Geçici Koalisyon Yönetimi'nin başkanı Paul Bremer'in imzasıyla yürürlüğe giren, 19 Eylül 2003 tarihli bu "39 no.'lu Kararname" neyin nesi peki?
Karaname, Irak'taki "yabancı yatırımlar"la ilgili yeni kuralları içeren bir belge. Fleisher'in Dicle ve Fırat'ta harikalar yaratacağını söyleyerek göklere çıkardığı, The Economist'in "kapitalistin rüyası" olarak nitelendirdiği bu belge, yabancı yatırımcıların, Irak bankalarının, madenlerinin ve endüstri tesislerinin yüzde 100'üne sahip olabilmesine ve kârlarının yüzde 100'ünü Irak dışına transfer edebilmesine olanak tanıyor. Bu düzenlemeye, ithalat vergilerinin yüzde 5'e düşürülmesi, yani yerli mal ve ürünlerin ithal mal ve ürünler karşısında "rekabet imanı" haricinde tamamen savunmasız kalması eşlik ediyor. Bir de, gelir ve kurum vergilerinde tavanın yüzde 15 olarak belirlenmesi gibi, yabancıları sevindirecek bir başka hüküm söz konusu.
Fleisher'in esip gürlediği Bağdat toplantısında, Irak - Amerikan Ticaret ve Sanayi Odası yöneticilerinden İhsan el Titençi de kürsüye çıkıp görüşlerini açıklıyor ve "Çoğu Iraklı yatırımcı milyoner değil" diyordu. "Başlarına ne geleceğini bilmek istiyorlar. İş yapmaya devam edebilecekler mi? Yoksa dışarıdan gelen biri onları piyasadan silecek mi?" Titençi, kararnamenin Iraklı işadamları ile görüşülmeden, tamamen Bremer'in inisiyatifiyle çıkarıldığını da belirtiyordu.
Titençi'den sonra başka Iraklılar da söz almış ve ülkeye gelecek yabancı şirketlerin Irak şirketleriyle ortaklık anlaşmaları yapması gerektiğini söylemişlerdi. İşte Fleisher bunun üzerine yukarıdaki lafları etmiş, "bu tür kısıtlamalar Irak'ın ekonomik geleceğine zarar verir" demişti.
"39 no.'lu Kararname" hakkında ne düşünüyorlar?
Ülkedeki en büyük ihracat , ithalat şirketlerinden birinin sahibi, 51 yaşındaki Velid Hafız, Iraklıların "kendi ülkelerinde konuk işçiler", "yabancıların köleleri"ne dönüşebileceğini söylüyor.
Ailesinin ticaret geçmişi 1770'lere dayanan (çay ve baharat ticareti) ve büyük dedeleri 1881'de Fırat nehrinin ilk buharlı gemi şirketini kuran, Karady Group'un 38 yaşındaki milyoner yöneticisi Faysal el Çudeyri, "Amerikalılar Irak'ta zaten epey hata yaptılar" diyor. "Ama bu kanun şimdiye kadar yaptıkları en büyük hata. Dinamik etkisi yaratacak bir hata.."
Geçen mart ayında hâlâ 70 kişi çalıştıran ve tesislerinde yüz binlerce tavuk bulunan tavuk eti üreticisi Muhammed Hüseyin, serbest piyasayla bir sorunu olmadığını, ama tesislerinde bir ton tavuk etinin 1000 dolara mâl olduğunu, dışarıdan aynı miktarın dondurulmuş olarak 480 dolara geldiğini belirtiyor. Artık boş tesiste dört çalışanıyla zaman geçiren Hüseyin, "Bu işte tek kurbanın tavuklar olduğunu düşünürdüm. Ama şimdi boğazlanma sırası bana geldi" diyor.
Karaname hakkındaki görüşünü radikal Şii lider Muktada el Sadr ise, "Geri çeksinler, yoksa harekete geçeriz" diye özetliyor. .
1949 Cenevre Sözleşmesi'nin ihlali
ABD'nin de onayladığı 1949 Cenevre Sözleşmesi ve ona temel oluşturan 1907 Hague Kararları, bir ülkeyi işgal eden güçlerin, tersini zorunlu kılacak bir durum olmaması halinde o ülkenin kanunlarına saygı göstermesini şart koşuyor. Kritik öneme sahip milli varlıkların özelleştirilmesini ve yabancıların Irak şirketlerine sahip olmasını yasaklayan Irak Anayasası'nı geçersizleştiren 39 no.'lu Bremer kararnamesiyle, ABD Cenevre Sözleşmesi'ni ihlal etmiş durumda. Mevcut Irak Anayasası ve kanunlarını geçersizleştiren bu gibi kararnamelerin meşruiyetini, 21 Mayıs 2003'de Birleşmiş Milletler'in "Irak'ın işgali"ni tanımış olması sağlamıyor, çünkü o BM kararı nda, işgal güçlerinin, "özellikle 1949 Cenevre Sözleşmesi ve 1907 Lahey Kararları dahil olmak üzere uluslararası hukuktan kaynaklanan yükümlüklere uygun davranma mecburiyeti"nin altı çiziliyor.
