Bugün en önemli meselemiz toplum sağlığı, yani hayatta kalabilmemiz. Bunun için çaba gösterirken salgın sürecinde ve sonrasında yaşanacak değişimlere ilişkin kafa yormadan da yapamıyor insan. Herkesin farklı açılardan dile getirdiği bir husus, bu pandemi sonrası yaşamlarımızın oldukça değişeceği ve aynı zamanda siyasi ve ekonomik yönetim biçimlerinin de eskisi gibi olmayacağı.
İçinde bulunduğumuz sürecin uzun dönemli ve sarsıcı etkileri olacağı ve varolan eşitsizlikleri daha da derinleştireceği de tartışılan konular arasında.
Biz iktisatçıyız; o nedenle aklımız iktisadi analizlere kayıyor daha çok. Salgının ekonomik etkilerine dair analizler ve alınan ekonomik tedbirlere baktığımızda, iktisadın öznesini hatırlamaya ihtiyacımız olduğunu söylemek mümkün.
Bizce, iktisadın öznesi piyasalar değil insanlardır. İktisat, insan yaşamının iyileştirilmesini sağlamak için vardır. Bu nedenle de, piyasa ile sınırlı iktisadi yaklaşımların bugünü anlamamızda yeterli olmayacağı açıktır.
Şimdi, odağına tüm eksik ve yanlışları açığa çıkan devlet-piyasa-tüketici ilişkisini alan yaklaşımların ötesine bakmanın tam zamanı.
Piyasalar kendi kurallarını koyan ve kendi başlarına hareket eden varlıklar değildir. Piyasaların otomatik olarak çalışan sistemi sonucunda kaçınılmaz olarak yaratılan zenginler ve yoksullar yoktur: tüm eşitsizlikleri, ezen-ezilenleri insanlar arası güç ilişkileri yaratır.
Piyasa kurallarını koyanlar da, ekonomik sistemleri ve ekonomik ilişkileri yaratanlar da insanlardır. O nedenle, sonda söyleyeceğimizi belki başta söylemekte yarar var: Aşağıda konu edeceğimiz eşitsizlikler insan aklı ve eliyle yaratıldı, yaratılıyor; ortadan kaldırılması da insan aklı ve eliyle olur.
Biz bu yazıda önlem paketleri ya da onları eleştiren ve talepler sunan çalışmalarda gözden kaçtığını düşündüğümüz iki alana ışık tutmak istedik.
İlki, değişimin toplumsal cinsiyet açısından değerlendirilmesi. Yine de bu değerlendirme toplumsal cinsiyet merceği ile bakılacak her alanı kapsayacak anlamına gelmiyor. Örneğin, ev içi şiddetle ilgili son derece değerli yazılar çıktı. Biz daha çok ev içi işyükünün artışı ve paylaşımı üzerinde duracağız.
İkinci olarak da, işsizlikteki artış ve kayıt dışı istihdamdaki düşüş ile üretimin düştüğü ve daha da düşmesi beklenen sektörlerde kadın/erkek işsizliğindeki muhtemel değişimi değerlendireceğiz.
Tabii ki, bu yazı çerçevesinde değerlendiremediğimiz, eşitsizliklerin derinleşmesinden olumsuz etkilenen mülteciler, cezaevindekiler, LGBTİ+ bireyler gibi daha birçok kesim mevcut.
Üretim durma noktasında, kadınlar fazla mesaide
Biliyoruz ki, insan yaşamını iyileştiren ve güzelleştiren şeyler sadece satın aldığımız mal ve hizmetlerden ibaret değil. Evlerin içi yaşamın sürekli yeniden üretildiği mikro ekonomiler.
Ezici çoğunluğunu kadınların omuzladığı işler, yaşamımızı sürdürebilmemiz için gereken en vazgeçilmez öğeleri oluşturuyor.
Eve kapandığımız bu günlerde rutin ev işleri ve evde yürütülen bakım hizmetlerinin üzerine, dışarıdaki işlerin de eve taşınmasıyla ev içi işlerin yükü katlanarak ağırlaştı.
Tüm ailenin evde bir arada kalmasının getirdiği yükün ötesinde, bir de bu süreçte ev işlerinin normal zamanlara göre daha özen ve titizlik gerektirdiği açık.
Eve gelen alışveriş paketlerinin açılmasından, hastaların bakımına, ev halkının giysilerini sık sık yıkamaktan çocukların artan taleplerini karşılamaya kadar uzanan bir liste mevcut. Bu gereksinmeler de kadınların iş yükünü önemli ölçüde artırmakta.
Piyasa odaklı iktisadi yaklaşımlar genellikle ev içi işlerin “evde boş oturan” kadınların emeğiyle rahatlıkla karşılanacağını varsayar. Hem de ev içi emeği öyle günde 8 saat falan değil, sınırsız olarak yararlanabilecek bir emek türü olarak görür.
