yaşadığımız sorunlardan birisi de bu: hukuk doğru işlediği zamanlarda bile yavaş işliyor bu ülkede.
yavaş işlediği için “adalet” de zamanında sağlanamıyor.
bu hem “adalet duygusunu yaralıyor, hem de bu zaman zarfında yeni hukuksuzlukların yaşanmasına ve yeni mağdurların ortaya çıkmasına yol açıyor.
ne yazık ki bunların hepsi “gezi parkı” örneğinde görüldüğü gündelik yaşamımızın sıradan bir “vak’a-i adiye”si.
“sorun” bitti mi?
hamzaoğlu’na verilen işini yaptığı için verilen “uyarı” cezasının iptali sorunun bittiği anlamına gelmiyor! sorun muhtemelen sürüyor dilovası’nda.
bu yargılama süreci “kirliliğin etkileri”nin sorgulanmasını ikinci plana itti.
ne oldu orada geçen süre içinde?
şu anda neler oluyor gelişmelerden haberdar mıyız?
artık dilovası’nda endüstriyel kirlilik yok mu?
olması gerekenin 3,5 katı kirlilik yaratan ve kanserin artışına yol açan maddeler oradaki havadan arındırıldı mı?
artık yalnız annelerin sütünde değil, o annelerin karnında taşıdığı bebeklerde bu zararlı kirleticilere rastlanmıyor mu?
buna yol açan sanayi tesislerini kuranlar, onlara izin veren yerel ve genel idareciler cezalandırıldı mı?
bunların yanıtı ya “hayır!”; ya da gerçek yanıtları bilemiyoruz.
çünkü bilgiyi üretmenin gerçekleri bilimsel olarak ortaya koymanın önüne geçildi!
üniversite yapması gereken işi yapmaktan alıkonuldu.
bir düzeni, bir sistemi bozmaktan, bir kurumu ortadan kaldırmaktan ne farkı var bunun?
üniversite bilgi üretir, sınar, doğrular
bu kararla bunları yapmanın, kirliliği ortaya koymanın bir “kusurlu” davranış olmayacağı ortaya çıkmıştır.
onu zaten biliyorduk ve yazmıştık:
bilimin, bilim insanının görevidir elbette sürekli sorgulamak, bilginin peşinde koşmak, gerçeği aramak, doğruları kanıtlamak ve toplumu uyarmaktır.
onun yaptıklarının devamını o zaman “idare” yerine getirmeliydi.
yapmadı, yapılmadı, dahası tam tersini yapıldı:
bu görevini yaptığı için suçlandı, cezalandırıldı ve yaptığını sürdürmesi engellendi.
ama tüm bunlar asıl gerçekleri gizlemeye yetmiyor, yetmeyecek!
şimdi onun yaptıklarının sürdürülmesi ve bu arada “iptal” kararıyla birlikte süreci bu şekilde saptıranların da cezalandırılması, en azından bilim insanı olmadıklarının dile getirilmesi, ya davranışlarını değiştirmeleri ya da bulunduğu konumlardan ayrılmaları gerekiyor.
onur hamzaoğlu’na açılan soruşturmanın yetmeyeceğini o zaman söylemiştim.
aynı düşüncemi, söylediklerimi haklı çıkaran bu kararla birlikte genişleterek yineliyorum: onun yaptıklarını yapmayan bilim insanları, onun yaptıklarını engellemek isteyenler üniversite yöneticileri de soruşturulmalı, yargılanmalı, cezalandırılmalıdır.
mağduriyet ortadan kalkmaz...
bunların hepsi yapılsa bile yaşanan kirlilikten mağdur olanların bu mağduriyetleri ortadan kalkmayacak. onların halen yaşadıkları ve gelecekte yaşayacakları sıkıntıları ve olası sağlık sorunları yıllarca belki de artarak sürecek!
ama yine de bunlar yeni mağdurların ortaya çıkmasını, daha da önemlisi yalnızca “kâr”ı hedefleyen bu kapitalist sistemin “insan hakları, insanın yaşamı ve sağlığı” önünde durdurulmasını ve buna boyun eğmesini sağlayabilir.
işte o yüzden önemlidir onur hamzaoğlu’na verilen “uyarı” cezasının iptali! ve işte o yüzden geleceğe dair umudumuzu korumak ve yükseltmek için bir adımdır.
sevgili onur ve onun gibi onurlu bilim insanları şimdi üzerlerine düşen sorumluluğun gereğini bundan sonra da yerine getirmek zorundadırlar.
yapacakları yeni ve daha geniş araştırma ve çalışmalarla yukarıdaki soruların bilimsel yanıtlarını ortaya koymalıdırlar.
yerel ve genel yönetimiyle, üniversitesiyle, sanayisiyle tüm sistemin engellemelerine karşın ilk adım atılmış, ilk baştaki noktaya dönülmüştür.
şimdi bunun arkası da getirilmeli, araştırmanın ortaya koydukları doğrultuda yaşam değiştirilmeli, dönüştürülmelidir.
“gezi parkı direnişi” gibi direnmeli
aslında konuyla ilgili açıklamada atıf yapılan “gezi parkı direnişi” tüm bunların olmasını sağlayacak bir ışık tutmuştur herkese.
çünkü dilovası’nın havasının insanların sağlığını bozacak şekilde kirletilmesi de, gezi parkındaki ağaçların sökülmesi ya da kesilmesi, yeşilin katledilmesi kadar önemli ve “itiraz edilmesi” gereken bir durumdur. eğer “her yer taksim, her yer direniş” sözüne gerçekten sahip çıkılıyorsa, akademisyeniyle, aydınıyla, çevrecisiyle, tüm halkıyla herkesin bu kez de “her yer dilovası, her yer direniş” demesi gereklidir...
tıpkı kapitalizmin insan yaşamına ve sağlığına kastettiği her yerde olduğu gibi.
işte bu yüzden sevgili mehmet ali alabora’nın “sorun yalnız gezi parkı değil” demesi de, profesöründen, öğrencisine kadar tüm hekimlerin “direnenlerin yanında yer almaları” da korkutmaktadır yönetenleri.
salt çoğunluğa dayandıkları gerekçesiyle sahip oldukları erki sınırsız, antidemokratik ve hukuksuz bir şekilde, kullanmalarının önünde durulmaktadır bu örneklerin hepsiyle.
bu durumu“ayakların baş olması” şeklinde algılıyorlar ve korkuyorlar!
korkmalıdırlar; haksızlıklar, yanlışlıklar, kasıtlı uygulamalar oldukça “ayaklar gerçekten baş olacaktır” çünkü!
çünkü onur hamzaoğlu gibi bilim insanları çoğalacak, herkes meşru hakları için yapması gerekenleri korkmadan yapacak; biber gazları, boyalı-ilaçlı sular, ses bombaları, plastik ve boyalı mermiler, hatta gerçek mermilere karşı yalnızca bedenleriyle direnenler her zaman ve her yerde varolacak, gerçekten hukukun üstünlüğünden yana olan yargıçlar da görevinin gereğini yapanların, meşru hakları ve yaşamları için direnenlerin yanında olarak adaletin gerçekleşmesini sağlayacak ve salt kendi çıkarları için erklerini kullananlardan da ya değişecekler, ya da her yerden arınacaklardır.
tarihin çarkını sonsuza kadar geriye doğru döndürmek mümkün değildir, çünkü! (ms/hk)