* Sofya'da bir "Çingene mahallesi", 1915 civarı
Balkan Savaşları ve Cumhuriyet’in ilk yıllarının ardından mütemadi sınır hareketliliğin yanında üç büyük dalga halinde gerçekleşen Bulgaristan Türklerinin Türkiye’ye göçünün 1969 ve 1989’dan önceki ilk ayağı 1950-1951 yıllarında yaşanmış, bu yıllarda 154.393 şahıs ülkeye alınıp iskân edilmişti.[1] Sol-sağ ideolojik ayrımının –örneğin milliyetçilik özelinde– muğlaklığını henüz koruduğu ama Soğuk Savaş’la birlikte antikomünist propagandanın giderek şiddetlendiği 1950’lerin başında Komünist Partisi idaresindeki Bulgaristan Halk Cumhuriyeti ile yaşanan bu göç dalgası diplomatik bir krize sebep olmuş, iki devlet arasındaki tarihsel olarak değişken ilişkileri[2] olabildiğince husumet yönüne çevirmiştir.
1944 darbesinin ardından 1946’da referandumla krallığı geride bırakarak halk cumhuriyetine dönüşen Bulgaristan’da 1950’de başa gelen, “ağır bir baskı, Bulgaristan’ın sosyalist olmayan dünyadan tecridi ve ekonomi ile Bulgar hayatının daha pek çok veçhesinin Sovyetleştirilmesi”yle[3] nitelenen Çervenkov iktidarı 10 Ağustos 1950’de Türkiye’ye bir nota verdi. Bu notada Bulgaristan göç etmek isteyen Türklerin sayısının 250 binden fazla olduğu belirtiliyordu. Gerçekten de Türk azınlığı, Bulgaristan Halk Cumhuriyeti’nin etnik ve dinsel azınlıklara uyguladığı baskıların giderek artması neticesinde 1947-1948 yıllarında köy köy dilekçe hazırlayarak Bulgaristan’daki Türk makamlarına göç arzularını iletmeye, Bulgar hükümeti de rejim değişikliğinden beri ilk defa Türklere pasaport temin etmekte daha fazla kolaylık göstermeye başlamıştı.[4] Ancak Bulgaristan bu muamelelerin Türk hükümeti tarafından propaganda malzemesi olarak kullanıldığını ve Türk yetkililerinin vize vermekte güçlük çıkardığını öne sürerek “Türk hükümetinin Bulgaristan’daki Türk azınlığı ve Türk milleti nezdinde yaratmak istediği husumeti protesto” etti ve Türkiye’yi sadece üç ay içerisinde 250 bin Bulgaristan Türkünü ülkeye kabul etmekle yükümlü kıldı.[5]
Yoğun, hazırlıksız ve Türkiye devletince tehcir addedilen[6] bir göç akını başlatan bu notayı, Bulgaristan’ın göçü durdurduğu 30 Kasım 1951’e kadar her biri giderek daha saldırganlaşan, koşulları ve suçlamaları reddeden bir düzine kadar daha karşılıklı sözlü ve yazılı nota izledi. Dahası Türk hükümeti, Bulgar göçmenleri arasında vizesiz yahut sahte vizeli şahısların ve Romanların[7] yer alması sebebiyle, 7 Ekim 1950 ve 8 Kasım 1951 tarihlerinde olmak üzere iki defa Bulgaristan sınırını kapadı.
Genel olarak Bulgaristan-Türkiye ilişkileri ve Türk göçleri, özel olarak da 1950-1951 göç dalgası hakkındaki mevcut akademik yayınlar ya bu sınır krizini geçiştirmekte yahut da dönemin resmi ve toplumsal söylemlerini tekrar ve hatta tasdik etmekten ibaret kalmaktadır.[8] Oysa dönemin gazetelerinde Bulgaristan’dan gelen Romanlar meselesi sıklıkla haber olmuş, köşe yazılarına konu edilmiş, daha önemlisi antikomünizm, milliyetçilik ve “Çingene karşıtlığı”nın (antiziganism) bir araya gelip pekiştirildiği bir odak noktası halini almıştır. Meclis tartışmalarında da gündeme gelen bu mevzunun dönemin ziyadesiyle ve alenen Çingene karşıtı olan mevzuatından ziyade antikomünist kuşkuculuğa yaslanması ise bilhassa dikkat çekicidir ve hem devletin hem de toplumun Romanlara yönelik yaygın ayrımcı ve dışlayıcı tutumuna ayna tutmaktadır.
“Bir takım gizli maksatlar” ve “vazifeli ajanlar”
Bayram zamanı Romanya Tulcea'da "Türk Çingeneler", 1912 civarı |
İlk Bulgar notasının hemen ardından, daha herhangi bir sınır krizi yaşanmadan evvel gazeteci ve Demokrat Parti Ankara milletvekili Mümtaz Faik Fenik, hükümetin de korkularına tercüman olarak şu satırları yazar:
“Bulgaristan bu hareketi ile insan hakları beyannamesini tamamiyle ihlâl etmekte ve Türklere zulüm yapmaktadır. Bu hususta üç nokta hatıra gelebilir: 1- Bulgaristan bu tehcire, ya Türkleri tasfiye için başvurmuştur ki, bu düpe düz bir ırkçılıktır. Ve Hitlerin takip ettiği ‘Rasizm’in komünist sisteminde bir tezahürüdür. 2- Bu hareketle, Türklerden bir intikam almak arzusu görülmekte ve bu da şu aralık ayrıca bir siyasî manevra olarak kullanılmaktadır. 3- Veyahut bu 250 bin Bulgar Türkü içinde Türkiyeye geniş ölçüde komünist sokmak arzusunu gütmekte, ve bu arada masum Türkleri de ayrıca çok kuvvetli bir baskı altında bulundurmaktadır.”[9]
