Seywan Saedian’ın, İran’ın Mahabad kentinde “hat” ile başlayan sanat hayatı, yirmi yıldır profesyonel olarak devam ediyor. Sanat ve sanatçının varoluşu, benliği aşan çözümsüzlük karmaşası ve kendi gerçekliğinin pençesindeki yetkinlik heykel sanatının doğmasına zemin hazırlamıştır. Özün evrenselleşme dili olan sanat, İranlı heykeltıraş Seywan Saedian’ın elinde demirin sert yüzünü okşayarak akıl, yetenek ve ruhu kaynaştıran bir pınara dönüşüyor.
Sanatçı, dokunduğu her şeyde şefkatle gezinen ellerine söz geçiremez. Yeteneğini zamanın dinamizmi içerisinde tutkuyla, profesyonel bir mesleğe dönüştürür. Mahabad, Tahran, Hewler, Süleymaniye gibi kentlerde on beş resim sergisi açar. Bunun yanı sıra resim yapar, şiir ve hikâye yazar. Çocuklara ve gençlere büyük önem veren sanatçının on dört tane çocuk hikâyesi kitabı vardır ve bunlar İran’da yazılmış en modern çocuk hikâyeleridir.
2002’de ilk hikâyesini yazınca eseri karşısında şaşıran sanatçı, çalışması hakkındaki görüşlerini şu sözlerle dile getirir: “İlk hikâyemi yazıp bitirince çok şaşırdım. Çünkü aldığım resim eğitiminin hikâyeye dönüşmesine tanıklık ediyordum. Resimdeki çizgiler ve renkler, hikâyede harflere ve sözcüklere dönüşmüştü sanki. Bunun dışında iki sanat arasında hiçbir fark olmadığını görmek beni çok şaşırttı.”
Saedian, sanatın bütün dallarıyla iç içedir. On yıllık bir süreçte ağırlıklı olarak grafik tasarım, sinema, çeviri, fotoğraf gibi alanlarda faaliyet gösterir. Bunun yanında üç filmin sanat yönetmenliğini yapar. Ancak Saedian, bunca çalışmanın arasında zirveye oturan ve en ağır basan sanatsal uğraşının heykel olduğunu vurguluyor.
Çok yönlü sanatçının çeşitli uğraşları arasında en çok emek verdiği proje “Karanfil Bezeli Elma” oluyor. Saedian, on dört yıla yayılan elma projesine büyük önem veriyor. “Karanfil Bezeli Elma”lar aşkın ve barışın sembolü olarak Ortadoğu’nun olduğu gibi Saedian’ın da kalbinde atmaya devam ediyor.
Mahabad’daki yıllarından sonra sınırlandırılmış coğrafyalarda sınırsız ruhunun verdiği coşkunlukla İran’dan kaçmak istiyor.
Irak’taki yılları...
Sanatın evrensel boyutunu ve insanı her daim dinamik tutan yapısını içinde derinden hissederek çıkılan yolculuğun ilk durağı Irak oluyor. 2003 yılından itibaren on yıl boyunca Irak’ta yaşayan sanatçı 2009 yılına kadar ağırlıklı olarak grafik tasarım, resim, fotoğraf, edebiyat ile uğraşırken bu tarihten sonra birçok kentte heykeller yapıyor.
Irak’taki çalışmalarında her ne kadar grafik ön planda olsa da güneydeki siyasi atmosfer ve sanatsal çalışmalar için koşulların yetersiz olması, sanatçıda bir bakıma sürgün psikolojisi oluşturarak çalışmalarının istediği biçimde gelişmesine engel oluşturduğunu vurguluyor. Irak’ta bulunduğu on yıllık sürenin en olgun meyveleri Hewler’deki Kürt Akademisinin önünde 4 metrelik heykel, Zagros TV desteği ile 10,5 metrelik Enfal heykeli ile Çarçıra Otel’de yaptığı 2,5 metrelik heykel oluyor. Yaptığı her heykel ile yeniden doğan sanatçı, Irak’ta yaşadığı meşakkatli sanat döneminin ardından siyasi atmosferin çok sıcak olduğu bir zamanda yönünü Türkiye’ye çeviriyor.
