“Suriye'yi anlamanın yolu Irak'tan geçer!”
Louis Yako Iraklı-Amerikalı bağımsız bir yazar, şair, kültürel antropolog, gazeteci ve araştırmacı. Bu cümle Counterpunch dergisinde yayınlanan yazısının başlığı. Yako yazıda, tam on yıllık sürgünden sonra gittiği ülkesi Irak'tan izlenimlerini paylaşıyor.
Aslında "Suriye'yi anlamanın yolu Irak'tan geçer" ibaresi bölgeyi bilen pek çok kişinin hemfikir olacağı bir görüş.
Bugün yaşadıklarımız 2003 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) Irak'ı işgali ile başladı. Dönemin ABD Başkanı George W. Bush ve İngiltere Başbakanı Tony Blair ikilisinin aslı olmayan "Irak'ta Kitle İmha Silahları Var” yalanı üzerine kurulan akıl almaz bir senaryonun gözümüzün önünde oynanmasını hepimiz seyrettik.
Afganistan henüz bitmemiş bir savaş olarak orta yerde dururken ABD Irak'ta yeni bir cephe açtı. Silah sanayisi ile ayakta duran ABD ekonomisi doymak bilmez bir canavar misali yeni savaşlar peşindeydi.
Irak savaşı da bitmedi, ama bitmiş gibi davranıldı. Zaten Ortadoğu'da her şeyin “mış gibi” olduğu döneme böyle girildi, ve hala da böyle devam ediyor.
Louis Yako kendi izlenimlerini anlattıktan sonra, yazısının devamında bir dizi Iraklının anlatılarına yer vermiş. Hepsi gerçek kişiler ancak Yako adlarını değiştirmiş.
Her bölge insanı gibi o da gerçek kimliğinle var olup söz etmenin çok tehlikeli bir faaliyet olduğunu biliyor elbette.
Yazıda Lübnanlı şarkıcı Feyruz'un çok ünlü olan bir şarkısının sözlerini yazmış: Benim Evim, Senin Evindir.
Bu şarkısında Feyruz, aslında Tanrı'ya yakınmaktadır:
Benim evim, senin evindir artık, kimsem yok başka
O kadar çok çağırdım ki adını
Ufuk büyüdü ve genişledi sanki
Kapımın önünde bekledim seni
Ve de tüm kapıların önünde
Güneş batarken yazdım sana acılarımı,
Beni görmezden gelme, unutma beni
Senden başka kimsem yok,
Beni unutma
Ülkem bir sürgün yeri oldu,
Dikenli çalılar kapladı yolumu
Bu gece beni kollayacak birini yolla
Feyruz bu şarkıyı 1972’de, Lübnan iç savaşı başlamadan üç yıl önce yazmıştı. Tüm sanatçılar gibi sezgileri ona olacakları fısıldamıştı.
Beş duyusundan fazlasını kullanabilen sanatkarlar gelecek felaketleri de önceden bilme yeteneğine sahiptirler. Keşke onları daha ciddiye alıp, seslerine kulak verebilseydik.
Anayurt, sürgün ve gelecek konuşuyorlar
Deema: Londra'da kendimi çok yalnız hissediyorum. Yazmak istediğim çok kitap var, ama bütün yaşadıklarımdan sonra özgüvenimi yitirdiğimi fark ettim. Yazmak için kendine güvenmen gerekiyor.
Evliliğe inanmadığım için evlenmedim. Her hangi bir akademik görevim yok, aslında hala hiçbir işim yok. Irak'ta üniversitede beni tanıyanların gözünde güçlü, akıllı bir kadındım, burada ise sadece iş arayan, başarısız olmuş birisiyim.
Bu da bana çok zor geliyor. Ortadoğu'da, hatta dünyanın pek çok yerinde kadınlar iki rol modeliyle tanımlanırlar, ya iyi bir eş ve anne, ya da başarılı bir iş kadını... Bugünkü durumumda ise ben her ikisi de değilim.