Göç hareketinin başlamasının üzerinden henüz bir ay geçmiştir ki, 12 Eylül 1950 tarihli bir Milliyet haberine göre “Bulgar hükûmeti bir kaç gün evvel bir grup çingeneyi vizesiz olarak Türkiyeye göndermek istemiştir. Bunun üzerine alâkalı makamlar göçmen sıfatını taşımalarına rağmen vizesi olmayan bu grubu olduğu gibi Bulgaristana aynı trenle iade etmiştir. Bulgarlar bu defa aynı grupun üstüne bir misli daha ilâve ederek tekrar vizesiz olarak memleketimize sokmak istemişlerse de bu da geri çevrilmiştir.” Hatta “Bulgarların bir takım gizli maksatlarla tuttukları bu yol” Yunanistan’ın Bulgar sınırını ve Simplon (Şark) Ekspresi’ni 24 saatliğine kapamasına yol açar. Aynı gün, Başbakan Adnan Menderes ve İçişleri Bakanı Edirne milletvekili Rükneddin Nasuhioğlu’yla görüşmesinin ardından Edirne Valisi Emin Akıncı, “Memleketimize mültecilerle birlikte muzır unsurların da girmesi pek muhtemeldir. Bunlara karşı en önemli mesele vatandaşlara düşüyor. Vatandaşların gayet uyanık olmaları lâzımdır,” diye beyanat vererek açıkça halkı seferberliğe davet eder.[10] Cumhuriyet gazetesi ise “Göçmenler arasında bir takım vazifeli ajanlar bulunması ihtimali de daima göz önünde tutulmaktadır” diyerek, Edirne’de Bulgaristan’dan gelmiş “700 ü mütecaviz kıpti” bulunduğunu, “esas göçmenevinden 300 metre kadar uzakta bir binada muhafaza altında” tutulduklarını bildirir.[11] Bu arada “hemen hemen ekserisini Bulgar çingenelerinin teşkil ettiği” vizesiz göçmenler sınıra gelmeye devam eder, bir kısmı anında geri gönderilirken iadesi planlanan vizesiz Romanların sayısının 1100’e ulaştığı belirtilir.[12]
Bulgaristan’ın 22 Eylül 1950 tarihli ikinci notası hakkında da bir başyazı kaleme alan Mümtaz Faik Fenik “bir takım iğrenç politika manevraları” olarak nitelediği gelişmelere dair, daha önce dile getirdiği tahminlerini detaylandırır. Fenik’e göre Bulgaristan’ın gayeleri arasında “Bir takım kızıl ajanları da memleketimize sokarak, beşinci kolu faaliyete geçirip, tahrikler yapma”nın yanında “Müstahsil olmıyan bir takım kıptileri, bu arada Türkiye’ye göndererek bizim başımıza belâ etmek” de vardır.[13] Selim Ragıp Emeç de aynı minvalde, “Bulgaristanı terketmek isteyen halis Türk unsurunun içine Bulgarlar tarafından hususî maksatla sokulan bir takım komünist elemanları, fırsattan istifade memleketimize geçirmek istediklerinden emin bulunmaktayız. (...) Rus bolşeviklerinin emrinde oldukları ve memlekete tezyir yaymak için geldikleri şüphe götürmiyen çingenelerle belirsiz kimseleri yüzgeri etmekle çok doğru hareket etmiş bulunuyoruz” diye yazar.[14] Bu arada “Hükûmetimizin Kıpti dâvasındaki azimli hareketi karşısında Bulgarlar, Türk-Bulgar hududunun Kapıkule yakınlarında Bulgar topraklarında derinlemesine olarak binlerce çingene” yığdığı, asıl amaçlananın “umumî bir göçmen akını esnasında, hususî surette yerleştirilmiş olan ve her biri bir Bulgar ajanı bulunan bu çingeneleri göçmenler arasında yurdumuza sokmak” olduğu bildirilir.[15]
6 Ekim 1950’de Bulgaristan’dan gelen trende 97 Roman daha bulunmaktadır. Edirne’deki yetkililer geri göndermeye çalışmışsa da Bulgaristan onları kabul etmemiş, tren Yunanistan’ın Bulgar sınırındaki Dikea istasyonunda gecelemek zorunda kalmıştır. Bu son olayın ardından Türk hükümeti 7 Ekim’de Türkiye-Bulgaristan sınırını kapatma kararı alarak[16] Bulgaristan’a vizesiz şahısları ve Romanları geri almak için 10 Kasım’a kadar mühlet verir,[17] ama bu esnada trenden başka vasıtalarla ve geçerli vizelerle gelen göçmenlerin kabul edileceğini açıklar.[18] Yeni İstanbul gazetesi sınırın kapandığını duyururken Bulgaristan’ı topa tutmaktan, bunu yaparken de Romanları töhmet altında bırakmaktan kaçınmaz:
“250 bin ırkdaşımızın 3 ay gibi pek kısa bir zaman içinde Türkiyeye kabul edilmesini isteyen Bulgar notasının bu çelimsiz Rus peyki devletin hariciyesinden ziyade Kremlin tarafından kaleme alınmış olduğu zaten bilinmekte idi. Vakarlı ve katî bir lisanla yazılmış olan Türk notasının Bulgarlara kâfi bir ders olacağını tahmin eden Türkler son notaya hâkim olan küstahça edaya ve onu takip eden hudut hâdiselerine bakarak dersin yeter derecede tesiri olmadığı kanaatine varmıştır. (...) Bulgarlar (...) mahiyetleri meşkûk çingeneleri vizesiz olarak akın akın Türkiyeye göndermeye devam etmek istemişlerdir. (...) Türk Hükûmeti vize verilmeden şüpheli maksatlarla hudutlarımıza sokulmak istenen haymatlosları katî surette kabul etmemek kararında olduğunu son hudut kapatma kararı ile bir kere daha ispat etmiştir.”[19]
Bulgaristan Ahtopol'de göçebeler, 1949 |
Erken Cumhuriyet nüfus ve iskân politikalarını “Balkanları tükenmez bir Türklük ambarı farzedip kapılarımızı açtık ve gelişi güzel herkesi (Evlâd-ı fâtihan) diye içeri aldık” sözleriyle eleştiren, Avrupa göçmenleri yerine Ortadoğu’daki Türkmenlere yönelinmesi gerektiğini savunan İsmail Hami Danişmend ise sınırın kapatılmasına istinaden “nihayet Bulgar hükûmeti çingene sürülerini bile Türk diye hudutlarımızdan içeri salmıya başlayınca aklımızı biraz başımıza toplar gibi olduk” diyordu.[20]
Türk ve Bulgar yetkilileri sınırın iki aya yakın bir süre boyunca kapalı kalmasının ardından bir anlaşmaya varırlar. Mutabık olunan koşullar, giriş vizesi uygulamalarına ilişkin hükümlerin yanı sıra “Evvelce Bulgaristandan vizesiz gelmiş olup hâlen Edirnede bulunan ve çingene oldukları anlaşılan 67 aileden 360 nüfusu”n geri alınması taahhüdünü de içermektedir.[21] 28 Eylül tarihinde zikredilen 1100 sayısıyla aradaki farkı oluşturan 700’ü aşkın kişinin akıbeti ise meçhuldür.