İran ve Irak’tan Diyarbakır’a uzanan yolculuk…
Türkiye’deki adresi Diyarbakır oluyor Saedian’ın. Diyarbakır’da Suriçi’nde Sülüklü Han kolektifi desteğiyle, eski bir Diyarbakır evinde atölyesini oluşturuyor. Bu atölyede heykelleri artık metal ile vücut buluyor. Daha önceki devasa heykelleriyle kıyaslandığında boyutları daha küçük olan heykeller yapmaya başlıyor. Seywan Saedian, bulduğu her metal parça, heykelleri için özel malzemelere dönüşüyor. Heykel çalışmasını bir “oyun” olarak tanımlayan sanatçı, bu oyunun felsefi, toplumcu ve estetik olmasının yanı sıra büyük bir çaba gerektirdiğini de belirtiyor. Ayrıca birçok sanatsal form içinde olmasının heykellerdeki yapılara daha fazla anlam kattığını ifade ediyor.
Metal heykelleri formlara kavuştururken Saedian’a sadece bir kaynak makinesi, bir spiral ve demir parçaları eşlik ediyor.
Saedian’ın Diyarbakır’daki heyecanlı atölye çalışması, Suriçi’nde yaşanan sokak çatışmaları sonrasında bir süre duraklıyor. Sanatçının otuz heykeli ve eşyalarının bir kısmı Suriçi’nde harap oluyor. Bu süreçte malzemeleri ve yaptığı birçok çalışma, gün ışığına çıkacağı zamanı beklemek zorunda kalıyor aylarca sessiz kalan atölyede. Zira Suriçi’nde yasaklı dönem birkaç ay sürüyor. Yaşanan bu süreç, Saedian’ın daha sonraki çalışmalarında kendisini gösterecektir.
Sanatçı, Diyarbakır’ı ve halkını sevdiğini ancak çatışmaların var ettiği çatlakların insan ruhu üzerindeki etkilerinin belirgin olduğunu dile getiriyor.
Ortadoğu’nun tarih sayfalarına ezelden beri yazılmış olan savaş, hiçbir zaman bitmemiştir. Dünyanın birçok yerinde ilk insandan günümüze heykel sanatının evrimselleşme sürecini gösteren simgeler olsa da Mezopotamya ve Ortadoğu’nun heykel sanatındaki tarihsel öncülüğü tartışılmaz bir öneme sahiptir: Sümerler, Asurlar, Medler ve yakın zamanda açılan Göbeklitepe kazı alanı… Bereketli hilalin geçmişine değinen Seywan Saedian: “Ortadoğu’da savaş hiç bitmedi fakat kimse bu savaşların niçin olduğunun farkında değil!” diyor ve ekliyor:
“Benim işim hiçbir ideolojik amaç gütmeden iyi olanı, güzel olanı ve barış duygusunu yaratmaktır.”
Saeidan’ın yaptığı heykellerde toplumsal mesajlar dikkat çekici. Onun heykellerinde acı ve sevinç kol kola gezen iki sevgili. Bu yüzden def çalan kadınların neşesine katılmak da mümkündür, kucağında ölü oğlunu taşıyan annenin trajedisine ortak olmak da. Bunların yanında genç yaşta savaşta ölenler, kadınlar, kızlar, çocuklar… İşte bundan dolayı “Sert olan her türlü söylem insani değerleri ortadan kaldırıyor” diyor Saedian.
Yaşam, geçmiş birikimler üzerine yenilerinin eklenmesi ile şekillenmektedir. Saedian da geçmişin kıymetini bilenlerden… Sanatçı, heykelde ve resimde var olan imgelerin aslında yaşamın kendisini olduğunu Pablo Picasso, Francisco José de Goya Lucientes, Alberto Giacometti ve Amedeo Modigliani gibi ünlü sanatçıların tablolarından örneklerle açıklıyor. Ayrıca Afrika’daki heykelcileri önemsediğini dile getiriyor.
