“Bağırsam neye yarar, nasılsa duymazlar…Ben bir kömür ocağının onulmaz göçüğüyüm…İçimde cesetler ve daha ölmemişler var…” (Metin Altıok)
Bir kez daha ama bir kez daha ilk sözcüğü bulup devamı gelecekmiş gibi üç noktayı koyabilmek ne zormuş.
Kayıpların ortasındayız.
Ne yana dönsek ne yana çevirsek bakışlarımızı yitirilmiş, kaybedilmiş, hayattan çekilmiş, görmediğimiz, adlarını, özlemlerini, düşlerini, rüyalarını, umutlarını, sevgilerini, yoksulluklarını bilmediğimiz ama gözyaşı döktüğümüz ama yasını tuttuğumuz kararmış yüzler gidiyor. İşte bir kez daha sessizliğe bürünen Allah’ın bakışları arasında.
Hem de tek tek değil onlarca, yüzlerce. Sayının ne önemi var ki. Birken birçok oluverdiler.
Dün olduğu gibi bugün de gidiyorlar işte. Belki yarın da gidecekler. Çünkü sessizliğe bürünen Allah’ın bakışları arasında nasıl gittilerse ve gidiyorlarsa o yoksul battaniyelere sarılı bedenler, bizim bakışlarımızın sessizliği de vardır o gitmelerde... Çünkü biz o battaniyelere sarılı bedenlerin yasını dün tutmadık.
Yasını tutanların seslerini duymadık. Duymadık, duymadık, duymadık ki yasımız birken birçok oluverdi. Yaslarımız çoğaldıkça biz eksiliverdik.
Keşke duyabilseydik o sesleri. Keşke yasları yaslarımızdır diyebilseydik. Keşke anlatabilseydik tüm bunları. Keşke anlayabilecek yaşta olsaydık her şeyin büyük bir hızla yok olduğu bu zamanın en amansız en insafsız an’larında.
Şu hayattan çekilen her can bizden, etimizden toprağa düşen birer sözcüktür. Yitirilecek sözcücüğümüz kalmadığında o vakit biz de yok olmuş olacağız.
Hayat bize acı da olsa hep aynı şeyleri anlatıyor. Filmler gibi.
Hani bazı an'lar vardır "yaşamlar mı filmleri oluşturur, yoksa filmler mi yaşamaları belirler?" diye sorar bizlere.
Sevgili Elif Akgül, Manisa’nın Soma ilçesindeki maden faciasının ardından “Maden filmi 36 yıldır vizyonda” başlıklı Bianet’teki yazısında "Maden filmi 36 yıllık bir film. 36 yıldır her izlenildiğinde aynı cümleleri kuruyor, aynı şeyleri anlatıyor. Ne acıdır ki film güncelliğini bir türlü yitiremiyor." demişti ve "Belki de bu yüzden, 36 yıldır anlamadığımızı, öğrenemediğimizi, ders alamadığımızı yeniden öğrenmek adına tekrardan izlenmesi gereken bir film." diyerek hatırlatmıştı bizlere.
Manisa’nın Soma ilçesindeki maden faciasında yaşamını yitiren yüzlerce insanın acısı bize ikisinin de birbirini belirlediğini bir kez daha hatırlattı.
Her şey öylesine iç içe, her şey öylesine birbiriyle kaynaşmış ki, bir bakarsınız yaşamlar film, filmler de yaşam olmuş.
Sinema tarihi ikisinin birlikte gittiğini gösteren filmlerle dolu.
Hayat bu ya işte, sinema tarihinin ilk filminin kahramanları da işçilerdir. Lumiere kardeşlerin 1895 yapımı filmi işçileri anlatıyordu. Kırk beş saniyelik sinema tarihinin o ilk filminde fabrikadan kitleler halinde çıkan işçiler anlatılıyordu. Ne gariptir ki sinemanın ilk izleyicileri de daha sonra işçiler ve yoksullar olacaktır.
Lumiere kardeşlerin filmi işçi sınıfını anlatan politik bir film olmasa da kahramanı işçiler olan ilk filmdi. Fabrikadan kitlesel olarak çıkan işçiler gibi sinemada ilk izleyicisi olan işçilere kamerayı çevirecektir.
Akgül'ün yazısında da belirttiği gibi güncelliğini yitirmeyen filmler yaratılacaktır.
Karanlıkta uyananlar
Vedat Türkali’nin senaryosunu yazdığı Ertem Göreç'in yönetmenliğini yaptığı 1964 yapımı 'Karanlıkta Uyananlar' filmi de bunlardan biridir. Filmin başrollerinde Ayla Algan, Beklan Algan, Fikret Hakan, Kenan Pars ve Tülin Elgin vardır.