Türk-Bulgar sınırı 2 Aralık 1950’de açılmış, kriz –şimdilik– çözülmüştür çözülmesine ama, bu sefer de sınırdan alındığı iddia edilen bir haber gazetelere yansır. “Pençe” mahlaslı, kaleminden kesif bir ırkçılık damlayan bir yazarın köşesinde, 1950 Ağustosundan o yana dillerden düşürülmeyen “gizli maksatlar” artık şüpheden ibaret olmayı aşıp bizzat Romanlarda vücut bulmuştur adeta:
“Türkiye hudutları dahilinde [Yaşasın Bulgaristan diye] bağıran insanlar görülmüş ve bunların sözleri memnuniyetle dinlenmiştir. Bağıranlar Bulgar kıptileridir. Bunları memleketlerinden koğmak için bahane arıyan ve muhacirlerin kafile kafile gelmelerinden istifade ederek onların arasına katıp bize gönderen Bulgarlarla bu yüzden aramız açılmıştı. Hududu kapattık. Can sıkacak hâdiseler oldu. Bulgarların münasebetsizlikleri oldu, hattâ, maruf usulleri veçhile, memleketlerinde Moskof çizmelerinin gıcırtısını duydukları için dayılarına güvenerek kafa tutmağa kadar vardılar. Sonra da kıptilerin onlara da şeref vermemesine rağmen tekrar geri almağı kabul ettiler. İhtilaf ta halledildi. İşte bu baş belâları hudutlarımızdan dışarı atılırken böyle bağırmışlar, yaşasın Bulgaristan demişler. Sözde bizi kızdıracak, hiddetlendirecekler. Merak etmesin ve gaydalarını çalarak Bulgar ve Rusları eğlendirmek üzere vatanlarına dönsünler. Bilâkis biz memnun olduk. Çok şükür ki bir Bulgaristan var. Eğer orası da olmasaydı biz böyle soysuzları ne yapardık. Denize atsak köpek balıkları, Afrikada insan yiyen vahşilere hediye etsek onlar bu mendeburları yemezler, kabul etmezlerdi. Evet başımıza belâ olacaklar, kimin nesi olduğu belli olmıyan bir sürü piçle etrafta dolaşacakları için iğrenip duracaktık. Allah onları Bulgaristanlarına bağışlasın başka ne diyelim. Artık Sofya sokaklarında ızgara maşa, köy yollarında elek satar, meydanlarda hampir çeker, Rus neferlerinin fallarına bakar, karşılarında göbek atarlar. Lâyık oldukları da budur. Giderken kendilerine yol azığı olarak verilen peynir ekmek haram olsun nankörlere. Sütü bozuk tâbiri bunlar için sarfedilmez de nerede kullanılır?”[22]
“Kansız bir Kore”nin “Kızıl Uşakları”
"Balkan tipleri"nden Çingeneler, tarihsiz (1918?) Foto: O. Miehlmann |
Bir yandan Kore Savaşı, diğer yandan Bulgaristan göç krizi derken, “komünizm belası” meclis gündemine de sıklıkla gelmiştir. Örneğin, 5 Ocak 1951’de söz alan DP Sinop milletvekili Server Somuncuoğlu, “Bravo” sesleri ve alkışlar arasında şu konuşmayı yapar:
“Bizce Kore’de melânetini yürüten zihniyet, Sofya’yı pençesinde tutarak Türk Milletine kasdî olarak bu hareketi ika etmiştir. (...) Görülüyor ki, Türkiye-Bulgaristan meselesi gibi basit görünen hâdise aslında hiç de bu kadar basit bir mesele değildir. Bu hâdise Türkiye ile Bulgaristan arasında değil, içinde Türkiye’nin de bulunduğu hür milletlerle, demir perde arkasında bulunan kara anlayış arasındadır. (...) bu yeni savaş cephesinde, isterseniz buna kansız bir Kore de diyebiliriz. (...) Türk Milleti huduttan içeriye doğru koşan Türkleri, şahsi duyguları, insanlık anlayışları ve bunların üstünde Millî vazife aşkiyle bağrına basacak ve elinden her gelen yardımı yapacaktır.”[23]
Evvelce, Bulgaristan Türkleri arasında da komünizme bağlı olanlar bulunabileceği hususu da meclise taşınmış, DP Tekirdağ milletvekili Zeki Erataman ilk Bulgar notasından önce 28 Haziran 1950’de “Biz de yabancı ideolojinin kurbanı olan vatandaşların bu memlekete iadesinin esasen taraftarı değiliz” demiş, ama sözlerini “Bu insanlar bugün ya ölmeye yahut da komünist olmaya mahkûmdurlar” diye sürdürerek Türkiye’nin onları ne yapıp edip Bulgaristan’dan kurtarması gerektiğinde ısrarcı olmuştur.[24] Zira hükümetin de teslim ettiği gibi, Lozan’dan sonra “her geçen yıl bizim bu dış Türklere karşı gittikçe alâkalarımız azalmış, git[t]ikçe bir yukarı kızıl canavarın korkusiyle meflûç duruma düşmüş elimizden gelen yardımı gösteremiyecek bir vaziyete getirmiştir. Nüfusumuzun az olduğundan, içtimai kesafetimiz az olduğundan bir ana nüfus dâvasiyle dış Türkleri memleketimize getirmek, modern imkânlar dâhilinde iskâna çalışmak, gayretinde bulunmamız lâzımdı. (...) Bugün dâva gelmiş çatmıştır. (...) bu dâva bugünün env[e]stisman dâvasıdır, millî ithal ve istihsal dâvasıdır, millî kalkınma dâvasıdır.”[25]
Bulgar hükümetinin politikalarını öven İleri Jön Türkler’in faaliyetlerinden hareketle komünizme karşı idam cezası verilmesini savunan DP Tekirdağ milletvekili Şevket Mocan ise 17 Ocak 1951’de “…bu komünizm denilen ihaneti rahim olan, onu boş gören hattâ bitaraf olan; kıpkızıl yılandan daha şâyanı ithamdır, çünkü kızıl yılan ancak hüviyet değiştirerek böyle sinelerde yer bulur ve siner. Her ne olursa olsun mevcudiyetimizi tehdit eden böyle bir boşluk duruyor” diyerek komünizmle uyanık bir biçimde mücadele edilmesi gerektiğinin altını çizer.[26]
Bu esnada göç hareketliliği sürmekte, basın da Çingene düşmanı hezeyanlarını bir müddet dindirmiş görünmektedir. Ancak Ekim 1951’de Bulgaristan’dan alınan haberler yeni bir dalganın başlangıcı olacaktır. Nâzım Hikmet’in “Bulgar hükûmeti tarafından aleyhimizde propaganda yapmak üzere Türk azınlığının kesif olduğu bölgelerde dolaştırıldığı”, mitingler düzenleyerek Türkleri Türkiye’ye göç etmemeleri için ikna etmeye çalıştığı iddia edilir,[27] hatta “Gelen ırkdaşlarımızın anlattıklarına göre, bu iblisi dinleyen ve onu alkışlıyan kendi soyundan olan çingeneler de yok değilmiş”[28] denir. Kasım 1951’de hükümet adına “memleketteki komünizm cereyanları” hakkında uzun uzadıya tafsilat veren Askeri Yargıç Şevki Mutlugil de Bulgaristan göçmenleri meselesine ve Nâzım Hikmet’e değinmeden geçmez:
“En yeni durum şöyledir: Bulgaristan’dan pek çok vatandaşlar yurda gelmiş, bunların arasına dikkatle komünizm esaslarına göre hazırlanmış unsurlar karıştırılmıştır. Diğer taraftan bu hareketin bir politik manevra olarak kullanılması derpiş olunmuştur. Nazım Hikmet’in iltihakı ile yeni birtakım taktiklere şahit olacağız. Bu taktikler Rusya’nın siyasî, stratejik ihtiyacına göre ve mümkün olduğu kadar buradaki eski kodamanların reyi alınarak tayin edilecektir.”[29]