“Benim işim yorulan halkların bir nebze de olsa nefes almasını sağlamaktır: heykel, şiir, güzellik, iyimserlik…” Bunlar Saedian’ı sanatla nefes alan bir insana dönüştüren ana izlekler. İran, Irak, Suriye gibi bölgelerde yaşanan savaşların, siyasetin acımasız bir oyunu olduğunu dile getiren sanatçı: “Kürt, Türk, Arap, Fars gibi ayrıma götüren ırksal söylemlerden kurtulup evrensel bir değer var edilmelidir.” diyor. O, bu savaşın bir gün biteceğini umut ediyor.
Diyarbakır’da sanat ve toplum arasındaki bağlantı
Saedian, Diyarbakır halkının sanat bilincinin gelişkin olduğunu ve sanatçıya saygı duyduklarını dile getirirken, şehirde sanat adına çalışmaların çok yetersiz olduğunu ve eksikliği giderecek büyük atölyelerin, sanat galerilerinin olmadığını ifade ediyor.
Aynı zamanda “siyaset” sözcüğünün şehirde oluşturduğu ağırlığın çoğu zaman sanatın gelişmesi önündeki engellerden olduğunu söylüyor. Saedian, Diyarbakır’daki sanat hayatına “Rüzgâr Heykellerimin Rüyasını Çaldı” adlı bir film çalışmasını da ekleyerek devam ediyor.
Seywan Saedian, Diyarbakır’da kaldığı süre içinde birçok sergi açmış ve bununla beraber “Sanat toplum ile bütün olmalıdır.” anlayışından yola çıkarak onlarca proje hazırlamış. Saedian’ın çalışmaları arasında Diyarbakır’da on köy sergisi, Cigerxun Kültür Merkezinde sergi, Çınar’da bir sergi, Mardin’de on günde on köy sergisi, İzmir’de fotoğraf ve heykelle ilgili iki sergi ve daha birçok çalışma sayılabilir.
Ancak Saedian bu süreçte kolektif bir çalışma ortamı içinde olmadığını “Eskiden sanatçılarla toplum iç içeydi şu an sanat toplumdan koparılmış ve sanat sadece sanatçılar için varmış gibi duruyor” sözleriyle dile getiriyor.
Saedian’ın sergilerin sunum süresi boyunca bireysel bir çaba içinde olması sanatın sadece toplumdan değil, diğer sanatçılardan da uzaklaştığının bir göstergesi. Saedian, sanatsal faaliyetlere “Nasıl destek olabilirim?” sorusu yerine “Birlikte ne yapabiliriz?” algısıyla yaklaşılması gerektiğini belirtiyor.
Başka sanatçılarla etkileşimi...
Saedian, bireysel çalışmaları daha çok sevdiğini, bunun onu daha güçlü kıldığını ve hiç kimse ile bir etkileşime girmediğini söylüyor.
Sanatçının gözlemleri bu ülkede seksen milyon insan yaşamasına rağmen heykel sanatının çok yetersiz olduğu ve sanatsal her türlü faaliyetin kısır bir döngü olduğu yönünde. Saedian aynı zamanda sanata yol göstermek isteyenlerin bilgisizliğinden de yakınıyor.
İran’da başlayan yolculuğun yeni bir rotası olabilir mi?
Alışılan gerçekleri yıkmayı başaran, özgürlüğü kaybetme korkusundan uzak, hayallerinin sınırlarını zorlayıp siyasi argümanların var ettiği ülke sınırlarına karşı Ortadoğu’nun her bölgesinin kendisinden bir parça taşıdığına inanarak yaşamını ve sanatını idame eden Saedian’a Suriye’ye gitme olasılığını sorduğumda bunun şu anki siyasi atmosferde mümkün olmadığını söylüyor. Siyasi koşullardan dolayı yeni bir rota belirlemeyi erteleyen Saedian, Suriye’deki Kürt ressamların çalışmalarının daha başarılı olduğunu ancak Kürt sanatının sahipsiz oluşunu vurguluyor.
“İran’ı ayakta tutan kültür ve direnç”
Saedian, İran, Irak, Türkiye arasında sanatın -dini koşullara rağmen- en fazla önemsendiği yerin İran olduğunu dile getiriyor:
“İran’daki sistem oldukça baskıcı. Ülkenin aydınları otuz yıldır hapishanelere dolduruluyor. Aydınlar için İran bir zindan! Ancak buna rağmen halk çok bilinçli, mücadeleci ve dinamik. İran’ı ayakta tutan da bu yaşayan kültür ve insanların direnci.”
