ABD’li arkeolog Iris Cornelia Love, 1967-1977 yılları arasında ekibiyle birlikte Knidos kazılarını yürütmüştü. Geçtiğimiz Nisan ayında, New York’ta, 86 yaşında koronavirüsten yaşamını yitirdi. Ardından söylenilenlere, yazılanlara baktığınızda hem meslek alanında, hem de kişisel yaşamında alışılmışın dışında bir tarzı olduğu anlaşılıyor.
Anne tarafından bir ucu ünlü Guggenheimlara uzanan varsıl bir aileden geliyordu. Genç yaşlarda, aile çevresinde bulunan ünlü akademisyen ve araştırmacıların da etkisiyle olacak, sanat tarihi ve arkeolojiye yöneldi. Amerika’daki lisans eğitiminden sonra Floransa Üniversitesinde lisansüstü çalışmalarını sürdürdü. Tez çalışmasını Etrüsk sanatı üzerine yapan Love’ın arkeoloji alanındaki sıra dışı çıkışları o yıllarda başlıyor. New York Metropolitan Müzesinde sergilenen Etrüsk savaşçı figürü buluntularının sahte olduğunu ileri süren bir makale yazıyor. Makalesi yayınlanmadan önce Metropolitan Müzesine giderek bu tespitini ve makalenin yayınlanacağını haber veriyor. Love’ın bu çıkışından önce de bu figür grubu hakkında şüphelerini dile getiren bilim insanları olmuş; o güne kadar bu şüphelere kulak asmayan Müze, Love’ın makalesi yayınlanmadan bir gün önce gazetelere açıklama yaparak Etrüsk figürlerinin sahte olduğunu açıklıyor. Ancak açıklamada Iris Love’ın adını hiç anmıyor.
New York Üniversitesinde başladığı doktora çalışmasını sürdürmez, 1957-1965 yıllarında Yunanistan’ın Semadirek adasında yapılan kazılara katılmayı tercih eder. Bir süre öğretim üyeliği yapar. Love’ın esas “takıntısı” Afrodit heykelidir. Bu tutku onu Datça / Knidos’a yönlendirir. On yıl boyunca Knidos’ta sondaj kazısı niteliğinde yoğun kazılar yapar. Kimi çevreler bunu “Knidos’u deliş deşik etti” diye yorumlamaktadır.
Çok sayıda Afrodit heykeli gün ışığına çıkarılmıştır, ancak bunların arasında İstanköy / Kos’ta Praksiteles’in çok özel bir mermerden yaptığı bir çift Afrodit en ünlüleridir. Sanatçı, heykellerden birini “tesettürlü” yani giyinik, diğerini çıplak olarak yapmıştır. Anlaşılan Koslular daha tutucuymuş, giyinik Afrodit’i beğenmişler, çıplak olanı ise Knidoslular almış ve kentlerinin tepesindeki Afrodit tapınağına yerleştirmiş. İşte Love bu heykelin peşindedir. Sonunda heykeli değil ama kaidesini bulur. (Özellikle günümüz arkeologlarının böyle buluntu peşinde yapılan kazıları doğru bulmadıklarını, kazının arkeolojinin kurallarına göre, yerleşmenin tüm geçmişini ortaya çıkaracak bütüncül bir yaklaşımla yapılması gerektiği görüşünde olduklarını ekleyelim.)
Love, kazılar sırasında Knidos’u uluslararası bir ilgi merkezi haline getirmeyi başarır. Kazıyı ziyarete gelenler arasında Mick ve Bianca Jagger da vardır. Çoğunluğu kadın olan kalabalık bir ekiple yaptığı çalışmalar için zengin ödenekler bulur. Ulusal ve uluslararası ortamlarda kazı sonuçlarını tartışmaya açar. Ancak yetkililer 1977 yılında Love’ın kazı iznini iptal eder. Love bu kez İtalya’ya yönelir, Afrodit ağırlıklı çalışmalarını bu ülkede sürdürür. Yunanistan, İtalya, New York arasında geçen sonraki yıllarında hayatını dedikodu yazarı Liz Smith ve İtalyan barones Bice Brichetto ile paylaşır. Love’ın ilginç bir merakı daha vardır, köpek yetiştirir. Yunan mitolojisinden isimler koyduğu “sosis” (dachshund) türü köpekleri vardır, bunlarla yarışmalara katılır, ödüller kazanır.
