“Dünün teröristi bugünün kahramanı, dünün kahramanı bugünün teröristi olur. Her gün değişen imgelerle dolu dünyada, terörizmin ne olup olmadığını bilebilmek için kafamızı doğru kullanarak düşünmek zorundayız. Resmi ağızla konuşanlar terörizmi hiçbir zaman tanımlamazlar, çünkü tanımlama belli bir analize, anlayışa ve tutarlılığa dayanır, bağlayıcı olur...
“Tanımının olmaması resmi ağızla konuşanların küresel düzeyde terörist yorumları yapmalarını engellemez... Terörizmin düzene karşı, Batı uygarlığının ahlaki değerlerine ve tüm insanlığa tehdit oluşturan bir tehlike olarak yorumlanması onlara göre geçerlidir...
“Bu kişilerde teröristlerin nerede olduğunu ve nasıl vurulacağını bildiren bir tür gizemli bilgi de vardır. İnsanların neden terörizme yöneldiklerini araştırmazlar. Resmi ağızların onayladığı grupların terörünü alkışlamamız, onaylamadıklarını ise lanetlememiz gerekir.. Yandaş hükümetlerin terörü ise her zaman saf dışıdır...”
İkbal Ahmet, Ekim 12, 1998, Colorado Üniversitesi’ndeki konuşmasından
Rumsfield’den sorgu tekniklerine onay
Irak savaşına hazırlanma döneminde, 27 Kasım 2002’de, ABD Savunma Bakanlığından dönemin Savunma Bakanı Rumsfield'e imzalaması için bir Eylem Notu (Action Memo) gönderildi: Direniş karşıtı teknikler (Counter-Resistance Techniques ).
Bu belge Guantanamo ve Irak'taki tutukevlerinde bulunan mahkumlara uygulanacak sorgulama yöntemleri ile ilgiliydi.
Bu belgede üç ayrı kategoride sınıflandırılan sorgulama yöntemleri belirleniyordu. Birinci kategoride en yumuşak, ikincide orta, üçüncüde ise en sert yöntemler söz konusuydu.
ABD istihbaratı genellikle birinci ve ikinci kategoride yer alan yöntemlerin kullanılmasını, bazı özel durumlarda ise üçüncü kategoride yer alan dördüncü tekniği öneriyordu.
Rumsfield bu belgeyi imzalayarak Irak hapishanelerinde uygulanacak olan sorgulama teknik ve uygulamalarını onaylamış oldu.
Uygulamalar
Irak'ta söz konusu yöntemler 2003 yılından itibaren uygulanmaya başlandı. ABD askerleri, genellikle gece saatlerinde kapıları kırıp evlere giriyor, evdeki tüm insanları birkaç askerin denetiminde bir odada topluyor ve evde arama yapıyordu.
Bu arama sırasında evdeki tüm eşyalar, dolaplar vb. kullanım araçları kullanılamayacak şekilde tahrip ediliyor, özel eşyalar parçalanıyor ve evdeki erkeklerin bazen tümü, elleri arkalarından bağlanmak suretiyle alıp götürülüyordu.
Bunların arasındaki yaşlılar ve engelliler de aynı şekilde bağlanarak, kullandıkları ilaçları bile almalarına izin verilmeden üstlerindeki pijamaları ile silahlar eşliğinde kamyonlara dolduruluyordu.
Bu yöntemler, İsrail ordusu tarafından Filistinlilere karşı yapılanlarla yarışacak düzeydeydi.
Ebu Gureyb
Irak'ta değişik bölgelerde tutukevleri inşa edildiği, Ebu Gureyb gibi Saddam Hüseyin zamanından kullanılan işkencehanelerin de devreye sokulduğu biliniyordu. Ebu Gureyb, ABD işgali boyunca Irak'ta ağır işkencelerin sistematik olarak yapıldığı bir yere dönüştü.
Bu uygulamalar arasında bazıları, tutuklu kişilerin onur ve haysiyeti ile oynamak, onların manevi değerlerini hiçe sayarak aşağılamak üzere kurulmuştu.
Birkaç örnek vermek gerekirse: erkek tutuklulara zorla kadın iç çamaşırları giydirmek ve sonra fotoğraflarını çekmek; gruplar halinde erkek tutukluyu mastürbasyon yapmaya zorlamak ve bu durumun videosunu ve fotolarını çekmek; erkek tutukluları üst üste yığdıktan sonra tepelerine çıkıp zıplamak; çıplak tutukluların boyunlarına köpek tasması takıp kadın polislerin onları gezdirmesi ve kayış elde poz vermesi; erkek bir gardiyanın kadın bir tutukluyla cinsel ilişkiye girmesi ve erkeklere bunu izlettirmek vb.