Farah: Irak'taki güllerin ne kadar güzel koktuğunu sen de bilirsin. Irak gülleri gibi kokan başka bir güle rastlamadım. 2003 yılında kız kardeşim vefat ettiğinde onun cenazesine katılmak için Irak'a gittim. Annemin eskiden oturduğu evin bahçesinde çok güzel güller vardı. Onlardan topladım ve sıkıca sarıp sarmalayarak Londra'ya getirdim. Onları buradaki bahçeme diktim.
Güller büyüdü ve çiçek açtılar ama ne yazık ki kokuları aynı değildi. Herhangi bir Londra gülü gibi kokuyorlardı. Ana yurdum benim için artık sevdiklerimin kemiklerinin gömüldüğü toprak, bir zamanlar anılarımızın yeşerdiği yerler, bugün uzak birer anı sadece. Hepsi bu...
Şirin: Sürgünde yaşamak çok zor. Londra'da çalıştığım üniversitede öğle yemeğine gitmiyorum. Yaşadıklarımdan dolayı Batılı kişiler karşısında kendimi ezik hissediyorum. Aramızda kültürel olarak uçurumlar var. Alışmam çok zor oldu. Gençler belki daha çabuk ayak uydurdular. Burada çalışan diğer akademikler öğlen yemeğe giderken bana da haber veriyorlar. Gitmemek için her zaman bir mazeret uyduruyorum.
Gittiğim zamanlar konuştukları konular, ilgi alanları, günlük yaşantıları bana o kadar yabancı geliyor ki, konuşmuyorum. Sadece gülümsüyorum, ortak bir konu bulamadığım için, yoksa onları dışlamak istemem. Oysa daha önce Bağdat'da konumum çok farklıydı, orada tek bir kelime bile etmesem insanlar benim ne düşündüğümü anlardı.
Burada insan sürekli kendisini pazarlamak zorunda, fonlar , paralar, burslar için. Bütün bunlara karşın bir kadın olarak daha rahat ve daha özgürüm.
İssa: Bütün dünyada eğer işin varsa, evin varsa ve o ülkede yasalar varsa, orada kendini evinde hissedebilirsin. Sürgüne giden herkes böyle düşünerek gitti. Ama bir yerin anayurdun olması ile başka bir ülkede yaşıyor olmak aynı şey değil.
Onun için benim tek bir anayurdum var, o da Irak. Diğer yandan bana yardım eden beni koruyan Ürdün devletine de saygı duyuyorum, burası da benim yeni evim. Sürgünle baş etmenin yollarından birisi de birbirimizden kopmamak, yabancılaşmamak. Uğrunda savaşmaya değecek tek gerçek bu.
Kareem: Anayurt anılarımız demektir. Çocukluk, gençlik. Benim en büyük hayalim Irak'ın sosyal olarak barışık ve güvenli bir yer olması. Etnik çatışmaların sona ermesini istiyorum.
Günün birinde geri dönmek istiyorum ama haberlere bakınca moralim bozuluyor. Amman’da ölmekten korkuyorum. 2013 yılında annemin kaybı benim içim Irak'ın kaybı ile eş değerdeydi. Anne ait olmaktır, herkes annesine aittir, ülken de sembolik olarak annendir. Annenin verdiği bir çok şeyi ülken de bulursun: Sevgi ve iyilik.
Hanadi: Benim gelecekle ilgili en büyük umudum bu ideolojik, politik ve dini oyunun bitmesi. Ben Iraklıların zaman içinde uyanıp, etnik, dini ve mezhepsel ayrımlar yerine, anayurtlarına eşit vatandaşlar olarak sahip çıkacaklarına inanıyorum. Zaman alacak ama olacak.
Hala: Savaş ve sürgün bana kendimi sevmeyi öğretti. Kendimle ve diğer insanlarla barıştım. Affetmeyi ve kötülüğe iyilikle karşılık vermeyi öğrendim. Sürgün de pek şey öğrendim ama çok değerli bir şeyimi de elimden aldı; dünyada en sevdiğim adamı, babamı, ölmeden önce Bağdat'ta göremedim.