Son olarak 126 kişiden oluşan ve vizelerinin sahte olduğu tespit edilen bir Roman topluluğunun Türkiye’ye gelmesi ve Türk yetkililerinin onları geri gönderme talebinin Bulgaristan tarafından reddedilmesinin ardından sınır,“Kendilerine muhacir süsü veren ve mevcut anlaşmaya muhalif olarak gönderilmekte bulunan bu gibi şahısların memleketimize gelmeğe devam eylemelerine mâni olmak, gelenlerin de geri alınmasını sağlamak için” 8 Kasım 1951’de ikinci kez kapatılır.[30] Aynı sebepten dolayı Yunan hükümeti de Bulgar-Yunan sınırını kapar.[31] Bulgar hükümeti ise Türkiye’nin göçü engellemeye çalıştığını öne sürerek 30 Kasım 1951’de göçü tümüyle durdurur.[32] Bulgaristan’daki Türkler 1968’de imzalanan Bulgaristan-Türkiye yakın akraba göçü anlaşmasının Mayıs 1969’da kanunlaşmasına kadar göçmen olarak Türkiye’ye gelemeyecektir.[33] Bu kanun tasarısının 1968 tarihli gerekçesinde ise, dönemin gazetelerinin dönüp dolaşıp meseleyi Romanlara vardırmasının aksine, 1951’de sınırların sadece “emniyet mülâhazaları” değil, “memleket imkânları” dolayısıyla da kapatıldığı açıkça kabul edilmektedir.[34]
İkinci sınır kapama kararının ardından casusluk iddiaları yine alevlenir. “Diplomat” mahlasını kullanan bir yazar, Milliyet’teki “Siyasî İcmal” başlıklı köşesinde Avrupa’da tarihsel olarak casus damgası yemiş olan Romanlara yüklenir:
“Komşularımızın henüz çergi hayatı yaşıyan ırkdaşlarından bazılarını Türkiyeye göndermek istemeleri yalnız bir muziplik, bayağı bir tuhaflık olarak kabul edilemez. Başka maksatları olduğu muhakkaktır. Çergide yaşıyanların muhtelif san’atleri vardır ve durmadan dolaşmak âdetleridir. Bu sayede çok şey görebilir, çok şey işitebilirler. Muhacir sıfatiyle memlekete gelmiş insanların casus olabileceklerine, ihtimal vermek de biraz zordur. Bulgaristanda bir çok tazyik, zulüm ve mahrumiyete maruz kaldıkları için onlara zaafımız ve sevgimiz fazladır. Bundan istifade ederek memleket dahilinde iş yapmak, iş bulmak bahanesiyle serbest serbest dolaşacak kıpti Bulgarların toplıyacakları haberleri hükûmetlerine göndermekte müşkülâta uğramıyacakları muhakkaktır. Bol bol komünist propagandaları yapmaları da mümkündür. Komşularımızın istedikleri bu olsa gerektir. Başka memleketler istihbarat işleri için dünyalar kadar para sarfederken Bulgarlar akıllarınca muhacir namı altında bir sürü casusu Türkiyeye sokmak, bunların geçim vasıtalarını bize yükletmek, aynı zamanda tehlikesiz bir şekilde işliyebilecek masrafsız bir casus şebekesi tesis eylemek peşindedirler. Ne çare ki biz kıymetsiz Bulgar nümuneleri istemiyoruz ve bunu müteaddit defalar kendilerine söylediğimize göre artık anlamaları lâzım gelmez mi?”[35]
Geniş coğrafyalarda hüküm süren Çingene karşıtlığı, yalnızca bir bölümü göçebe zanaatçılardan oluşan Çingenelerin yüzyıllar boyunca Avrupa’da casuslukla yaftalanmalarına, bu kanaat neticesinde sürgün ve idam edilmelerine yol açmıştır.[36] Hatta 16. yüzyılda topraklarının önemli bir bölümünü Osmanlılara kaybeden Macarlar Çingeneleri “Türk casusları” addetmiş,[37] bir Bulgar yazarı da 1876 isyanını anlattığı eserinde “güçlü sultan hükümeti[nin], casusluk yaptırmak için çıplak ayaklı çingene kadınlarından koca bir çete oluştur[duğunu] ve dilenci görüntüsüyle Bulgar köylerine dağıt[tığını]” ileri sürmüştür.[38] 1950-1951 yıllarında Bulgaristan göçünün gerek hükümet, gerekse basındaki yankılarında bu kalıp yargılar ithal edilip toplum ve kanunlar nezdindeki mevcut dışlamacı tutuma eklemlenmiştir.
Bulgaristan’la bir protokol imzalanana ve bu arada doğumlarla sayıları 132’ye yükselen 126 Romanın geri alınması sağlanana kadar sınırın Türkiye tarafı 20 Şubat 1953’e dek kapalı kalır. İnsanlar tam tamına on altı ay boyunca Edirne’de bir misafirhanede meçhul koşullarda tutulur.[39] Fahri Nevruzoğlu son gelişmeleri sevinç içinde “Bulgarlar nihayet çingenelerine kavuştular” sözleriyle duyurur, üstüne üstlük “bizim kıptilere bir kinimiz, düşmanlığımız yoktu, Bulgar oldukları için vatanlarına, vatandaşları arasına dönmelerini istiyorduk” diyerek de bütün bu süre zarfında yaşananları, yazılıp çizilenleri basite indirger.[40]
Günün gazetelerinde sarf edilen bütün bu sözler bugün irkiltici gelmektedir, dahası nefret suçu sayılmalıdır. Oysa o dönemde norm teşkil etmekteydiler, hem de sadece kültürel değil, hukuki anlamda da. Kimi Osmanlı’dan miras alınarak 1926’dan itibaren çıkarılmış olan kanunlar meşruiyetlerini kültürel önyargılardan alarak ayrımcılığın yasal zeminini tesis etmiştir. Bu nedenle söz konusu yasal çerçeveyi gözden geçirmek faydalı olacaktır.
Merî kavanin-i dahiliye
Selanik'te Çingeneler, tarihsiz |
İlk Bulgar notası yasal dayanağını 18 Ekim 1925’te Bulgaristan Krallığı ile imzalanan Türkiye ile Bulgaristan Beyninde Münakit İkamet Mukavelenamesi’nden alıyordu. Zira bu anlaşmanın birinci ve ikinci maddeleri uyarınca “Tarafeyni âkideynden her birinin tebaası diğer tarafın arazisinde ikamet ve meks eylemek hakkını haiz olacaklar ve binaenaleyh memlekette merî kavanin ve nizamata tevkifan serbestçe gelebilecekler ve seyrisefer edebileceklerdir. Tarafeyni âkideyn Bulgaristan Türklerinin ve Türkiye Bulgarlarının ihtiyarî hicretlerine bir güna mania ika edilmemesini kabul eylerler.” Bulgar notalarında Türkiye’nin hazırlıksız ve kontrolsüz göçmen akınına karşı çıkmasının ve bilhassa da kimi şahısları ülkeye kabul etmemesinin bu anlaşmaya aykırı olduğu üzerinde ısrar edilmişse de, aslında aynı anlaşmanın dördüncü maddesi “gerek bir hükm-ü kanunî üzerine, gerek zabıta-i ahlâkiye, zabıta-i sıhhiye veya teseül [dilencilik] hakkındaki kavanin ve nizamata tevkifan ve gerek devletin emniyet-i dahiliye ve hariciyesine müteallik esbabdan dolayı ferden tatbik olunacak tedabir”i diğer tarafın kabul etmesine hükmettiği için Türk hükümetinin anlaşmaya aykırı davrandığı söylenemez.[41] Çünkü dönemin dahili kanunlarında Romanlar başka hiçbir Türkiye halkına yapılmadığı gibi ismen zikredilmektedir ve ülkeye kabul edilmemeleri için yasal zemin fazlasıyla hazırdır.