26 Mart 2003 tarihinde İngiltere Genel Savcısı Lord Peter Goldsmith tarafından Tony Blair'e yazılan mektupta, Irak'ta "dayatılan temel yapısal iktisadi reformların uluslararası hukuk tarafından onaylanmayacağı"na ilişkin bir uyarı yer almasının altında bu çelişki yatıyor.
Uluslararası hukuk şirketi Norton Rose'un yöneticisi Julie Blanch gibi birçok uluslararası iş ve ticaret hukuku uzmanı, gelecekte bir Irak hükümetinin özelleştirilmiş şirket ve varlıkları tekrar kamulaştırması halinde bunun meşru olacağına ve böyle bir geri dönüşte yabancı yatırımcılar açısından tazminat hakkı doğmayacağına, bu çelişki nedeniyle dikkat çekiyor .
"Volvo! Volvo'yu biliyorum.."
Gazeteci Naomi Klein son makalesi nde, Virginia'nın (ABD) Arlington şehrinde düzenlenen "Irak'ın Yeniden İnşası - 2" panellerinden (http://www.new-fields.com/iraq2/pr1204.htm) izlenimler aktarıyor. Sheraton otelinde düzenlenen panellere Irak'ta iş kapmak için 985 dolar giriş parası bastırıp katılan işadamları, belli ki aynı günlerde Bağdat'taki konferansa katılan Iraklı işadamlarından farklı, onlardan çok daha büyük hedefler peşindeler. Ama "eziklik"te Bağdat'takilerden pek farkları yok. Klein, Irak'ta şimdiden 2.3 milyar civarında tahsilat yapan, ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney'nin eski şirketi Halliburton'un yöneticisi George Sigalos'un Sheraton'da nasıl peşinde büyük bir kalabalıkla dolaştığını anlatıyor; dosyalarını Sigalos'a verebilmek ve onun kartını alabilmek için insanların nasıl birbirlerini çiğnediklerini.. Sigalos'un bir karta gözünün nasıl takıldığını, dönüp "Volvo! Volvo'yu biliyorum. Bölgede neler yapabileceğinizi anlatan bir dosya gönderin" deyişini...
500 milyar dolarlık bir hacme ulaşabileceği (2. Dünya Savaşı'ndan sonra Almanya'nın yeniden inşası için kullanılan kaynağın ardından son 50 - 60 yılda gündeme gelen en müthiş rakam) tahmin edilen Irak'ın yeniden inşası çalışmalarından bir pay kapabilmek için çalınması gereken kapılar arasında, Halliburton ve Bechtel gibi iki ayrıcalıklı şirketin yanı sıra, Irak Geçici Yönetimi, Irak Yönetim Konseyi, Amerikan Dış Yardım Örgütü (USAID) de bulunuyor. Ama paylaşılacak para ne kadar iştah açıcı olursa olsun, bazı sorunlar var.
Irak ideal serbest piyasa laboratuarında kârlılık rekorları kırmayı deneyecek şirketlerin ilk sorunu güvenlik. Eski CIA görevlisi yeni işadamı John MacGaffin, panellerden birinde güvenlikle ilgili sunum yaparken, "Kolay hedef biziz! Hedefin tam ortasındayız" diyor ve çelik yeleklerden kurtarma operasyonlarına kadar şirketinin işadamlarına sunduğu ürün ve hizmetleri anlatıyor.
Klein katılımcılardan birine, korkunun kapitalist ruha gölge düşürdüğünden söz ettiğinde aldığı cevap, "Bir yatırım, en iyi kan hâla yerdeyken yapılır" oluyor. Ama Klein "Irak'a gidecek misin?" diye sorunca adam, "Hayır. Aileme bunu yapamam" diyor.
Sorunların en moral bozucusu güvenlik gibi görünmekle birlikte, kesinlikle çok daha büyük bir sorun söz konusu: uluslararası meşruiyetten yoksunluk da dahil olmak üzere politik riskler ve bu risklerin sigorta şirketlerinin üstlenmeyi göze alamadığı kadar ağır oluşu.
Irak'ta zaman durdu, mucize yolda
Geçici Koalisyon Yönetimi'nin başkanlığını üstlenmeden önce işi politik risk yönetimi, kamulaştırma ve terörizm sigortası olan Paul Bremer'in eski şirketi Marsh & Mc Lennan Companies'den Steven Sadler, "Irak'ta sigorta çözümü aramayın" diyor. "İlgi çok, çok, çok sınırlı."
Güven sorunundan sonra bu temel sorunun katılımcılar arasında giderek daha rahatsız edici hale geldiği dakikalarda, kurtarıcı aniden kürsüye çıkıyor. Overseas Private Investment Corporation 'ın sigorta bölümü başkan yardımcısı Michael Lempres mikrofona eğiliyor ve müjdeyi veriyor: "Sam Amca sizi koruyacak."