Batı’da, ölen sanatçı, bilim insanı veya diğer ünlülerin ardından “post-mortem” diye adlandırılan kısa kişisel tarih metinleri yazma geleneği var. Bu yazılarda, genellikle ölen kişinin belirgin özellikleri öne çıkar, aykırı yanlarından da edeplice söz edilir. Örneğin Love için Penelope Green’in New York Times’da yayınlanan “Iris Love, Stylish Archeologist and Dog Breeder, Dies at 86” başlıklı yazısı böyle bir “post mortem” örneği.
Datça Belediyesinin iletisi ve sonrası
Batı’da bu böyle de bizde gelenek nedir? Bizde “Ölenin arkasından konuşulmaz” denir, hatta bu mealde hadisler olduğu söylenir. Ancak “dini bütün” kaynaklar buna bir yorum getirmiş ve “Ölen eğer müslümansa arkasından konuşulmaz” demişler. Müslüman olmayanlar için böyle bir kısıtlama yok anlaşılan. Atış serbest. Zaten yerel medyada Love’ın ölümünün ardından söylenenler bu anlayışı yansıtıyor.
Eğer Datça Belediyesinin şu kısa iletisi olmasaydı Love’ın ölümünden belki pek haberimiz olmayacaktı. Datça Belediyesi iletide şöyle diyordu;
“Knidos'u soyan, Afrodit heykelini bulacağım diye dinamitle taş taş üstünde bırakmayan Amerikalı Prof. Arkeolog Iris Cornelia Love, corona'dan hayatını kaybetmiş. İyi bilmezdik.”
Sonradan “Belediye sözünü geri aldı”, “Şık olmadı” filan dedilerse de üzerinden bir ay kadar geçmesine karşın baktığımda Belediyenin iletisi ve bu iletiye getirilmiş “veciz” yorumlar yerli yerinde duruyordu. Çoğu yorum bir iki kelimelik; örneğin “Cehennemde ateşi bol olsun”, “Mezar soyguncusu”, “İyi olmuş, gebermiş” gibi.
(Bir ara not: Galiba sosyal medya sayesinde yönetimler ile halkımız arasında “samimi” bir iletişimin kurulduğu yeni bir dönem başladı. Kurumlar adına görevli birileri kişisel üslupta açıklamalar yapıyor ve doğal olarak bu açıklamalara kişisel yanıtlar, yorumlar geliyor. Burada Datça Belediyesini suçlamayalım. Dönemin ruhu böyle; Trump da bunu yapıyor, bizdeki irili ufaklı benzerleri de… Belki iletişim bilimcilerin bu konuda söyleyecekleri, söyledikleri vardır, araştırmalı.)
Love ve Knidos için söylenilenler iri akım medyada da yansımasını buldu. Eski defterler açıldı, elli yıl öncesinin söylentileri yeniden dillendirildi. Tiraj listesinin başında yer alan gazetede “Onu Datça soyguncusu olarak bilirdik / Tarihi gerçek ortaya çıktı / Knidos’u dinamitledi mi? / Eserleri Kaçırdı mı?” başlıklarıyla yayınlanan yazı bu konuda iyi bir örnek. Yazıda, Datça’ya yerleşmiş bir emekli gazetecinin anlattıkları aktarılıyor. Anlatılanlar genellikle ikinci, üçüncü ağızlardan söylenenlere dayanıyor. Hikâyenin kahramanları arasında bazı Datça köylüleri, köy muhtarı ile birlikte kaymakam, Kültür Bakanlığı görevlileri var.