Ekonomilerin bir “ani durma” yaşadığı söyleniyor. Evet bazı üretim alanları durma noktasında, ama kapandığımız evlerde tam kapasite üretim söz konusu.
Teknik deyimiyle piyasa üretiminde atıl kapasite hızla artarken, ev üretiminde kadınlar fazla mesaide.
Ekonomiyi canlandırmaya yönelik tüm ekonomik paketler ve talepler, ya üretimi durma noktasına gelen işletmeleri kurtarmaya, ya da tüketimi teşvik etmeye yönelik. Fazla mesaidekiler bu yükü daha ne kadar kaldırabilir diye soran ise ufukta görünmüyor henüz.
Salgın öncesi dönemde, Türkiye’de kadınlar ortalama olarak ev işi ve ev halkı bakımına günde yaklaşık dört saat ayırıyordu. Erkekler ise bir saat civarında. Yani kadınlar erkeklerin 4 katı iş yapıyordu evlerde.
Küçük çocuklu ailelerde bu fark günde altı saatin üzerine çıkıyordu. Şu anki salgın sonucunda ev içi iş yükünde ne düzeyde artış yaşandığını tahmin etmek elbette çok zor; ancak, daha önce benzer ekonomik değişimlerin yaşandığı ve geçimin zorlaştığı durumlarda neler olduğunu biliyoruz. Örneğin, 2009 ekonomik krizinde, Türkiye'de artan işsizlikle birlikte kadınların toplam iş yükündeki artış oranı, erkeklere kıyasla 5 kat daha yüksekti[1]. Önceki kriz deneyimleri, bu tür dönemlerde eşitsizliklerin daha geniş kitlelere yayıldığını ve derinleştiğini gösteriyor.
Salgınla birlikte yaşadıklarımız, hepimize ev içi işlerin hayatımız için ne denli önemli ve yaşamsal olduğunu katastrofik bir biçimde gösterdi. Evde kal günleri, ev halkına ister istemez birbirinin yaptığı işleri gözlemleme olanağı da yarattı. Bu gözlemler ev halkı arasında işlerin bölüşümü konusunda eşitlik ve adalet üzerine bir tartışma açar mı ve bu tartışma dönüştürücü olur mu tahmin etmek güç. Şu anda bu durum daha çok mizahın konusu olmakta.
İşsizler ve kayıt dışı çalışanlar
Salgının yavaşlatılmasına yönelik önlemlerin ekonomik etkilerine dair Erol Taymaz tarafından yapılan ayrıntılı bir çalışma[2], salgın nedeniyle istihdam talebindeki düşüşün 5,3 milyon ile 8 milyon kişi arasında olacağını öngörüyor. Bu talep düşüşü doğrudan işsiz sayısındaki artışa karşılık gelmeyebilir elbette; işten çıkarılanların bir bölümü kriz ortamında iş bulma umutları düşük olduğu için iş aramaktan vaz geçerlerse, iktisadi açıdan işsiz sayılmayacaklar.
Ancak bu, insanların işlerini ve dolayısıyla gelirlerini kaybettikleri gerçeğini değiştirmeyecek. Türkiye İstatistik Kurumu’nun Aralık 2019 rakamlarına göre ülkemizde salgın öncesinde 4,3 milyona yakın işsiz olduğunu hatırlarsak, toplam işsiz sayısının 9-10 milyonu bulacağı tahmin ediliyor.
Bu kişilerin bakmakla yükümlü olduğu aile fertleri de hesaba katıldığında ülke nüfusunun neredeyse yarısının ciddi bir yoksulluk tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu söyleyebiliriz.
Elbette açıklanan “Ekonomik İstikrar Kalkanı” Paketi’nin bu duruma bir nebze çare olacağını iddia etmek mümkün. Fakat Paket daha çok işverenleri kurtarmaya yönelik önlemlerden oluşuyor. Ve doğrudan işsiz kalması olası kesimlere yönelik tedbirlerin, örneğin Kısa Çalışma Ödeneği’nin, destek miktarları az iken şartları oldukça kısıtlayıcı[3].
Dolayısıyla, bu paketin özellikle en zor durumdaki işçileri, yani uzun süredir işsiz olan veya yeni işe girmiş olup işini kaybedecekler ile bu dönemde ilk işini aramaya başlayan kişileri göz ardı ettiğini söyleyebiliriz.
Paketin göz ardı ettiği kesimlerden bir diğeri ise kayıt dışı çalışanlar. SGK’nın 2018 tahminlerine göre Türkiye’deki tarım-dışı istihdamın yüzde 22,3’ü, yani 5 milyondan fazla işçi sosyal güvencesi olmadan, kayıt dışı olarak çalışıyor.
Diğer bir deyişle 5 milyon kişi ve aileleri, ne Kısa Çalışma Ödeneği’nden faydalanabilir, ne de işsizlik ödeneği alabilirler. Eğer hal-i hazırda yoksulluk yardımı almıyorlarsa Paket’te bulunan 1000 liralık yoksulluk yardımından da faydalanamayacaklar.