"OPIC farklı.. Bizim asıl varoluş nedenimiz kâr yaratmak değil" diyen Lempres ekliyor: "Bizim asıl varoluş nedenimiz, ABD politikalarının desteklenmesi.."
Yabancı ülkelerdeki Amerikan yatırımlarının desteklenmesi amacıyla oluşturulmuş federal bir kurum olan OPIC'in müjdesi, Bağdat'ta Fleisher'in söyledikleriyle öyle bir ikili oluşturuyor ki! Iraklı işadamlarına "Korumacı ekonomiler asla, asla rekabetçi olamaz" diye ders veren Fleisher ve Amerikalı işadamlarına "Merak etmeyin, devlet sizi risklerden koruyacak" diyen Lempres..
Bir kez daha altını çizelim: "Sam Amca'nın koruyacağı", sadece Amerikan şirketleri. Pentagon'un "İşgale muhalefet edenler yeniden inşada iş alamayacak" (Almanya, Çin, Fransa, Kanada, Rusya) açıklamasının ardından bu şu demek oluyor: iş alabilenler de, böylesine riskli bir pazara Amerikan şirketlerine göre büyük dezavantajlarla giriyor olacaklar. Ya da onların devletleri de aynı koruma şemsiyesini onlara sağlayacak.
Bütün bunlar ne demek oluyor? Bir ideal serbest piyasa laboratuarı olarak Irak, şimdiden dünyaya neyi gösteriyor?
Baştan almak gerekirse..
* ABD , "kitle imha silahları var", "dünya için büyük bir tehlike" diyerek işgal ettiği Irak'ta kitle imha silahı bulabildi mi? Bulamadı.
* "11 Eylül olaylarını yapan radikal İslamcılarla bağlantıları var" dediği Saddam yönetimini devirdikten sonra dünya üzerindeki en geniş tabanlı radikal İslamcı hareketlerden "Irak İslam Devrimi Yüksek Konseyi"nin yöneticisi Abdül Aziz el Hekim'i (Örgütün başındaki Ayetullah Muhammed Bekir el Hekim'in kardeşi) kendi eliyle "Irak Yönetim Konseyi'ne koydu mu? Koydu.
* "Halkını ezen diktatör" dediği Saddam'a karşı, elit Cumhuriyet Muhafızları'nın başında Kuveyt'i işgal eden, Saddam'a başkaldıranları en acımasız yöntemlerle ezmekle kalmayıp o günlerini anlattığı "El Zilzal" ("Deprem") diye bir kitap kaleme alan tuğgeneral Necip el Salihi'ye, kucak açtı mı? Açtı.
* Kitle imha silahları tehdidi, fanatik İslamcılarla bağlantı, halkını ezen diktatör söylemlerinin birer retorikten, birer halkla ilişkiler söyleminden öte herhangi bir değeri, önemi, karşılığı var mıydı? Yoktu.
Bunların önemi yoktu. Önemli olanın bambaşka bir şey olduğu, kısa bir süreçte ortaya çıktı. Irak'ta zaman durdu. Herkes ve her şey dondu kaldı. İnsanlar işsiz, evler elektriksiz, tavuk üretim tesisi tavuksuz, telefonlar sessiz, otomobiller benzinsiz.. Irak'ta zaman, "Dicle ve Fırat'ta harikalar yaratacak mucize" gelecek diye, o gelene kadar fuzuli işlerle boşuna zaman harcanmasın diye durdu. Saatin tik taklarını yeniden başlatacak mucizenin, 1 Ocak 2004 günü sınır kapısından girip ilk adımlarını Irak topraklarında atması ve dokunduğu her şeyi altına çevirmeye başlaması bekleniyor. Mucizenin adı, "ideal serbest piyasa".. Onu karşılamak için, neredeyse her şey hazır ve zaten bundan daha hazır asla olunamayacak.
Mucizenin devamlılığının sağlanabilmesi, tarihte eşi benzeri görülmemiş bir sömürü mekanizmasının korunabilmesi için ise, Irak'ta süreci tersine çevirecek bir hükümetin işbaşına gelmemesi gerekiyor. O hükümetin, mevcut Irak Anayasası ve kanunlarına aykırı işgal kanunlarını onaylayacak, meşrulaştıracak bir hükümet olması gerekiyor. Tek yol bu. Böyle bir garanti yoksa, ABD, İngiltere ve Irak'ın talanına katılan diğer devletlerin bunu garantileyecek bir şeyler yapmaması, işi tamamen oluruna bırakması ve bir tür kumar oynamayı göze alması mümkün mü? Dillerinden düşürmedikleri demokrasiyi ve özgürlüğü savunmaları mümkün mü?
Irak şimdi öyle bir laboratuar ki, "iktisat, politika, hukuk ilişkisi" dersinden ha bire çakan en kalın kafalı öğrenciler bile bu laboratuarda gördüklerinden sonra dersten bir günde geçip mezun olacaklardır. (ŞA/EK)