olarak ilişkiye geçirecek bir toplu pazarlık sistemine ihtiyaç vardır. Sendikal hareketin sınıfsal-toplumsal bir hareket olarak geliştiği ve güç kazandığı bütün ülkelerde toplu pazarlık sistemi çok düzeylidir.
Ülkede asgari normlar (asgari ücret, çalışma saatleri, izinler vb) ulusal toplu pazarlıkla belirlenir. İşkollarında işkolu sözleşmeleri yapılır ve o işkolundaki bütün işçiler yapılan sözleşmenin hükümlerinden yararlanır; bu nedenle işkolunun bütün işçileri, ister beyaz yakalı ister taşeron işçisi, kendi yaşamıyla sendikal mücadele arasında ilinti kurar ve gözünü sendikalara çevirir. Bu örgütlenme temelini de geliştirir.
Tabii ki, işkolu sözleşmeleri işletmelerdeki toplu sözleşmeler için genel çerçeve oluşturur ve işletme düzeyinde daha ileri haklar elde edilebilir.
Bu üç düzeyli toplu pazarlık sistemi üzerinde çalışılması gereken bir konudur. Avrupa'da bu üçlü sistem hem tek tek ülkelerde hem de AB düzeyinde geçerlidir. Elbette orada da sorunlar vardır ama çok düzeyli sistem korunmaktadır.
Çalışma yasalarının tartışmaya açıldığı bugünlerde kapsamlı bir demokratikleşme, bu konudaki tartışmaların işçi sınıfına yayılması, ve sınıfsal iradenin geliştirilmesini gerektirmektedir. Yasa tartışması buna hizmet ederse kazanım getirecektir.(NK/BB)
* www.sendika.org adresinden alınan yazıdaki vurgu ve ara başlıklar Bianet'e aittir.