İran’daki monarşi rejiminin son temsilcisi Şah Muhammed Rıza Pehlevi, siyasi yönetimi altındaki ülke krize girince, ülkedeki solcusundan din insanlarına kadar her kesim ona karşı birlik olmuş, devrimle iktidardan uzaklaştırılmıştı. İslam Devrimi’nin zaferi ve bu hanedanın ikinci kralının devrilmesiyle İran’daki Pehlevi hanedanı yönetimi sona erdi.
İslam Devrimi, halk gruplarının katılımına rağmen aldığı dini karakterle Kürtler, Ahvaziler, solcular ve diğer gruplar için darağacına dönüştü. Halk, Şah’ın diktatörlüğünden kurtulmuştu fakat İslam devrimiyle kendi diktatörünü çıkarmayı engelleyemedi.
Bugünün İran’ında Ayetullahlar ve Şii din insanları hayatın her alanında etkin ve baskın. Sorgulanamaz, eleştirilemez ve mutlak itaat edilmesi gereken, hata yapmaz bir konumdadır.
Pehlevi tiranlığı
Rıza Şah’ın devleti yürütme biçimi, Batı yanlısı bir ordu biçimindeki Doğu tiranlığıydı: Şah, güç piramidinin tepesindeydi. Memleket umurunda olmadığı gibi bütün memleketi sömürmüş; köylüleri, göçebeleri ve işçileri ezmiş; toprak sahiplerine ağır vergiler yüklemişti.
Hükümetin toplumu yönetme yaklaşımı laikti. İran'da "dinin siyasetten ayrılması" resmi olarak kamuya açıklanmamasına rağmen, eğitimin ve yargının laikleştirilmesi dönemin en önemli gelişmelerinden biriydi.
Pehlevi döneminde geçmişi diriltme bahanesiyle aşırı İrancılık açıkça ortaya çıktı. İslam öncesi İran'ın idealleri laik siyasete yaklaşmak için kullanıldı. Yeni nesle “İslam'ın medeni olmayan bir etnik grup tarafından İran'a dayatılan yabancı bir din olduğu” öğretildi. Bu itibarla, padişah görkemine başvurularak ve bu anlayış yeniden canlandırılarak Şah'ı “İmparator” unvanıyla toplumun başına geçirilmeye ve ülkenin tartışmasız hükümdarı olarak kabul edilmeye çalışıldı.
Pehlevi hanedanı tiranlık ve baskının gölgesinde sarhoşluğunun zirvesine ulaştığında, İran toplumu bu dönemde tepkiler gösterdi. Neredeyse her gün halk ve iktidar rejimi arasındaki artan kopukluğu gösteren olaylarla karşılaşılıyordu. İşler öyle bir noktaya geldi ki, halk korkusuzca rejim hakkında konuşabiliyordu artık.
Pehlevi döneminin reform politikaları muhalefetin, ulemanın ve dini liderlerin derin memnuniyetsizliğini uyandırdı.
Mazlumların “efendi” olma arzusu
İslam Devrimiyle yönetime gelen Mollalar, önce Şah’a sempati duyan veya duymuş kişileri hapishanelerde işkenceden geçirmeye başladı. Çiçeği burnunda Mollalar, yıllarca gördükleri kötü muameleyi, muhataplarının da hak ettiğini düşünerek cezayı kestiler.
Son derece trajikomik bir durumdaydılar. Bir zamanlar mazlum olanlar, devrimden sonra “efendilerini” işkenceden geçiriyordu. Mazlumlar “özgürlük” değil “efendi olma” peşine düşmüşlerdi.
Dini liderler yönetime sahip çıkıp, güya İranlılara çözüm üretecekti. Tabi sorunlara çözüm bulmakta kifayetsiz kaldılar, halktan iyice uzaklaştılar. Tıpkı Pehlevi hanedanın iki Şahı gibi. Böylece İran’daki siyasi bir gelecek tahayyül eden halk, bir dini otoritenin tuzağına düştü.
İran halkı, Şah diktatörlüğünden kurtulmuştu, fakat bu sefer Molla rejimine yakalandılar. Şah’tan sonra İran’da tam olarak şu oldu: “Humeyni bir elini halka salladı, diğeriyle hayallerini bastırdı.”
Nihayetinde, çok sesli bir İran isteyenlerin yaptığı devrim, tek sesli bir rejime dönüştü. Ancak bu kez baskı aygıtlarının sayısı çoğalmıştı. Tarihin tekerrürü.
“Reform süreci”
İran’da demokrasi tarihinin olmaması, kendine has özellikler ve karmaşık bir yapıyla veraset temelli bir yönetim anlayışını ortaya çıkardı. Zaten eşi ve benzeri görülmemiş böyle bir yönetim anlayışı, Humeyni’nin ve dini liderlerin baskı ve cinayeti kullanmasını kolaylaştırdı.
Bununla Humeyni, Allah’ın kutsallığıyla korunan reformist söylemi lehine, liberaller, Sünniler, Şiiler, solcular, Kürtler ve diğerlerini içeren bu büyük ulusal ittifakı doğrudan devirdi. İran halkı, genel olarak Humeyni’nin kararlarını reddederek karşıladı, ancak Tahran’da bir demokrasi tarihinin ve kurumlarının olmaması, Humeyni ve onun dini destekçileri için işleri kolaylaştırdı.
Humeyni tarafından kutsal hale gelen “devrim hükümeti”nin başına Mehdi Barzakan’ın atanmasından sonra her şey açıkça görülüyordu. “Reform süreci”, Şah döneminde görev yapan yüzlerce memur, askeri ve sivil liderin idam edilmesiyle başladı.
Bugün İran’da Ayetullahlar ve Şii din insanları hayatın her alanında etkin ve baskındır. Halkın ve siyasetin üzerinde sorgulanmaz, eleştirilmez ve mutlak itaat edilmesi gereken, hata yapmaz bir konumdadır.
Son zamanların İran’ı
İran'da Mollaların kalesi diye bilinen kentlerde bile sistemin köhnemiş ruhu sokaklarda protesto ediliyor. En ufak bir kıvılcımda halk, pimi çekilmiş bomba gibi hemen sokaklarda öfkesini patlatıyor. Bu yüzden sistemin aparatlarından da ciddi eleştiriler çıkıveriyor.
İran’da çizilmiş sistemin dışına çıkmak isteyen, ağır bedeli ödemeyi göze almalı. Ülkede muhalefet etmenin bedeli ağır. Kontrol dışına çıkan siyasiler genelde ev hapsinde. ABD, İsrail ve Körfez ülkelerinin Molaların kurduğu sistemi çökertmeye dayalı stratejilerin hesabı da sürüyor.
Vinçlerde insanları asan, kadını toplumun gerisine atan ve topluma değer katacak yetişmiş insanları bu baskı ortamında ülkeyi terke zorlayan hayalet bir İran var. Bitmeyen bir çoraklaşma süreci yaşanıyor.
Özetlemek gerekirse; ne Şah’ın, ne İslam Devriminin İran halkına bir getirisi oldu. Halk köhnemiş sistem ve yayılmacı askeri faaliyetler karşısında mutsuz. (ÖÇ/AS)