Cumhuriyet’in 1 Temmuz 1926 tarihli ve 885 sayılı ilk İskân Kanunu’na göre “Türk harsına dahil olmıyanlarla sirayet devrindeki firengililer, cüzzama müptelâ eşhas ve aileleri, ceraim-i siyasiye ve askeriye müstesna olmak üzere cinayetle mahkûm olanlar, anarşistler, casuslar, çingeneler ve memleket haricine çıkarılmış olanlar kabul edilmezler.”[42] Romanlar arasında yerleşik-göçebe, Müslüman-Hıristiyan ayrımı gözetmeyen kanunun –en azından– bu maddesi, anlaşılan, 15 Ocak 1918’de sunulan ve fahişe, kumarbaz, dilenci, anarşist ve casuslar ile Çingenelerin ülkeye muhacir olarak kabul edilmesini yasaklayan bir hüküm de içeren Aşair ve Muhacirin Kanunu taslağına dayanmaktadır.[43] “Türk tâbiiyetinde bulunan çingeneler münasip mahalde ikamet ettirileceği gibi ecnebi tâbiiyetinde bulunanlar da hudut dışarısına çıkarılırlar” maddesini de barındıran 1926 İskân Kanunu mecliste tartışılırken, Burdur mebusu Hüseyin Baki Bey “…daha altı ay evvel ecnebi tâbiiyetinde olan çingeneler biliyorum, Türk tâbiiyetine geçiyoruz diye nüfusa kaydolundular, şuraya buraya iskân olundular. Fakat bunlar yine eski melanetlerinde devam ediyorlar. Bunlara bir müddet verilsin. Yani bunlar ne vakitten itibaren Türk tâbiiyetine girmiş olarak kabul olunacaktır?” diyerek Türkiyeli Romanların da sınır dışı edilmesi gerektiğini savunur, ama bu çıkışı karşılığını bulmaz ve madde aynen kabul edilir.[44]
İlkinin yerini alan 14 Haziran 1934 tarihli ve 2510 sayılı İskân Kanunu ise Türkiye’ye muhacir olarak kabul edilmeyecek şahısları “Türk kültürüne bağlı olmayanlar, anarşistler, casuslar, göçebe çingeneler, memleket dışına çıkarılmış olanlar” olarak sıralar.[45] “Millî bünyemizi korumağa, sağlamlaştırmağa mütecanisleştirmeğe ve millî harsımıza ve muasır medeniyete daha ziyade intibakları matlup olan nüfus kütleleri üzerinde müsmir bir surette Devlet eli ile işlemeğe Türk nüfusunu kemiyet ve keyfiyetçe inkişaflandırmağa müteveccih bir nüfus siyaseti” gütmek gayesiyle çıkarılan kanunun tasarısında hükümet hiçbir Çingenenin kabul edilmemesini de teklif etmiştir. Lakin “Balkanlarda ve hususile Bulgaristanda yaşayan Müslüman Çingeneler vardır. Bunlar Türkçeden başka dil bilmezler. Bulgarlar ise Çingenelere siyasî hak vermek istemediklerinden pek çok Çingene olmayanlara da bu adı takarak siyasî haktan mahrum bırakmışlardır. Bulgaristanda Çingene denilen bu çalışkan insanlar, hayvancılık, ziraat ve ziraat sanatleri işlerinde çok ileridirler. Bu güne kadar bin bir işkence gördükleri halde Türklüklerini bırakmamışlar ve onunla iftihar etmişlerdir. Bunlardan oturucu olanların alınması ve yalnız gezginci olanların alınmaması daha yararlı görülmüştür.”[46] Kanunun dokuzuncu maddesine göre “Türkiye tabiiyetinde bulunan gezginci çingeneler” kasaba ve köylere serpiştirilecek, “ecnebi tebaası gezginci çingeneler”in sınır dışı edilmesinde Dahiliye Vekili yetkili olacaktı.[47] Böylece hem tabiiyet hem de gezgin olup olmama bakımından ayrıma gidilmiş, yerleşik hayat süren Romanlar nispeten‘makbul’ addedilmişti.
Ancak yalnızca bir yıl sonra kanunun dokuzuncu maddesi değiştirilmiş ve Dahiliye Vekilliği tüm “ecnebi tebaası çingenelerin” sınır dışı edilmesine yetkili kılınarak hem kanun metni kendi içinde tutarsız hale gelmiş, hem de uygulamada yerleşik-gezgin ayrımının ortadan kalkmasının önü açılmıştı.[48] 29 Haziran 1938 tarihli ve 3529 sayılı Ecnebilerin Türkiyede İkamet ve Seyahatleri Hakkında Kanun da “Tabiiyetsiz ve ecnebi Devlet tebaası olan çingenelerin” sınır dışı edilmesini öngörmüş,[49] kanun Temmuz 1950’de yeniden düzenlenirken bu madde olduğu gibi korunmuştu.[50] İlk defa 28 Haziran 1938’de çıkarılıp[51] yine Bulgaristan göçünün başladığı 1950 yılının Temmuz’unda yenilenen Pasaport Kanunu ise vizesiz göçmenlerin kabulünü imkânsız kılmanın yanında, “Türkiye Cümhuriyetinin emniyetini ve umumî nizamını bozmak niyetile veya bozmak isteyenlere ve bozanlara iştirak ve yardım etmek maksadile geldiği sezilenler”i “Türkiye’ye girmeleri memnu kimseler”den saymak yönünde, son derece muğlak ve yoruma açık bir hüküm içermekteydi.[52]
Soğuk Savaş diplomasisinin bir örneği olarak tarihe geçen 1950-1951 göçünde olan, mallarını mülklerini bırakarak Türkiye’ye göç etmeye mecbur kalan Bulgaristan Türklerinin yanı sıra oradan oraya savrulan, diğer göçmenlerle aynı misafirhanede bile tutulmayan, dört koldan yasal ayrımcılıkla kuşatılmış bini aşkın Romana oldu.[53] Dönemin Türk hükümeti Bulgaristan’la diplomatik ağız dalaşına girmek yerine pekâlâ “merî kavanin-i dahiliye”yi açıkça öne sürebilir; gazeteler “muzır unsurlar”, “vazifeli ajanlar”, “mahiyetleri meşkûk çingeneler”, “haymatloslar”, “soysuzlar”, “sütü bozuk”, “kıymetsiz Bulgar nümuneleri” gibi ırkçı ve hamasi ifadelere başvurmak yerine yasal çerçeveye sığınabilirdi.