Peki bu kesimin içinden geçmekte olduğumuz krizden ne kadar etkileneceğini tahmin etmemiz mümkün mü? İlk olarak kayıt dışı çalışmanın yoğun olduğu firmaların, yapıları gereği bu tip daralmalardan en çok etkilenen küçük ve orta ölçekli firmalar olduğunu göz önünde bulundurursak etkinin büyük olacağını kolayca söyleyebiliriz.
Daha ayrıntılı bir cevap için yukarıda bahsettiğimiz, Erol Taymaz’ın konuya ilişkin çalışmasını kullanabiliriz. Taymaz’a göre en çok etkilenecek üç sektör şunlar: konaklama ve yiyecek, perakende ticaret, ve tekstil, giyim eşyası.
Bu sektörler için 2018 kayıt dışı istihdam oranlarını kullanarak yaptığımız kaba bir hesap şunu gösteriyor: Sadece bu üç sektörden 650 bin kayıtsız işçi işlerini kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya.
Bu üçü dışındaki tüm diğer sektörlerden de 700 binin üzerinde kayıt dışı çalışan işçinin işsiz kalacağını söylemek mümkün. Yani gerek yatırımlarda oluşacak düşüşü, gerekse de ihracattaki azalmayı göz önünde bulundurmayan bir alt sınır üzerinden yaptığımız bu nispeten iyimser[4] tahmine göre 1 milyon 350 bin civarı kayıt dışı çalışan bu süreçte işsiz kalacaklar.
Son olarak, işsiz kalacakların kaçı kadın diye merak ettiğimizde en çok etkilenecek sektörlerin tarım-dışı kadın istihdamının neredeyse dörtte birini oluşturan sektörler olduğu gerçeğiyle karşılaşıyoruz.
Örneğin, yukarıda ismini verdiğimiz üç sektörde kadın istihdam oranı yüzde 25 ile yüzde 45 aralığında. İşverenlerin işçileri işten çıkarırken ayrıca bir ayrımcılık yapmayacaklarını ve bu oranlara uygun davranacaklarını farz etsek bile, sadece bu üç sektörde 190 bini kayıt dışı olmak üzere 700 bin civarı kadının işlerini kaybedeceğini söyleyebiliriz.
Hayatımız tepetaklak olmuş durumda. Gelecek de hiç iyi görünmüyor. Diğer yandan karamsarlığa kapılma zamanı da değil tabii. Başta söylediğimiz gibi, her türlü eşitsizlik insan aklı ve eliyle yaratıldı, yaratılıyor; ortadan kaldırılması da insan aklı ve eliyle olacak.
Bu salgın sürecinde de, sonrasında da hayatlarımızı yeniden düzenlemek için verdiğimiz mücadele daha dayanışmacı ve eşitlikçi bir topluma doğru evrilme yolunda olacaksa, evin içinde ve dışında her türlü eşitsizlik, ayrımcılık ve sömürüyü deşifre ederek başlayabiliriz işe. (EM/MK/ŞÖ/APA)
[1] Bahçe ve Memiş (2013), “Türkiye’de 2008-09 İktisadi Krizin Çalışma Süreleri Üzerine Etkisi”, Feminist Economics, 19 (2).
[2] Kullandığımız rakamlar Bilim Akademisi ve ODTÜ İktisat Bölümü üyesi Erol Taymaz tarafından ilk sonuçları Covid-19 tedbirlerinin ekonomik etkileri ve politika önerileri çalışmasından. Taymaz'a sonuçları bizimle paylaştığı için teşekkür ediyoruz.
[3] Aralık 2019 verilerine göre işsizlerin sadece yüzde 13’ü işsizlik ödeneğinden yararlanmakta. Yeni işsiz kalacak olanlar için de benzer bir oran geçerli olacaktır. Diğer yandan, Kısa Çalışma Ödeneği ise şartları esnetilmiş olsa da yararlanacak kişilerin ödeneğin başlayacağı tarihten önceki 60 gün boyunca çalışıyor olmalarını ve son üç yıl içinde 450 gün işsizlik sigortası primi ödemiş olmalarını gerektiriyor. Ayrıntılar için DİSK-AR’ın Covid-19 ile Mücadele ve İşsizlik Sigortası Fonu Raporu incelenebilir.
[4] Bu tahmin şu açıdan iyimser: Taymaz’ın alt sınır olarak bulduğu 5,3 milyonluk istihdam azalışı tahmini Türkiye’nin ihracat talebindeki olası düşüşü ve yatırımlarda olacak düşüşü göz önüne almıyor. Ayrıca, yukarıda bahsettiğimiz üç sektör dışında kalan tüm sektörler için en düşük kayıt dışı oranına sahip sanayi sektörünün yüzde 20 olan kayıt dışılık oranını uygulayarak bu rakamı elde ediyoruz.