Londra'daki protestolardan: "İran; zamanı geldi." (Fotoğraf: AA)
Makalenin İngilizcesi için tıklayın
43 yıl olmuş. İran devrimini heyecanla izliyorduk. Türkiye o yıllarda da demokratik bir ülke değildi ama yine de devletin resmi televizyonu bütün gösterileri, çatışmaları her akşam yayınlıyordu.
İran'da şimdi de her gün gösteriler, çatışmalar oluyor ama televizyonlarda göremiyoruz. Çok ilgili olanlar sosyal medyadan takip ediyor.
Galiba o yıllarda İran Türkiye'den çok farklı bir ülke olarak görülmüyordu. Türkiye'de çok sayıda İranlı öğrenci vardı, benzer insanlar benzer sorunları konuşuyorlardı. Şimdi İran daha uzak, hatta bizimle ilgisiz bir ülke gibi kabul ediliyor. Oysa İran'ı tanımak önemli, iki ülke arasında çok benzerlikler var.
İran'ın sosyo-ekonomik yapısını anlamak için en pratik yol, İran'daki durumu Türkiye verileri ile kıyaslamak olacak. Hem benzerliklerin hem de farklılıkların değerlendirilmesi İran'ı anlamayı kolaylaştırabilir.
Benzer ekonomi, benzer adaletsizlik
İran ile Türkiye'nin nüfusu aşağı yukarı aynı. Buna karşılık iki ülkenin ekonomik durumunu karşılaştırmak zor. Zira uluslararası kuruluşlar İran'ın milli gelirini birbirinden çok farklı hesaplıyor. Farklar öyle böyle değil, birbirinin birkaç katı. Mesela İran'ın milli geliri Uluslararası Para Fonu'na (IMF) göre 1,9 trilyon dolar iken, Dünya Bankası'na göre 230 milyar dolar, Birleşmiş Milletler'e (BM) göre 950 milyar dolar.
Bu rakamları 850 milyar dolar dolaylarındaki Türkiye milli geliri ile karşılaştırmak mümkün değil. Bu hesaplara göre İran'ın kişi başına milli geliri de 3 bin dolar ile 23 bin dolar arasında değişiyor. Bu yüzden kişi başına milli gelir yerine başka bir veriyi kullanmak daha uygun olacak. Vergi sonrası ortalama net aylık ücret İran'da 390 dolar, Türkiye'de 320 dolar.
Her iki ülkede de gelir dağılımı aynı derecede bozuk. İran'da gelir adaletsizliğini gösteren Gini katsayısı 40. Türkiye'de biraz daha kötü, 42'ye ulaşmış. Her iki ülkede de gelir dağılımındaki bozulma 2013 yılından sonra hızlanmış.
Nüfusun en zengin yüzde 1'i İran'da gelirin yüzde 18'ini alıyor, Türkiye'de yüzde 19'unu. Nüfusun en zengin yüzde 10'u İran'da gelirin yüzde 52'sini alıyor, Türkiye'de yüzde 53'ünü. Nüfusun en yoksul yüzde 50'sine İran'da gelirin yüzde 13'ü kalıyor, Türkiye'de yüzde 14'ü.
Üretimin sektörel dağılımı da benzerlik gösteriyor. Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYH) içinde tarımın payı her iki ülkede de yüzde 7 dolaylarında. Sanayi ve inşaat İran'da yüzde 35, Türkiye'de yüzde 32 kadar. Hizmetler İran'da yüzde 55, Türkiye'de yüzde 60 paya sahip.
Bu benzerlik istihdama da yansıyor. Tarım istihdamı İran'da yüzde 16, Türkiye'de yüzde 17, sanayi ve inşaat istihdamı İran'da yüzde 35, Türkiye'de yüzde 28 civarında. İşsizlik oranı her iki ülkede de yüzde 11 dolaylarında.
Tabii İran'daki istatistiklerin Türkiye İstatistik Kurumu'na (TÜİK) göre ne kadar güvenli olduğunu bilemiyoruz.
İran sanayiinde petrol, petrokimya, çelik, bakır ürünleri, otomotiv, elektrikli ev eşyaları, telekomünikasyon, kâğıt, lastik, ilaç, gıda, tekstil üretimi önemli. Savunma sanayii gelişmiş. Aralarında NATO üyeleri de olan 57 ülkeye silah satıyor. Batı Asya'da sanayide en çok robot kullanan ülke olduğu belirtiliyor.
Ambargo nedeniyle İran'ın dış ticaret hacmi Türkiye'nin üçte biri kadar. Ancak İran'ın ihracatı ithalatının iki katına yakın. Buna karşılık İran'ın borçları da Türkiye'nin borçlarının iki katına yakın.
Enflasyon oranı Türkiye'de yüzde 80'lerdeyken İran'da yüzde 50'lerde. Yine de, özellikle Türk Lirası'nın (TL) değeri bu kadar düştükten sonra, Türkiye'de fiyatların daha düşük olduğu söylenebilir. Bir kişinin günlük gıda ihtiyacını karşılamak için Türkiye'de 4,1 dolar yeterliyken, İran'da 5,2 dolar harcamak gerekiyor.
Çözülemeyen sosyal sorunlar
İki ülkenin askeri harcamaları da benziyor, aşağı yukarı 20 milyar dolar kadar. 2022 yılında, 50 gösterge kullanılarak hazırlanan askeri güç sıralamasında Türkiye 13., İran 14. sırada geliyor. Avustralya'daki Ekonomi ve Barış Enstitüsü'nün (IEP) 23 gösterge kullanarak hazırladığı, barışçı ülkeler sıralamasında iki ülke de en altlarda, İran 141., Türkiye 145. sırada.