Daha da önemlisi, 1934 İskân Kanunu’nun doğrudan Romanları hedef gösteren maddelerini değiştirmek için yapılan 1993’te verilen kanun teklifi Demirel hükümeti tarafından “diğer milletlerden Çingenelerin yurdumuza göçmen olarak alınabileceği konusunda kamuoyu oluşturabilecek ve sınırlarımızda göç tazyiğine yol açacak” diye reddedilmiş,[54] bu maddeler ancak 2006 yılında çıkarılan yeni kanunla kaldırılmıştır.[55] Yabancıların Türkiye’de İkamet ve Seyahatleri Hakkındaki Kanun ise sadece dört yıl önce, 2011’de yapılan değişikliklerle ‘Çingene hükümleri’nden arındırılmıştır.[56] Yürürlükte kaldıkları onyıllar boyunca fiiliyata geçirilmediği düşünülen[57] bu kanun maddeleri 1950-1951 göçü sırasında diplomatik notalar ve hükümet beyanatlarında da, gazete haberlerinde de alenen zikredilmemiş, ama son kertede zımnen tatbik alanı bulmuştur. (PT/NV)
Gazetelerde ÇingenelerTürkiyeye Girmek İsteyen Çingeneler [Adana] Güney komşularımızın uyruğunda bulunan bazı Çingenelerin pasaport almak suretiyle hudutlarımıza girdikleri görüşmüştür. Alâkalılar bu hususta tedbir alarak, bu gibileri hudut dışına çıkarmaktadırlar. Milliyet, 12 Kasım 1951 27 Yunan Kıptisi Hudut Dışı Ediliyor Bir müddet önce gizlice memleketimize giren Kıptiler Bursada muhtelif yerlere yerleşmişler. 27 kıpti bugün sınır dışı edilecektir. Bunlar hakkında 6 ay evvel, uygunsuz hareketlerinden ötürü, Vekiller Heyetince sınır dışı edilme kararı verilmiş ve karar infaz olunmuştur. Ancak bu kıptilerin gizlice Türk-Yunan hududunu geçerek tekrar memleketimize girdikleri ve Bursa’da yerleştikleri tesbit edilmiştir. Zabıtaca Bursa’da ikamet ettikleri mınt[ı]kalardan birer ikişer toplanmak suretiyle şehrimize getirilen kıptiler hakkındaki gerekli muamele dün akşam Emniyet Müdürlüğünün alâkalı şubesince ikmal edilmiştir. 27 kıpti bugün Edirneye sevkedilerek hudud dışı edileceklerdir. Milliyet, 17 Şubat 1956 Yugoslav Göçmenleri Sıkı Kontrol Edilecek Göçmen adı altında Çingene ve Boşnakların girmesine mâni olunacak. Dahiliye Vekâleti, bugün verdiği bir emirle, Yugoslavya’dan memleketimize gelen göçmenleri çok sıkı bir tahdide tâbi tutmuştur. Aynı emir Üsküp Başkonsolosluğuna da gönderilmiştir. Bu emrin yapılmasına sebep, göçmen adı altında, memleketimize gelen şahısların aslen Çingene, Boşnak ve Arnavut olmalarıdır. Yanlış beyan verenlere ayrıca cezalar verilecektir. Milliyet, 8 Kasım 1956 25 Kıpti Hudut Dışı Edildi Bir kaç ay önce İrandan memleketimize gelen ve Taşlıtarla mevkiine yerleştirilen 80 göçmenden yedisi erkek, sekizi kadın ve onu çocuk olmak üzere 25 kişilik bir kafile, dün akşam hudut harici edilmek üzere İstanbuldan uzaklaştırılmışlardır. İlgililerden aldığımız bilgiye göre aslen çingene olan bu grup, İranda yankesicilik ve hırsızlık suçlarından birçok sâbıkaya sahip bulunmaktadırlar. Bunlar, hakiki hüviyetlerini saklamak maksadiyle memleketimize sahte isimlerle girmişlerse de, durum zabıtaca kısa zamanda tesbit olunmuş ve şehrimizde de bir takım kirli ve şüpheli işlere teşebbüs ettikleri anlaşılınca haklarında hudut dışı edilmeleri kararı verilmiştir. Milliyet, 15 Şubat 1957 On Kişilik Bir Çingene Ailesi Yurt Dışı Edildi Bir müddet önce İran’dan şehrimize gelmiş olan on kişilik bir çingene ailesi, zâbıta refakatinde dün akşam Suriye’ye müteveccihen yola çıkarılmışlardır. Bâzı uygunsuzlukları görülen bu aile hakkında Vekiller Heyeti, hudut dışı edilme kararı vermiştir. Milliyet, 28 Mayıs 1957 16 Iraklı Kıptî Dün Yurt Dışı Edildi 16 Iraklı kıptî dün gece hudut dışı edilmişlerdir. Bir kaç ay evvel Türkiye’ye gelen bu kıptilerin muhtelif yerlerde yankesicilik, tırnakçılık, hırsızlık gibi suçlardan sâbıkaları bulunduğu ve memleketimizde de bu çeşit faaliyetler gösterebilmek için fırsat kolladıkları tesbit edilmiştir. Türkiye’de kalmaları mahzurlu görülen bu kimseler hakkında Bakanlar Kurulu “Yurt dışı edilme” kararı vermiştir. İran, İrak ve Suriye’den geldikleri tesbit edilen ve memleketlerine gönderilmeleri kararlaştırılan 14 kıptî daha zâbıtaca aranmaktadır. Milliyet, 23 Ocak 1958 İranlı 150 Turist Kıpti Kovuluyor Haramidere’de, 37 çadırda kalan 150 kadar İranlı turist kıpti, “tırnakçılık” yaptıklarından sınır dışı edilecektir. Cumhuriyet, 8 Kasım 1966 |
* Bu yazı Toplumsal Tarih dergisinin ağustos 260. sayısında yayımlandı. Bu ayın dosya konusu "Romanlar, Sınırlar ve Göçebelik." Aynı zamanda dergide Malta Coğraftasında Osmanlı Etkileri, Hisar Vapuru Faciası ve Kabotajı Yeniden Düşünmek, Matematiğin Tarihsel Dinamikleri başlıklı yazılar da yer alıyor.
[1] Bilâl N. Şimşir, Bulgaristan Türkleri (Ankara: Bilgi Yayınevi, 2012 [1986]), s. 246.
[2] Örn. bkz. Mary Neuburger, The Orient within: Muslim Minorities and the Negotiation of Nationhood in Modern Bulgaria (Ithaca: Cornell University Press, 2004); Rossitsa Gradeva, “Turks in the Eighteenth-Century Bulgarian Literature: Historical Roots of Present-Day Attitudes in Bulgaria”, The European Legacy 1/2 (1996): 421-426; Ömer Turan, The Turkish Minority in Bulgaria (1878-1908) (Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1998); Dilek Barlas ve Yonca Köksal, “Turkey’s Foreign Policy towards Bulgaria and the Turkish Minority (1923-1934)”, Southeast European and Black Sea Studies 14/2 (2014): 175-193.
[3] R.J. Crampton, A Short History of Modern Bulgaria (Cambridge ve New York: Cambridge University Press, 1987), s. 173.