Gazete yazısında; kazıda çıkan buluntuların incir sepetleri içine saklanarak Onassis’in yatına taşındığı, köylülerin çikolatayla kandırıldığı, aslında Love’ın arkeolog olmadığı, kaymakamın ve kazı görevlisinin çabalarına karşın üst makamların soyguna nasıl göz yumduğu anlatılıyor. Bu arada Love’ın, kazısında çalışan kadınlarla birlikte her akşam Knidos tepelerinde âlem yaptığı gibi hassas bilgiler unutulmamış. Kaymakamın, Love’ın kazıları sırasında, en az haftada üç gece, şoförünü almadan cip ile o berbat yollardan geçerek Knidos’u denetlemeye gittiği de aktarılmış. Yoruma açık, hoş bir ayrıntı!
Kazı başkanının görüşü
Egemen Gök, konuya ilişkin olarak Medyascope’ta yayınlanan yazısında daha tutarlı davranmış. Söylentileri aktarmakla kalmamış en yetkili ağızdan bilimsel bir yanıt da aramış, Knidos’ta halen sürdürülmekte olan çalışmalarda kazı başkanlığı görevini yürüten Prof. Dr. Ertekin Doksanaltı’nın görüşlerine yer vermiş. Kazı başkanı özetle şöyle diyor:
“Love, Long Island Üniversitesi adına kazı ve araştırmaları gerçekleştiren profesör arkeologdur. Büyük bir bütçeyle çalışmış, kentin birçok alanında sondajlar ve kazı çukurları meydana getirmiştir… Arkeologlar hiçbir zaman eser aramaz. Biz bir antik kenti, bir kültür tabakasını, bir yapıyı tüm kültür katmanlarıyla birlikte açığa çıkarmaya çalışan insanlarız… Fakat genel izlenim olarak 67-77 yılları arasında [Knidos’ta] gerçekleştirilen kazılara baktığımızda, belirli bir sistematik olmaksızın, sanki eser bulmaya yönelik yapılmış gibi görünüyor. Bunun dışında o dönem kazılarla ilgili çok dedikodu var, ancak bir bilim insanı olarak doğruluğu kanıtlanmadan bunların konuşulmasını doğru bulmuyorum.”
Arkeolojik kazılar zaten söylentilerin bol olduğu bir ortam. Hele söz konusu arkeologlar yabancıysa ve üstelik de kadınsa neredeyse herkesin gözü onların üzerindedir. Söylentilerin ucu eski eser soygunculuğuna, hatta casusluğa kadar varır. Ne de olsa bir kulak dolgunluğumuz var, kaldı ki yakın tarihimizde bunlar yaşanmamış da değil. Truva’da Heinrich Schliemann’ın yaptıkları, İngiliz istihbaratı ile ilişkili Gertrude Bell’in Osmanlı topraklarındaki çalışmaları filmlere bile konu olmuştur.
Uyguladığı arkeolojik yöntemler konusundaki eleştiriler dışında Love’a yöneltilen suçlamalar karşısında insanın “Bu memleket bu kadar sahipsiz mi?” diyeceği geliyor. Resmi görevlilerin görev alanlarında işlendiği söylenen suçları önlemeye güçleri yetmiyor mu? Ya da hiç olmazsa bu “soygun”u yasal geçerliliği olacak şekilde belgeleyemiyorlar mı? Dikkat ederseniz suçlamalar söylentilerin ötesine geçmiyor. Savcılığa verilmiş bir dilekçeden, açılmış bir soruşturma veya davadan, olay yerinde tutulmuş bir tutanaktan, usulüne uygun tanık ifadelerinden, özetle somut kanıtlardan, belgelerden söz edilmiyor. Bu da iddiaları zayıflatıyor.