İşkence raporu hasıraltı
Bu işkence yöntemlerinin uygulandığını ortaya çıkaran General Antonio Taguba'nın bu işkencelerin sistematik bir şekilde uygulandığını anlattığı raporu GİZLİ ibaresiyle hasıraltı edildi.
Bu çabalara rağmen Taguba raporu sızdırıldı ve ABD'nin ünlü televizyon programı 60 Dakika'da tüm fotoğraflarla birlikte yayınlandı.
ABD yetkilileri hemen savunmaya geçtiler. Birkaç “çürük elma” nedeniyle bütün orduyu yaralamak gereksizdi.
Savaş politik bir eylemdir
Ebu Gureyb politik açıdan büyük bir darbeydi. Bu olayın açığa çıkmasından sonra ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesi'nin bölge haklarının esenliği ve özgürlüğü için yapılan zararsız bir savaş olduğunu iddia etmesi imkansız oldu.
Irak’ta savaş sürüyordu, ama bu savaşın bölgenin diğer ülkeleri için bir model olması söz konusu olamazdı. Ortadoğu'ya uzanan yol, Bağdat’ta çıkmaz sokağa saplanmıştı.
2004’te General Sanchez ve Paul Bremer Irak'tan ayrıldılar.
İşkencenin sorumlusu
Bush, 28 Haziran 2004'te Irak'ın artık bağımsız bir ülke olduğunu ve Bremer'den sonra atanacak kişinin ABD elçisi olarak görev yapacağını açıkladı.
Bağımsız Irak'ta 160 bin yabancı asker operasyonlar yapmaya devam ediyordu.
Irak halkına yapılan işkencelerin sorumlusu olarak General Janis Karpinski ilan edildi ve askeri mahkemede yargılanmaya başlandı.
Bush yine başkan
Irak'ta savaş bütün şiddetiyle sürerken ABD'nin asker kayıpları artıyordu. 2014 ortalarında ABD'nin asker kayıpları 1000'i geçmişti. 2014 boyunca her ay yaralanan asker sayısı ortalama ayda 668’i buluyordu.
Mali olarak masraflar ayda 7 milyar dolardı ve koalisyon ülkelerinden hiç katkı gelmiyordu.
Bush böyle bir ortamda seçime gitti ve ikinci kez başkanlığa seçildi. Aynı gün yaptığı konuşmada ABD'nin bütün dünyada zulmün ortadan kalkması için mücadeleye devam edeceğini söyledi.
Zulmü yapanların zulmü ortadan kaldırdığı tarihte pek görülmese de dünya sessiz kalmayı yeğledi. Usama Bin Ladin'in önü açılmıştı.
Kutsal görev Irak yeniden
Bush, yeniden başkan seçilmesini kendisine verilen kutsal bir görev olarak yorumlamayı tercih etti. ABD'nin içinde bulunduğu durum ilahi bir gücün desteği olmadan düzelecek gibi değildi.
Irak’taki insan hakları ihlalleri, Cenevre Konvansiyonun çiğnenmesi vb. sorunlar ABD yönetimini zorlarken, ordu ve Pentagon, Washington ve Dışişleri, FBI ve CIA gibi temel kurumlar arasındaki ilişkiler de geriliyordu.
Ortada bir takım “suç”lar vardı ve birileri sorumlu olmalıydı? Ama kim?
”İlahi güç”
Başkan Bush, bu tür soruları savuşturmak için yüce Amerikan halkının büyüklüğüne, kadın ve erkek her bireyin haklarına duydukları saygıdan söz ederken çıtayı biraz daha yükseltti ve şöyle dedi: “Kurulduğumuz günden beri dünya üzerindeki tüm insanların onuru ve değerini her şeyin üstünde tuttuk, çünkü onlar cenneti ve dünyayı yaratan ilahi gücün sureti.”
Bush'un Amerikan ideallerini yayarak tiranlığa son verme beklentisi ile Usama Bin Ladin'in İslami kurallara dayalı bir hilafet kurmak istemesi, aslında birbirlerinden beslenen iki karşıt görüş olarak Ortadoğu'nun kaderinin kanla yazılmasının önünü açtı.
Olmayan Irak Planı
Haziran 2004’te General George. W. Casey, General Ricardo Sanchez'in yerine Bağdat'a geldiğinde çok şaşırtıcı bir tablo ile karşılaştı.
Ortada Irak'la ilgili her hangi bir plan yoktu. Varılmak istenen hedef neydi? Bu hedefe ulaşmak için kullanılacak araçlar nelerdi?
