Devlet ilginç bir kurum, her ayıbını bir diğerinden ayırmakta usta olan merkezi bir yapı. İnsanlık Anıtı'nı ortadan kaldırmak için açılan ihaleye öncelikle bir kayıt numarası verilmiş: "2011/23259". Mesela böylece Hatay'da Jandarma'nın 233 kurşunuyla öldürülen köylülere tazminat verilmesi işi ile karışmıyor bu iş. Keza, İzmir Emniyet Müdürlüğü'nde kendi kendine(!) kafasını yere 2 kez çarparak ölen Alparslan Yelden'in polislerini beraat ettiren Yargıtay dosyasının başka bir kayıt numarası var, Baran Tursun'un başka, sosyolog Pınar Selek'in dosyasının başka. Devletin gözünde, icabına bakılmak üzere profesyonelce sınıflandırılmış işleriz her birimiz.
Aslında, sıradan bir profesyonelleşme şu devlet memurlarınınki, Hannah Arendt'in anlattığı gibi: İhale duyurusunda anıtın yok edilmesi için gereken teçhizatı satır satır listeleyen teknik uzmanları var devletin, o kadar ki, en düşük teklifi veren firmaya "biz daha masraflı hesapladık, siz nasıl bu kadar ucuza yıkacaksınız?" diye sormayı biliyor da heykeli yıkacak para ve emekle Kars'ta kaç ilkokul yenilenir, kaç kitap alınır diye sormuyor, düşünmüyor. Sanat, barış, insanlık... hak getire.
Her ayıp bu denli gözle görülür değil elbet ve devletin ayıplarını onun adına yapan inşaatçı taşeronlar pek yalnız değil. Temizlik işçileri, tersane işçileri, sağlık hizmetleri derken sömürüden geriye ne iş güvenliği kalıyor, ne sendikal haklar. Devlet hem görevlerini hem de sorumluluklarını perakende satıyor. Üniversite harcını ödemek için çalıştığı inşaatta geçtiğimiz Ağustos'ta ölen edebiyat öğrencisi Ömer Çetin ve İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin dış duvarını boyarken Mart başında ölen elektrik elektronik öğrencisi Nesih Taşkın'ın hikayeleri taşeronlaşmanın özeti aslında.
24 Nisan demişken, bazı taşeronların işe alımında ihaleye bile çıkılmadığını da hatırlayalım. 1980 darbesi sonrası ASALA üyelerini öldürmek için başarısızca yurt dışına salınan Abdullah Çatlı, Sabah Ketene ve Hiram Abas öncülüğündeki çeteler aslında devletle bağlantısı yokmuş gibi gösterilen ülkücü kiralık katillerdi. Operasyonların sorumlusu ise Kenan Evren'in MİT'te çalışan kızı Şenay Gürvit'ti. Devlet katında milli bilinci yüksek çocuklara ihale edilen işler Dersim'den bu yana bir gelenektir, malum; Alaattin Çakıcı, Mahmut Yıldırım (Yeşil), Erhan Tuncel ve Ogün Samast da hep bu düzenin gizli çocuklarıdır. Mercedes'ler kaza yapmadıkça, rezalet ayyuka çıkmadıkça onları tanıyan olmaz.
Peki böyle bir geleneğin devamıyla bugün kafası kesilen İnsanlık Anıtı bize ne anlatıyor?
Tüm belediye yöneticileri bilmelidir ki, Ermenistan'la sınır kapısının açılması için imza toplamak, ve sınıra bu kadar yakın bir yerde İnsanlık'ı anmak pek hoş karşılanmaz. Boşuna mı bu devlet için kurşun yenildi, kurşun atıldı. En iyi ihtimalle yaptığınız iş "ucube" diye nitelenir, en kötü ihtimalle hukukuna uydurulur, heykeliniz yıkılır. Otel yaptırsaydınız daha iyiydi, kaçak bile olsa yıkılmaz, Başbakan size öz Türkçe bir isim verir ve kurdelenizi keserdi.
Mutlaka heykel diye ısrar ederseniz, komşu şehir Iğdır'da uçlarını gökyüzüne dönmüş 5 tane kılıçtan ibaret savaş çığırtkanı anıta benzer bir şey yapmalıydınız, girişine birkaç fotoğraf asıp "müze" sıfatıyla Kültür Bakanlığı'nın görülecek yerler listesine girmeniz dahi mümkün. Yoksa ihanetle suçlanırsınız, heykelinizdeki insan figürlerinin Ermeni olup olmadığını bile sorarlar.
Nefret, şiddet ve intikam yerine sevgi ve barışı yüceltmeniz boşuna. Çünkü bu devlet kurulduğundan beri aynı devlet. Son 10 yıldır sanat anlayışı bile değişmedi: hatırlayınız, 2002'de Melih Gökçek'in "ben böyle sanatın içine tüküreyim" deyip depoya kaldırdığı Periler Ülkesi heykelini de Mehmet Aksoy yapmıştı.
Başbakan'ın "ucube" dediği İnsanlık Anıtı da yıllar sonra bir gün yargı kararıyla ait olduğu topraklara döner mi bilinmez ama eminim kendi insanlıklarında umut görenler hiç gitmedikleri Kars'ın bir tepesindeki yıkıntılarda kendi umutlarını bulacaklardır. Heykellerin hapis tutulduğu depolar ise onları yıkanların vicdanı gibi, yine yıllarca karanlıkta kalacak. (NV/EÖ)
* VU Amsterdam, Sosyal Araştırmalar yüksek lisans