Sanatçı, koşulların çok yetersiz olduğu alanın ise Irak olduğunu belirtiyor. Irak’taki yetersizliklerin de siyasi ve toplumsal problemlerden kaynaklandığını dile getiriyor. Saedian’ın bulunduğu şehirler içinde çalışma koşulları açısından bakıldığında ise Diyarbakır’ın daha ılımlı olduğu görülüyor.
Seywan Saedian yoğun bir üretkenlik içerisinde. Her ne kadar sanatsal çalışmalarında heykel ön planda görünse de grafik, şiir, sinema gibi alanlarda da eserler veriyor. Kürt coğrafyasındaki birçok sanatsal çalışmalarından sonra Türkiye’nin metropollerinde de bir arayış içerisinde. Fakat İstanbul’da sanat alanında gördüğü yetersizlik karşısında şaşkınlığını gizleyemiyor. Türkiye’de gördüğü yetersiz ilginin yanında genç nüfusun ciddi bir potansiyel taşıdığını da ifade ediyor.
“Dünya karanlık” ama o umutlu
Yaşadığı coğrafyanın yoğun siyasi atmosferi, savaşları ve çatışmalarının arasında sanata sarılan ve bu kaos durumu içinde topluma bir ışık olma umudunu dile getiren sanatçı: “Ben kalıplarıma asla sığmam, birçok alanda çalışmayı severim. Her şeye rağmen karamsar değilim; çünkü dünya zaten karanlık. Her taraf kirlenmiş, gökyüzünün bütün yıldızları düşmüş gibi ama ben her zaman umutluyum” diyor.
Saedian, eserlerinden yola çıkarak hayat için şunları söylüyor: “Benim eserlerim çok kolay ve sade. Birkaç parça birleşiyor ve ortaya sanatsal bir form çıkıyor. Hayat da bu kadar kolay aslında. Sadece doğru parçaları doğru bir şekilde birleştirmek gerekiyor.” Ancak sanatçı, insanın belli bir sadeliğe ulaşabilmesi için psikoloji, sosyoloji, edebiyat, felsefe, tarih ve kültür gibi kaynaklardan beslenerek kendini yetiştirmesi gerektiğini de vurguluyor.
Saeidan, küçük hayallerle büyük eserler yaratılamayacağını, bu anlamda bu coğrafyadaki gençliğin ciddi bir tempo ile çalışması gerektiğini hatırlatıyor.
“Sanatçılar ve aydınlar toplumun vicdanıdır.” diyor Saedian. Sanat olmayınca kültürlerin, dillerin hatta milletlerin bile yok olacağını belirtiyor. İşte bu noktada sanatçılara da büyük görevler düşüyor. Onların bireysel çabalarla ürettikleri eserler; toplumun gönül tercümanı, gideceği yolu göremeyen yeni neslin meşalesi olmalı. Sanatçı durup seyreden değil taşın altına elini sokmaya cesaret edebilen kişidir. Bu yüzden de “Bir insanın ne söylediğinden çok ne yaptığı önemlidir.”
İnsanın yaşama bir yanıt olduğu düşünülürse Saedian bunun en güzel yanıtlarından biridir. Saedian’ın yapmış olduğu çalışmalar bireyin bilinçaltında taşıdığı gerçekliğin her türlü malzemeyle dışa vurulabileceğini gösteriyor. Sanatçının doğduğu ve ilerlediği coğrafya ne kadar karışık, acı dolu ve trajik olaylara tanık olsa da Saedian, umut etmeye ve üretmeye devam ediyor. Kullandığı materyallerin çeşitliliği ise hayatın ve coğrafyanın karmaşasıyla birlikte kültürel ve tarihi zenginliğini de yansıtıyor. Saedian’ın sanatla sarmalanan yolculuğu bir öyküyü anlatıyor. O öykünün kahramanı ise oldukça tanıdık: İnsan! (DM/AS)