[4] Şimşir, age, s. 232-236.
[5] 24 Ağustos 1950 tarihli Ulus gazetesinden akt. Özgür, “Bulgaristan Türkleri”, s. 44-45.
[6] Örneğin, dönemin Cumhurbaşkanı Celâl Bayar 1 Kasım 1950’deki birinci meclis toplantısını açış söylevinde, “maalesef”, “Allah kahretsin”, “sebep olanlar kahrolsun” sesleri arasında şu sözleri sarf eder: “Bulgaristan’la dürüst komşuluk münasebetleri idamesi hususunda sarfettiğimiz devamlı gayretlerin, karşılık görmediğini müşahade etmekle elem duymaktayız. Bu memleket, mevcut anlaşma hükmünü hiçe sayarak kısa bir zamanda, ‘250’ bin soydaşımızı tehcire teşebbüs eserken milletlerarası hukuk kaidelerine ve insanlık prensiplerine aykırı harekette bulunmaktadır.” TBMM Tutanak Dergisi, Dönem IX, Cilt 2, Toplantı 1, Birleşim 1 (1.XI.1950), s. 13.
[7] Bulgaristan Romanlarının adını Türkçe “yerli” kelimesinden alan Yerlii grubuna dahil Xoraxane Romanlar, “Türk/Müslüman Çingeneler” (Turski Tsigani) olarak da anılmakta ve günümüzde tamamı Müslüman olmamakla birlikte Türkçe (de) konuşmakta ve Türk kimliğine aidiyet sergilemektedirler. (Elena Marushiakova, “Ethnic Identity among Gypsy Groups in Bulgaria”, Journal of the Gypsy Lore Society Beşinci Seri 2/2 [1992]: 95-115; Carol Silverman, “Bulgarian Gypsies: Adaptation in a Socialist Context”, Nomadic Peoples 22/22 [Aralık 1986]: s. 52; Yaron Matras, Romani: A Linguistic Introduction (Cambridge ve New York: Cambridge University Press, 2002), s. 6. Dilbilimci Yaron Matras, Xoraxane’nin Romanes dilinin kimi türevlerinde “yabancı” anlamında kullanılan xoraxaj’dan geldiğini, bu kelimenin de Karahanlıların ismine dayandığını belirtmektedir: Yaron Matras, Romani in Britain: The Afterlife of a Language (Edinburgh: Edinburgh University Press, 2010), s. 39. Ayrıca Türkçe konuşan Müslüman Romanlar “Millet” olarak da adlandırılmaktadır. (Aydan Yumerov, “Tarihi ve Sosyo-Kültürel Açıdan Bulgaristan Müslümanları: Asenovgrad Şehri Örneği”, yayınlanmamış yüksek lisans tezi, Selçuk Üniversitesi, 2010, s. 23.)
[8] Örneğin Şimşir, age; Ali Eminov, Turkish and Other Muslim Minorities of Bulgaria (Londra: C. Hurst & Co., 1997); Ulvi Özgür, “Bulgaristan Türkleri’nin 1950-1951 Yıllarında Türkiye’ye Göçleri”, yayınlanmamış yüksek lisans tezi, İstanbul Üniversitesi, 2007; Huey Louis Kostanick, Turkish Resettlement of Bulgarian Turks, 1950-1953 (Berkeley ve Los Angeles: University of California Press, 1957); Halil Şimşek ve Fulya Arslan, “Yeni Edirne Gazetesi’ne Göre Bulgaristan’dan Türkiye’ye Göçler 1950-1951”, Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı 10/13 (Güz 2012): 105-126; Mithat Atabay, “Çingene Sorunu ve 1950-1951 Yıllarında Bulgaristan’dan Çanakkale’ye Göçler”, Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı 10/13 (Güz 2012): 59-72; Filiz Çolak, “Bulgaristan Türklerinin Türkiye’ye Göç Hareketi (1950-1951)”, Tarih Okulu XIV (İlkbahar-Yaz 2013): 113-145.
[9] Mümtaz Faik Fenik, “Bulgaristandaki Türklerin Tehciri”, Zafer, 12 Ağustos 1950.
[10] “Tehcir Talebinden Sonra Bulgaristan Hudutta Hâdiseler Çıkarıyor”, Milliyet, 12 Eylül 1950.
[11] “Bulgaristan’dan Göçmen Akını Devam Ediyor”, Cumhuriyet, 13 Eylül 1950.
[12] “Yabancı Çevrelere Göre Bulgarlar Yeni Bir Nota Verecekmiş!”, Milliyet, 18 Eylül 1950; “Göçmenler Mes’elesi”, Zafer, 27 Eylül 1950; “Göçmen Akını Hızlandı”, Milliyet, 28 Eylül 1950.
[13] Mümtaz Faik Fenik, “Bulgarların Yeni Bir Küstahlığı”, Zafer, 24 Eylül 1950. “Müstahsil olmıyan” nitelendirmesiyle Romanlar hakkındaki kalıp yargıların burada antikomünizm hizmetine koşulması kayda değer.
[14] Selim Ragıp Emeç’in Son Posta’daki yazısından akt. Zafer, 25 Eylül 1950.
[15] “Bulgaristandan Göç Akını Devam Ediyor”, Milliyet, 27 Eylül 1950.
[16] “Vizesiz Gönderilen Göçmenler Geri Alınıncaya Kadar Hükûmet, Türk-Bulgar Hududunu Dün Kapattı”, Yeni İstanbul, 8 Ekim 1950.
[17] “Bulgar Notasındaki Mühlet Bugün Bitiyor: Hükûmetimiz Hududu Açmamak Kararında...”, Milliyet, 10 Kasım 1950.
[18] “Bulgaristandan Gelen Göçmenler”, Akşam, 10 Ekim 1950.
[19] “Göçmen Mevzuunda Dışişleri Bakanının Beyanatı: Türk Aslından Olmıyanlar Yurdumuza Giremiyecek”, Yeni İstanbul, 9 Ekim 1950.
[20] İsmail Hami Danişmend, “Evlâd-ı Fatihan Riyaseti”, Milliyet, 26 Ekim 1950.
[21] “Türk-Bulgar Hududu Açıldı”, Milliyet, 3 Aralık 1950.
[22] Pençe, “Yaşasın Bulgaristan Öyle mi?”, Milliyet, 6 Aralık 1950.
[23] TBMM Tutanak Dergisi, Dönem IX, Cilt 4, Toplantı 1, Birleşim 26 (5.I.1951), s. 56.
[24] TBMM Tutanak Dergisi, Dönem IX, Cilt 1, Toplantı Olğ., Birleşim 14 (28.VI.1950), s. 283.
[25] DP Seyhan milletvekili Cezmi Türk. TBMM Tutanak Dergisi, Dönem IX, Cilt 3, Toplantı 1, Birleşim 24 (27.XII.1950), s. 345.
[26] TBMM Tutanak Dergisi, Dönem IX, Cilt 4, Toplantı 1, Birleşim 31 (17.I.1951), s. 230.