Kızlarını ve oğullarını hiç ayrım yapmadan severdi, benim biyoloji okumama karşı çıkmadı. Karamsar olmak istemem ama Irak'ın düzelebileceğine inanmıyorum. İnsanlar arasında çok fazla nefret ve intikam hisleri var. İnsanların zaman içinde birbirleriyle konuşarak yaralarını sarmaları ve birbirlerini affetmeleri için bilinçli olmaları gerek.
Sameera: Anayurdumuzu ne kadar seversek sevelim, o yurt beni ret ediyorsa, benim var olmama izin vermiyorsa, o zaman anayurdun tanımı da değişmeli. Ben şimdi Bağdat'a gittiğim zaman kendimi yabancı gibi hissediyorum. Kendi ailem bile değişti. Bağdat sokaklarında dolaşırken hala ağlıyorum ama benim de bir onurum var ve daha iyi bir yaşam istiyorum.
Şimdi kendimi eskisinden daha fazla seviyor ve kolluyorum. Sürgün bana kendi ülkemin vereceklerinden daha fazlasını veriyor. Yabancılaşmayı yenmek mümkün. Yeni dostlar, yeni yaşam biçimleri, yeni ilgi alanları bulmak ve sağlıklı ilişkiler kurmak mümkün. Irak bana bugün bunları vermiyorsa, ben de giderim.
Abbas: Irak artık yurdum değil. Yabancı bir yer. Bağdat'ta insanın hiçbir değeri yok. Kürdistan'da daha fazla saygı görüyorum. Ülkemin tümüyle yıkılmış olmasından derin bir üzüntü duyuyorum. Biz Bağdat'ın her yerinde gezer, her yerini dolaşırken mutlu olurduk. Bu şekilde yok edileceğini, Irak'ın bu kadar çirkin bir hale geleceğini hiç düşünmemiştim. On iki yıldır hiç geri gitmedim, gitmem de. Şehrimin ne hale geldiğini kendi gözlerimle görmek istemem ( bunları söylerken ağlamaya başladı).
Ömer: Benim için ana yurdun tarifi sinik ve acı dolu. İki evim var, biri Bağdat’ta diğeri Anbar'da ve ben Erbil'de kirayla tuttuğum bir evde yaşıyorum. İki evim var ama mezhepsel çatışmalar ve şiddet nedeniyle evsizim. Bağdat'tan mezhep çatışmaları nedeniyle kaçtım ama bana yer değiştirenlere verdikleri yardım parasını da vermiyorlar. Çünkü benim yerim Bağdat'mış!
Sadık: Anayurt benim için kaybolan bir rüya, bu kayıptan geride kalan ise sürgün. Bütün yaşamını sürdürmek zorunda olduğun bir asansöre tanımadığın insanlarla kapatılmak gibi. O asansör durup da inene kadar başka bir şansın yok. O durak da zaten ölüm.
Bugüne kadar yaşadıklarımdan şunu öğrendim anayurt uğrunda savaştığımız ve öldüğümüz bir bayrak değildir. Bayrakları dikenler avcılardır, hiçbir bayrak bir ulusu temsil etmez. Bayrak ve benzeri söylemleri ne kadar yüksek sesle söylersek, kendi vatanımızda bir o kadar güvensiz ve zayıf oluyoruz. Oysa gerçek çok basit: bir anne ölüm döşeğinde bile oğluna “dikkat et oğlum, üstün açık uyuma” der, anavatanın gerçeği budur.
Güzel kokulu güller
Tanıklıklar böyle sürüp gidiyor. Bağdat, bir zamanlar Dicle'nin incisi, İslam dünyasının bilgi merkezi. Yakılmış kütüphaneler, talan edilmiş kültürel miras, soyulan müzeler, yaşanmayan evler ve yok olan güzel kokulu güller...
Bütün güzel kokuların yeniden yeşerdiği, Dicle ve Fırat'ın insanlara gözyaşı değil, verimli topraklara su verdiği günlerin gelmesi dileği ile... (MUT/BA)
(Son)
MELEK ULUGAY TAYLAN'IN YAZI DİZİSİ
* Suriye-Irak: Gitmek mi, Kalmak mı?
* Khaled Khalifa: Suriye'de Kalmak Bana Güç Veriyor