Film, güneşin doğuşuyla birlikte evlerinden çıkıp fabrikalarda çalışmaya giden insanları anlattığından “Karanlıkta Uyananlar” adını almıştır.
Film bir boya fabrikasında söz verilen zam ve ücretlerin verilmemesi üzerine başlayan işçi grevini ve grevle birlikte işçilerin direnişini anlatır. İşçilerin greve gitme kararı almaları üzerine patron işçilerin arasına "ihbarcı"ları yerleştir.
Patronun oğlu Turgut’un (Fikret Hakan) işçi mahallesindeki arkadaşlarıyla kurmuş olduğu yakın dostluğu babasının ölümünden sonra fabrika başına geçmesiyle bozulur.
Nuri Usta öncülüğünde işçiler sendikalı olmaya ve greve katılmaya ikna edilmeye çalışılır. Ama işçiler işlerini kaybetme korkusuyla sendikaya girmek istemezler.
“Sendikaya girelim de kapı dışarı mı etsinler?” derler.
Nuri Usta işçilere şunları söyler:
"Sendika sensin, sen, ben, o, hepimiz... Şu (elindeki boya kutusunu gösterir) meydana gelir miydi emeğimiz olmadan?.. İşte, bunu yaratan emeğimizin hakkını biz almazsak kim verir bize?
"Neyiniz var kaybedecek?.. Kanun bir hak vermiş size, köpek gibi korkup titreşeceğinize, hele bir sımsıkı tutunun birbirinize, bakın o zaman kimse sizin ekmeğinizle, insanlığınızla oynayabilir mi?..
"Kanun bize diyor ki, işveren size emeğinizin hakkını vermiyorsa çalışmayın, çalıştırmayın fabrikayı da. Ta, hakkınızı alıncaya kadar. İşte grev bu. İyi düşünün."
Üretim ve satış yapamayan fabrikanın elden çıkmasıyla fabrikada direniş başlar. İşçi aileleri, grevdeki yakınlarıyla dayanışma içine girerler. Başka fabrikalardan işçiler de katılır greve.
Grevdeki işçiler ve aileleri hep bir ağızdan, “Biz varız” diye slogan atarlar.
"Karanlıkta Uyananlar" filmi gerek sendikalaşma ve grev hakkından söz etmesi, gerekse kapitalist sistemin sömürüsü karşısında ezilen emekçi halkın bilinçlenme sürecini anlatması bakımından Türkiye’de işçi sınıfı üzerine çekilmiş ilk film olma özelliğini taşır.
Çünkü daha önceki filmlerin birçoğu işçi sınıfınını sorunlarını ve sosyo-ekonomik problemleri göz ardı eden, işçilerin yan karakterler ya da yan temalar üzerinden arka fon olarak kullanıldığı melodramatik filmlerdir. Bu bakımdan Türkali ve Göreç'in birlikte yarattıkları film kendisinden sonra gelecek filmleri de etkileyecektir.
Son söz ve son cümle olarak; bildik yaşanmışlıklardan bildik cümleler kurarkan Manisa'nın Soma ilçesindeki iş cinayetinde resmi rakamlara göre 284 işçi yaşamını yitirmişti! Ama unutmadan ama hatırlayarak biliyoruz ki yalan atmak ve öldürmek devletin "fıtratı"nda vardır.
Dünya sinemasından birkaç film;
Strike (Sergei M. Eisenstein / 1924), Potemkin Zırhlısı (Sergei M. Eisenstein / 1925), October (Sergei M. Eisenstein / 1927), Kuhle Wampe (Slatan Dudow / 1932), Borinage (Joris Ivens / 1934), Gazap Üzümleri (John Ford / 1940), Dilenci (Pier Paolo Pasolini / 1961) İşçi Sınıfı Cennete Gider(Elio Petri / 1971), Herşey Yolunda (Jean-Luc Godard / 1972), Constanin (Costa Gavras / 1972), Spokój (Krzysztof Kieslowski / 1976), Harlan County (Barbara Kopple / 1976), İşte Özgür Dünya (Ken Loach /2007)
Türkiye sinemasından birkaç film;
Kırık Çanaklar(Memdüh Ün / 1961), Otobüs Yolcuları (Ertem Göreç / 1961), Bitmeyen Yol (Duygu Sağıroğlu / 1965), Endişe (Yılmaz Güney-Şerif Gören / 1971), Maden (Yavuz Özkan / 1978) Demiryolu (Yavuz Özkan / 1979) (KT/NV)
* Yazının başlığı İtalyan yönetmen Elio Petri'nin 1971 yapımı Altın Palmiye ödüllü "İşçi Sınıfı Cennete Gider" filminden.