Numan Tuna’nın söyledikleri
Iris Love ve Knidos kazıları için söylenilenleri okul yıllarından yakın dostum, Datça’yı iyi bilen Prof. Dr. Numan Tuna’ya sordum. Tuna, suçlamaların haksızlığına ve yersizliğine değinerek özetle şunları söyledi:
“Iris Love tarafından yürütülen Knidos kazılarına 1972 ve 1973 yılı sezonlarında katılmıştım. Kendisini yakından tanıma fırsatı buldum. O zamanlar Türkiye’deki kazılarda çevre düzeni ve restorasyon işlerine pek önem verilmiyordu. Ancak Love’ın kazıları bence arkeolojik kazı tekniği olarak -o döneme referansla- diğer kazılara göre daha iyi belgelenerek kazılıyordu. Bugün bile Knidos kent bütünü hakkında bildiklerimizin çoğunu o dönemde yayınlanan ara raporlar oluşturuyor. Love tarafından kazılan alanlar zaman içinde yeterli koruma önlemleri alınamadığından günümüzde defineci çukurları görünümü kazanmıştır.
“O tarihlerde Knidos’a araç yolu yok denilebilir. Yiyecek ve her türlü lojistik, deniz yolu ile Bodrum’dan geliyordu. Elektrik bile Palamutbükü’ne ancak 1980’lerde geldi. Buna karşın Love’ın kazıları çoğu Yazıköy’den gelen yaklaşık 150 işçinin çalışabildiği kalabalık bir ekiple yürütülüyordu. Love’ın çalışmaları 1976’dan sonra ani bir kararla durduruldu. Çıkan malzeme üzerinde daha sonra çalışmasına izin verilmedi. Bodrum Müzesi ve Knidos Kazıevi’nde korunan arkeolojik verilerin potansiyel bilgileri heba oldu. Iris’i suçlamak kolaycı bir tutum.”
Rıchard Hodges’un yazdıkları
Roma Amerikan Üniversitesi rektörü Richard Hodges’un Love için yazdığı post mortem de Prof. Tuna ve Prof. Doksanaltı’nın söyledikleriyle örtüşüyor. Aynı zamanda İngiltere’deki East Anglia Üniversitesi’nde arkeoloji profesörü olan, İngiliz Kraliyet Onur Nişanı sahibi Richard Hodges, Knidos kazılarında iki sezon Iris Love ile birlikte çalışmış. Bu iki sezonun hayatını değiştirdiğini ve zenginleştirdiğini, Love’ın cömert, sıcak ve teatral olduğu kadar nazik de biri olduğunu söylüyor.
Hodges, Love’ın, kazının ilk altı sezonuna dair harikulade raporlar yazmış olduğu halde akademik kariyer yapmak gibi bir niyetinin olmadığını, Knidos’tan ayrılınca yayın yapmayı da bıraktığını anlatıyor. “Hiç gerçekten bir arkeolog olmuş muydu?” diye soruyor ve şöyle yanıtlıyor:
“Sorun şu ki Iris, keşfi bilimden üstün tutanlardandı, örneğin Schliemann gibi. Sadece keşfe indirgendiğinde arkeoloji, geçmişin ve hazinelerinin dikkatlice ayıklanarak gelecek nesiller için yan yana dizildiği bir şan şöhret dünyasına dönüşüyor. Iris’in Knidos’ta ve arkeoloji dünyasında bıraktığı iz, zekâsını ve azmini hiç yansıtmıyor.”
Özgen Acar’ın tanıklığı
Love ve Knidos kazıları konusunda söylenenlere ilişkin olarak bir de Özgen Acar’ın tanıklığına başvurayım dedim, gazete yazılarına baktım. Biliyorsunuz tarihi mirasın korunması konusunda duyarlı bir gazetecidir ve uzun, ısrarlı çabaları sonucu, yurt dışına kaçırılmış bazı eserlerin Türkiye’ye geri verilmesini sağlamıştır. Acar’ın Iris Love hakkında olumsuz bir görüşüne rastlamadım. Tam tersine, Love’dan olumlu yanlarıyla söz ediyor.