Vietnam'da ölen bir generalin oğlu olan Casey, Bağdat’taki durumu gördüğünde Washington'daki sivil yönetimin gerçeklerle bağdaşmayan beklentiler içinde olduklarını hemen anladı.
Başkan Bush, “özgürlük” teması üzerinde ilerlemek isterken, Rumsfield bir an önce Irak’taki işin bitirilmesini istiyordu.
Casey planı
Casey her iki tarafın da görüşlerine yer veren bir plan oluşturdu. ABD'nin amacını “düşmanı yenmek” yerine, “güvenliğin sağlanması” olarak değiştirdi: “Güvenlik istiyorsanız, istihbaratınız olmalı, bunun içinde insanların hem ayaklanmaya, hem de koalisyon güçlerine karşı plana bakış açılarını değiştirmeniz gerek.”
Casey'in bu yaklaşımı üç temel varsayım üzerine kuruluydu.
Birincisi ve en önemlisi adı Irak olan ve kendilerini “Iraklı” olarak tanımlayan insanların yaşadığı bir ulus devletin varlığını kabul etmek.
İkincisi ülkedeki yabancı güçlerinin varlığını daha yumuşak yöntemler kullanarak, hiç değilse katlanabilir kılmak.
Üçüncüsü Irak’ta sağlanacak olumlu hava sayesinde Washington'un nefes almasını sağlamak.
Her üç varsayımın da ne kadar geçerli olduğu sorgulanabilirdi.
Direnişçiler
Bağdat'ın koalisyon güçlerinin eline geçmesinin üzerinden iki yıl geçmesine rağmen Irak’taki silahlı direniş hareketi tüm gücüyle sürüyordu. Sünni “isyancılar” ülkedeki Şii çoğunluğun iktidarı ele geçirmesinden, Şiiler ülkedeki işgalin sürüyor olmasından hoşnut değildi.
Bu durumdan tek hoşnut olanlar ülkedeki yabancı uyruklu İslamcı cihatçı gruplardı. Komşu ülkelerden ve daha uzak Arap ülkelerinden gelen cihatçılar liderleri Ebu Musa El Zarkawi'nin önderliğinde El Kaide'nin Irak kolunu oluşturmak için yoğun bir çalışma içindeydiler.
ABD’nin üç görevi
Irak’taki koalisyon güçleri 32 ay boyunca general Casey'in komutası altında güvenliğin sağlanması için çabaladılar. Silahlı ayaklanma olanca hızıyla genişleyerek sürüyor, Casey ise Washington'a yazdığı raporlarda ABD askerlerinin bir yıl içinde Irak'tan çekilebileceğini söylüyordu.
CENTCOM komutanı Abizaid ise tam aynı görüşte olmadığından ve Irak’ta ABD'ni bekleyen üç görevden söz ediyordu.
Birincisi El Kaide ve benzeri örgütlerin temizlenmesi, ikincisi İran'ın bölgede giderek artan hegemonya kurma isteğini engellemesi, üçüncüsü ise İsrail Arap çatışmasına kapsamlı bir çözüm üretilmesi.
CENTCOM komutanı için Irak bölgedeki sorunların sadece biriydi. ABD bölgedeki stratejisini gözden geçirmek zorundaydı.
Asla denmez denen
2005- 2006 yılları arasında Irak'ta yaşananlar, olumlu yorumları doğrular nitelikte değildi.
Seçimler, yeni anayasa, yeni hükumet çalışmaları Irak’taki silahlı ayaklanmayı durdurabilmiş değildi. Yaralanan ABD asker sayısı 22 bini bulmuş ve ABD, Vietnam Savaşı'ndan sonra asla bir daha olmaz dediği durumu bir kez daha yaşamaya başlamıştı.
Ufukta bir zafer görünmüyor, tam tersine uzun soluklu bir savaşa doğru hızla yol alınıyordu.
Mezhep savaşları
22 Şubat 2006'da Irak'ın Samarra kentinde Şiilerin kutsal mekanlarından El Askari Camii havaya uçuruldu.
Buna karşılık olarak Şiiler onlarca Sünni camiye saldırdılar. Irak, mezhep ayrılıklarının körüklediği bir iç savaşa sürüklenirken, Casey Irak’taki gelişmelerin öncekilerden farklı ve daha vahim bir noktaya geldiğini itiraf etti.
Amerikan siyasetçileri böyle bir sonuç beklemiyorlardı. Irak’taki mezhep savaşları İran'ın bölgedeki gücünü arttırmış ve ABD'nin elini zayıflatmıştı.