[27] “Nazım Hikmetin Yeni Marifetleri”, Milliyet, 10 Ekim 1951.
[28] Orhan Özkırım, “Son Sille”, Milliyet, 1 Kasım 1951.
[29] TBMM Tutanak Dergisi, Dönem IX, Cilt 10, Toplantı 2, Birleşim 6 (19.XI.1951), s. 27-28.
[30] “Bulgaristan Hududunun Kapatılması”, Milliyet, 10 Kasım 1951.
[31] “Türkiye - Bulgar Hududu Kapatıldı”, Milliyet, 9 Kasım 1951.
[32] Şimşir, age, s. 245.
[33] “Türkiye Cumhuriyeti ile Bulgaristan Halk Cumhuriyeti Arasında Yakın Akrabaları 1952 Yılına Kadar Türkiye’ye Göç Etmiş Olan Türk Asıllı Bulgar Vatandaşlarının Bulgaristan Halk Cumhuriyetinden Türkiye Cumhuriyetine Göç Etmeleri Hakkında Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun,” sayı 1180, 13 Mayıs 1969. Resmî Gazete, sayı 13210, 30 Mayıs 1969.
[34] Millet Meclisi Tutanak Dergisi, Dönem 2, Cilt 35, Toplantı 4, Birleşim 65 (17.3.1969): “Türkiye Cumhuriyeti ile Bulgaristan Halk Cumhuriyeti Arasında Yakın Akrabaları 1952 Yılına Kadar Türkiye’ye Göç Etmiş Olan Türk Asıllı Bulgar Vatandaşlarının Bulgaristan Halk Cumhuriyetinden Türkiye Cumhuriyetine Göç Etmeleri Hakkında Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri ve Plân Komisyonları Raporları”, sıra no. 822, s. 1.
[35] Diplomat, “Bulgarlar Bir Casus Şebekesi Kurmak İstiyorlar”, Milliyet, 12 Kasım 1951.
[36] Örn. bkz. George Soulis, “The Gypsies in the Byzantine Empire and the Balkans in the Late Middle Ages”, Dumbarton Oaks Papers 15 (1961): 154; Angus Fraser, The Gypsies (Malden, MA ve Oxford, İngiltere: Blackwell Publishing, 2003 [1992]), s. 75, 85, 89.
[37] David M. Crowe, A History of the Gypsies of Eastern Europe and Russia (Londra ve New York: I.B. Tauris, 2002 [1995]), s. xi, 34.
[38] Leman Ergenç, Bulgar Yayınlarında Türkler (Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1989), s. 64.
[39] “Türk-Bulgar Hududu Dün Tekrar Açıldı”, Milliyet, 21 Şubat 1953.
[40] F[ahri] Nevruzoğlu, “Bulgar Çingeneleri Dâvası”, Milliyet, 23 Şubat 1953.
[41]“Türkiye ile Bulgaristan Arasında İmza Olunan Muhadenet Muahedenamesi ve Umumî Protokol ile İkamet Mukavelenamesinin Tasdiki Hakkında Kanun”, sayı 874, 30 Mayıs 1926: Resmî Cerîde, sayı 403, 20 Haziran 1926, s. 924.
[42] Resmî Cerîde, sayı 429, 1 Temmuz 1926, s. 943.
[43] Fuat Dündar, İttihat ve Terakki’nin Müslümanları İskân Politikası (1913-1918) (İstanbul: İletişim Yayınları, 2011 [2001]), s. 129.
[44] TBMM Zabıt Ceridesi, Devre II, Cilt 25, İçtima Senesi III, İçtima 110 (30.5.1926), s. 650. Zorunlu nüfus mübadelesiyle Yunanistan’dan Müslüman Romanlar da gelmiştir: Bkz. Egemen Yılgür, “Türkiye Solunun Unutulmuş Özneleri: Roman Tütün İşçileri”, Toplumsal Tarih 250 (Ekim 2014): 62-73; Suat Kolukırık, “Geçmişin Aynasında Lozan Çingeneleri: Göç, Hatıra ve Deneyimler”, Hacettepe Üniversitesi Sosyolojik Araştırmalar E-Dergisi (20 Mayıs 2006), erişim tarihi 7 Ağustos 2011, http://www.sdergi.hacettepe.edu.tr/suatk.pdf; Reşat D. Tesal, Selânik’ten İstanbul’a: Bir Ömrün Hikâyesi (İstanbul: İletişim Yayınları, 1998), s. 27-28.
[45] Resmî Gazete, sayı 2733, 21 Haziran 1934, s. 4003.
[46] “I/335 Numaralı İskân Kanunu Lâyihası ve İskân Muvakkat Encümeni Mazbatası”, 2 Mayıs 1932, sıra no. 189, s. 3,9: TBMM Zabıt Ceridesi, Devre IV, Cilt 23, İçtima 3, İnikat 65 (7.VI.1934).
[47] Resmî Gazete, sayı 2733, 21 Haziran 1934, s. 4004.
[48] “İskân Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine Dair Kanun”, sayı 2848, 18 Teşrinisani [Kasım] 1935: Resmî Gazete, sayı 3162, 21 Teşrinisani 1935, s. 5791.
[49] Resmî Gazete, sayı 3961, 16 Temmuz 1938, s. 10299.
[50] “Yabancıların Türkiye’de İkamet ve Seyahatleri Hakkında Kanun”, sayı 5688, 15 Temmuz 1950: Resmî Gazete, sayı 7564, 24 Temmuz 1950, s. 18817.
[51] “Pasaport Kanunu”, sayı 3519, 28 Haziran 1938: Resmî Gazete, sayı 3960, 15 Temmuz 1938, s. 10279-10283.
[52]“Pasaport Kanunu”, sayı 5682, 15 Temmuz 1950: Resmî Gazete, sayı 7564, 24 Temmuz 1950, s. 18812. Vurgu bana ait.
[53] Yine de bu dönemde Türkiye’ye 5000’den fazla Çingene geldiği tahmin edilmektedir: Crowe, age, s. 21.
[54] Mustafa Aksu, Türkiye’de Çingene Olmak (İstanbul: Ozan Yayıncılık, 2003), s. 115. Demirel “Türk kültürüne bağlı olan çingenelerin Bakanlar Kurulu kararı ve göçmen statüsü ile kabullerinde yasal herhangi bir engel” bulunmadığını da belirtmiştir gerçi, ama yukarıda görüldüğü gibi, kanunlar Çingeneler arasında hiçbir surette Türk kültürüne bağlı olan-olmayan ayrımı gözetmemektedir.
[55] “İskân Kanunu”, sayı 5543, 19 Eylül 2006: Resmî Gazete, sayı 26301, 26 Eylül 2006.
[56] “Yabancıların Türkiye’de İkamet ve Seyahatleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”, sayı 6097, 5 Ocak 2011: Resmî Gazete, sayı 27820, 19 Ocak 2011.
[57] Melek Göregenli, “Önyargıyı ve Ayrımcılığı Azaltmak”, Ayrımcılık: Çok Boyutlu Yaklaşımlar, der. Kenan Çayır ve Müge Ayan Ceyhan (İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2012), s. 249.