Özgen Acar 1973’te yayınlanan bir yazısında (Cumhuriyet, 27.09.1973) Knidos ve özellikle Iris Love’ın peşinde olduğu ünlü Afrodit heykeli konusunda güncelleştirilmiş bilgiler veriyor. Yazıda Love’ın British Museum’da bulunan bir Afrodit başının buradan götürüldüğü tezine değiniliyor. Öyle soygundan filan söz edildiği yok. Tersine Love, Afrodit başının British Museum’daki demirbaş kayıt numarasını bile vermiş. Yani bir anlamda böyle bir eserin Türkiye geri getirilmesinin yolunu açmış görünüyor.
Özgen Acar’ın peşinde olduğu tarihi eserler arasında “Karun Hazineleri” de vardır. Bu eser grubundan bir parçanın New York Metropolitan Müzesinin deposunda saklı olduğunu öğrenmiştir. Müze bilgi vermemektedir. Acar, Iris Love’dan bu konuda yardım ister. Müzede buluşurlar, yarım saat sonra genç bir kadın gizlice getirir eserin fotoğraflarını verir. Genç kadın, ABD Başkanlarından John F. Kennedy ile Jacqueline (Jackie) Kennedy’nin kızı Caroline Kennedy’dir, müzede fotoğrafçı olarak çalışmaktadır ve Love’ın yakın arkadaşıdır (Cumhuriyet, 26.11.2013).
Yani, “Karun Hazineleri”nin Türkiye’ye geri getirilmesinde Iris Love’un ve Caroline’ın ayrıntı gibi görülse de böyle bir olumlu katkısı olmuş. (Bu arada, önce anne mesleği fotoğrafçılığı seçen Caroline’ın daha sonra hukuk fakültesinde okuduğunu ve ardından Obama’nın çevresinde yer alarak politikaya atıldığını, 2013’te Tokyo Büyükelçiliğine atandığını meraklıları için bir dipnot olarak düşelim.)
Knidos’un “ateşböcekleri”
Bir başka kıdemli gazeteci Müşerref Hekimoğlu’nun yolu 1988’de Datça’ya düşer. Iris Love Knidos’dan ayrılalı on yıldan fazla olmuştur. Hekimoğlu, Love’ın çalışmalarını hatırlar. Kazılara başkaları devam etmektedir, ama söylentili ortam hâlâ sürmektedir. Özellikle kazı sezonunun dışında geceleri uzaktan ateşböcekleri doluşmuş gibi gözükmektedir ören yerleri. Definecilerin gece vardiyası başlamıştır. Tek başına Knidos’u korumaya çalışan bekçinin kendini savunacak bir bıçağı bile yoktur. Hekimoğlu ümitli şeyler söylemez. (Cumhuriyet, 29.07.1988)
Bugün durum nedir? Bugüne kadar tarihi mirastan neleri yitirdik, neleri kurtardık? Bugün bu değerleri korumaya yönelik sağlıklı politika ve uygulamalar yürütülüyor mu? Ne yapmalı? Bu soruları dert edinenler yok değil ülkemizde. Özellikle arkeologlar, iğneyle kuyu kazan, sabırlı insanlar. Onlara çok iş düşüyor.
Iris Cornelia Love, ölümüyle Knidos’u bir kez daha gündeme getirdi. Sadece Knidos’u değil, tarihi mirasın korunmasındaki sorunları hatırlattı. Galiba en önemlisi, arkeolojik kazılarda yerel halk ve yöneticiler ile kazı ekibi arasındaki ilişkilerin nasıl önemli olduğunu düşündürdü. Özellikle de arkeologların sahadaki çalışma zorluklarını düşünmemize neden oldu.
Knidos demişken size önerim, gelecek tatil programınızda uygun bir ayarlama yapın, Datça’ya da bir uğrayın. Durumu yerinde görün. Gitmeden önce gerekli ön bilgilenmenizi bu karantina günlerinde rahatlıkla yapabilirsiniz. Elinizde bu konularda kitap, dergi yoksa internetten erişebileceğiniz zengin kaynaklar bulabilirsiniz. Yok eğer Datça’ya gidemiyorsanız en yakınınızdaki arkeolojik yerleşmeyle ilgilenin, somut bulguları söylentilerden ayırmaya çalışın, göreceksiniz keyifli olacak. (AŞ/AS)