Bush kadroyu değiştiriyor
Bush ve Rumsfield'in savaşı, Amerikan halkı için popülerliğini kaybetmeye başlayınca, Bush bir gün içinde Savunma Bakanı Rumsfield'i görevden aldı ve yerine daha ılımlı görüşleri olan Robert Graves geldi.
Casey Bağdat’taki oyunu kaybetmişti. Ocak 2007'de Bush, General David Patraeus'u Casey'in yerine atadı.
Casey haksızlığa uğradığını düşünüyordu. Pentagon bütün olanaklarını kullanarak generalin isteklerini karşılamıştı. Ancak Irak’taki askeri gereksinimleri ordunun imkanları ile karşılamak olanaksız hale geldiğinden özel güvenlik firmaları devreye girmek zorundaydı.
Paralı askerler dönemi
Paralı askerler dönemi böyle başladı.
2006 sonunda, Irak’ta savaşan ABD güçlerinin yüzde 40'ı Amerikalı olmayan paralı askerlerden oluşuyordu.
Yabancı askerleri emir komuta zinciri altında tutmak sanıldığı kadar kolay olmadı. Ordunun amaçları ve komutları ile bizzat savaşanların sahada uyguladıkları yöntemler uyuşmuyordu. Yukarıdan verilen emirler birliklerde uygulanmadı.
Clauzewitz'in ünlü deyimiyle “savaş, karşı tarafa kendi iradenizi dayatmak için yapılır” ancak bunu yapabilmek için ilk önce kendi altınızda savaşanlara iradenizi dayatabilmeniz gerekir.
Petraeus görev başında
David Petraeus 10 Şubat 2007'de Bağdat'a atanan dördüncü komutan olarak göreve başladı.
Petraeus'un işi kolay değildi, başarısız giden bir savaşı allayıp, pullayıp yeniden satmak zorundaydı.
Petraeus, yetenekli bir “satıcı” çıktı, üzerine düşeni yaptı. Petraeus, Irak'a Özgürlük Operasyonu başında 101. Hava Tümeni'nde görev yapmıştı. Saddam'ın devrilmesinden sonra bütün enerjisini kuzeydeki Musul kentinin yeniden inşası için kullandı.
New York Times'da onun bu çabalarını öven yazılar çıktı. Ne var ki Musul'daki bu başarı geçiciydi. Petraeus ayrıldıktan sonra şehir eski kargaşa durumunu aldı.
Casey'in komutanlığı döneminde Irak güvenlik birimlerini eğitmek için yeniden Irak'a döndü. ABD basını ondan “Irak'ı kurtaracak adam” olarak söz etti. On beş ay sonra ayrıldığında Irak kurtarılmamış, ordusunun inşası ise tamamlanmamıştı.
İlk iş güvenli Bağdat
Petraeus 2007’de Irak'a komutan olarak atandığında ilk iş olarak Bağdat'ın güvenliğinin sağlanacağını söyledi. Şehrin en tehlikeli bölgelerinde bile ABD askerleri bulunacaktı.
Bu yöntemle şehirdeki asayiş bir miktar düzeldi. Sivil ve asker ölümleri yüzde 45 azaldı.
Sünniler yeniden kurulacak Irak ordusunda yer almaya istekliydiler. Ancak Petraeus ani bir geri çekilmeden yana değildi, savaş sürüyordu ve yavaş adımlarla Irak'ta bir iyileşmeye gidiliyordu, ama bu başarıları Musul'da olduğu gibi kalıcı değildi, geçiciydi, bu nedenle savaşan taraflara savaşı bitirmek yerine yeni hamleler yapmak için zemin yaratıyordu. (MUT/BA)
ABD'NİN "ORTADOĞU"SU YAZI DİZİSİ
"ABD'nin 'Ortadoğu'su" Başlarken (17 Ekim 2016)
1- Petrol Denilen Kara Kuyu (17 Ekim 2016)
2- İran-Irak Savaşı ve Lübnan İç Savaşı (18 Ekim 2016)
3- Soğuk Savaş, Afganistan, Libya (19 Ekim 2016)
4- Kuveyt'in İşgali ve Körfez Savaşı (20 Ekim 2016)
5- 11 Eylül Saldırısı, Afganistan (21 Ekim 2016)
6- Irak'ın İşgali (22 Ekim 2016)
7- Irak'ta Uzun Soluklu Savaşa Doğru (23 Ekim 2016)
8- ABD Askeri Irak'tan Çekiliyor (24 Ekim 2016)
9- En Çabuk Unutulan Savaş: Afganistan (25 Ekim 2016)
10- Son Perde: Suriye (26 Ekim 2016)
11- Bitirirken; Amerika Nereye Gidiyor? (27 Ekim 2016)