Sosyal göstergelerin de genel olarak yakın olduğu söylenebilir. İran'ın nüfusu yılda yüzde 1,3 oranında artıyor, Türkiye'nin nüfusu yüzde 1,1. Her iki ülkede de nüfusun yüzde 75'i kentlerde yaşıyor. Doğuşta yaşam umudu İran'da 74, Türkiye'de 76 yıl.
İran'ın eğitim göstergeleri biraz daha iyi gibi. Türkiye'de yaşayan insanlar ortalama 8,6 yıl eğitim görürken, İran'da ortalama eğitim süresi 10,6 yıl. Dünyanın en iyi 500 üniversitesi arasında İran'dan iki üniversite varken, Türkiye'de hiçbir üniversite artık bu gruba giremiyor. Oysa Türkiye'den beş üniversitenin girdiği dönemler olmuştu.
Eğitimden söz ederken biraz utanç verici bir göstergeyi de belirtmek lazım. Türkiye'de kadınlar erkeklerden ortalama 1,5 yıl daha az eğitim görüyor. Oysa İran'da kadın ve erkeklerin ortalama eğitim süreleri eşit. Ayrıca parlamentodaki kadın oranı Türkiye'de yüzde 17, İran'da yüzde 26.
İran'da yolsuzlukların Türkiye'den daha çok olduğu anlaşılıyor. Uluslararası Şeffaflık Örgütü'nün hazırladığı Yolsuzluk Algısı Endeksine göre, Türkiye 180 ülke arasında 38 puanla 96. sırada, İran 25 puanla 150. sırada. Her iki ülke de 43 puan olan dünya ortalamasının altında.
Şiddete dair göstergelerde Türkiye'nin daha kötü durumda olduğu görülüyor. Türkiye'de 100 bin nüfusta 2,40 cinayet işleniyor, İran'da 2,19. Türkiye'de her 100 bin kişiden 349'u hapiste, İran'da 228 kişi. Bu göstergeler iki ülkede de yüksek.
Tarihteki kesişme noktaları
Türkiye ile İran'ın tarihleri çok farklı olsa da, bazı benzerlikler yakalamak mümkün. Mesela iki ülkede de, Çarlık Rusya'sındaki 1905 devriminin de etkisiyle, yirminci yüzyılın başlarında meşrutiyet yanlısı hareketler güç kazanmıştı. 1908 yılında Osmanlı'da bir grup gözü kara askerin isyanı, korkaklığıyla tanınan bir hükümdarın boyun eğmesine yetmişti.
Oysa İran'da meşrutiyet için, Osmanlı'dan iki yıl önce, 1906 yılında ulemanın, tüccarların ve eşrafın başını çektiği uzun bir mücadele dönemi yaşanmıştı. Devlet güçleri şiddetli tepki vermiş, ülkenin her tarafında çatışmalar çıkmış, teslim olmayı reddeden binlerce insan İngiltere Büyükelçiliği bahçesine sığınmıştı. O dönemde mollalar İngiltere Büyükelçiliğine sığınanlar arasında olduğu halde, şimdiki mollaların protestocu gençleri Amerika Birleşik Devletleri (ABD), İngiltere ajanlığıyla suçlamasına ne demeli?
İki ülkenin tarihleri arasında diğer bir benzer dönem de yaklaşık kırk yıl önce yaşandı. ABD'nin Sovyetler Birliği'ni yıkmak için etrafında İslamcı yönetimlerden oluşan bir yeşil kuşak oluşturma projesi yürürlüğe sokulmuştu.
Türkiye'de projenin uygulayıcısı Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) oldu. Askerler, 1980'de yaptıkları darbe ile dindar ve uysal bir halk yaratmak için ülkedeki her türlü sol hareketi en gaddar yöntemlerle bastırdılar. Ülkenin her tarafında dincilerin öne çıkmasını sağladılar. 12 Eylül'e toz kondurmayan emekli paşaların günümüzde dincilerden şikâyet etmesine ne demeli?
Türkiye'den bir yıl önce, 1979 yılında, İran'da yine bir devrim yaşandı. Mollaların başını çektiği ve hemen tüm siyasi grupları kapsayan bir mücadele sürdürüldü. Devlet güçleri uzun süre dirense de, isyancılara teslim olmak ya da katılmak zorunda kaldı. İran'da İslami yönetim kuruldu.
İran'da yine ülkeyi sarsacak güçte bir hareketlilik yaşanıyor. Nereye varacağı bilinmez ama İran'daki hareketlenmeler bütün bölgede derin etkilere yol açar. "Zen zendegi azadi" (Kadın, hayat, özgürlük) sloganının bütün bölge ülkelerinde duyulduğuna kuşku yok.
Türkiye'de çevre ülkelere karşı bir ilgisizlik –hatta biraz da küçümseme- hali yaygındır. Son sıralar İbni Haldun'a ait olduğu söylenen 'coğrafya kaderdir' lafı tekerleme gibi yerli yersiz kullanılıyor. 14. yüzyılda belki ama 21. yüzyılda coğrafya tabii ki kader değildir. Yine de bu coğrafyada her kitlesel hareket birbirini etkiler, her devlet birbirine bakarak tavır alır. (BD/SD)