*Görsel betimleme: Fotoğrafta, sol tarafta Osamu Dazai'nin portresi yer alıyor. Dazai, düşünceli bir ifadeyle elini yüzüne dayamış durumda. Saçları siyah ve kısa. Sağ tarafta ise altı farklı kitap kapağı sıralanmış. Kitap kapaklarının her biri Osamu Dazai'nin "İnsanlığımı Yitirirken" kitabına ait ve farklı tasarımlarda.
“İnsanlığımı Yitirirken”; daha elinize aldığınızda adıyla etkileyen bir kitap. Japonca orijinal adı “Ningen Shikkaku” olan, İngilizce’ye “No Longer Human” olarak çevrilen roman, Japonya’da bir edebiyat başyapıtı olarak kabul ediliyor.
Osamu Dazai’nin 1948 yılında, intiharından bir ay önce yayımlanan bu romanı Japonya’da Natsume Soseki'nin Kokoro'sundan sonra tüm zamanların en çok satan ikinci romanı. Roman, ülkemizde de çok satan bir kitap.
Yazarın daha önce “Öğrenci Kız”, “Yeşil Bambu” ve “Diğer Fantastik Öyküler” adlı kitaplarını okumuş, bu başyapıtını ise en sona saklamıştım.
Uzun süredir okumaya niyetlendiğim ve türlü nedenlerle aynı kitabı farklı yayınevlerinden almış olmama rağmen elim bir türlü kapağını açmaya gitmiyordu. Çünkü bu incecik kitabın ne kadar ağır olduğunu biliyor, zamanını bekliyordum.
Okuması kolay, sindirmesi zor bir kitap
Bazı satış sitelerinde 13 yaşından itibaren okunabilir denilse de, bu fikirde değilim. Romanda kahramanımız Yozo Oba’nın hikayesi çocukluk döneminden başlayarak anlatılsa da bu yetişkinler için yazılmış bir kitap ve biz büyükler için bile sindirilmesi kolay bir eser değil. İncecik bir kitap olduğu için iki günde bitiririm sanıyorsunuz ama durup düşünmeye o kadar çok vakit harcamanız gerekiyor ki roman baş ucunuzda epeyce kalıyor.
Bu arada yazarın dili çok akıcı, duygularını ve yaşadıklarını hiç lafı dolandırmadan anlattığını hissettiriyor.
Okuyunca anlayacaksınız, gerçek öyle değil tabii ki. Hele de bu kitabın yarı otobiyografik olduğunu öğrenince hem yazarımız Dazai’ye hem de kurgu karakterimiz Yozo’ya daha fazla vakit ayırmak istiyorsunuz. (Bunu okuyup da paylaşmaya değer bulduğum her kitap için söylüyor olabilirim ama yine dönüp, dönüp okunacak bir eser.)
Depresyon ve edebiyatla dolu kısacık bir hayat
Osamu Dazai, Japon edebiyatının en etkileyici ve en trajik yazarlarından biri. Eserleri, çalkantılı hayatı ve intiharlarıyla bilinen Dazai (gerçek adıyla Shūji Tsushima), 19 Haziran 1909'da Japonya'nın kuzey ucundaki Kanagi kasabasında, varlıklı bir ailenin 8’inci çocuğu olarak doğmuş. Edebi kariyerine genç yaşlarda başlayan Dazai, hem ülkesinde hem de dünya çapında elde ettiği üne karşın kendini dünyaya bir türlü sığdıramamış bir adam.
Siyasetteki yeri ve gücü ile tanınan ailesinin ayrık otu çocuğu Dazai, tüm itirazlara rağmen Tokyo Üniversitesi’nde Fransız Edebiyatı okumuş.
Yazarlığı seçerek, Komünist Parti’ye üye olarak, bir geyşa ile evlenerek ailesinden defalarca ret yiyen Dazai, hayatı boyunca depresyonla mücadele etmiş, intihar etmeyi denemiş, denemiş, denemiş ve sonunda 39’uncu yaş gününde yanında sevgilisiyle birlikte beşinci denemesinde bunu gerçekleştirmiş.
Uyum sağlamayı denememiş olabilir mi?
“Sorarım Tanrı’ya; direnç göstermemek suç mudur?” böyle yazan Dazai’nin en sevdiği yazar Ryunosuke Akutagawa imiş ve o da 35 yaşındayken intihar etmiş. Akutagawa’dan çok etkilendiği söylenen Dazai’nin çeşitli gidiş girişimlerine karşın, dünyaya uyum sağlamaya çalıştığını da düşünüyorum; ikinci kez evlenmesi, iki farklı anneden üç çocuğu olması bunun işareti olamaz mı?
Bu kadar yoğun hisler barındıran bir adam dünyaya uyum sağlamayı denememiş olabilir mi? Bilemiyoruz ki.
Bu yazıyı yazarken çocukları ile birlikte oldukça neşeli göründüğü bir fotoğrafa baktım uzun uzun, ancak son romanı okumuş olduğum için yüzündeki gülümseyişin gerçekliğinden emin olamadım.
Satır aralarından fışkıran ipuçları
Arkasında “Doğmuş olduğum için beni affedin” diye bir not bırakan Dazai, son kitabı “Goodbye’ın finalini yazmadan çekip gitmiş bu dünyadan. Kısacık hayatına öyküler, denemeler, romanlar derken tam 22 basılı eser sığdıran Dazai, ölümünün üzerinden geçen 76 yıla karşın sadece Japonlar’ın değil, tüm dünyada edebiyatseverlerin kalbinde özel bir yerde yaşıyor.
Tüm bu bilgileri aktarmamın nedeni İnsanlığımı Yitirirken romanının yarı otobiyografik olarak kabul edilmesi.
Aslında bu 20. yüzyıl Japonya’sına özgü bir tür. I-Novel (Ben Roman) denilen bu türde, karakterler kurgu olsa da yazar kişisel deneyimlerini, duygularını ve düşüncelerini doğrudan anlatıyor. Satır aralarında yazar, okuruna kendisi ile ilgili ipuçları veriyor. İnsanlığımı Yitirirken’de gerçeği tam olarak bir türlü anlatamıyor ama ipuçlarını bile isteye okuruna bol bol sunuyor.
Yaşamın üç evresinde yitirilen insanlık
Dazai’nin edebi kariyerinin doruk noktasında ve hayatının son yılında yayımlanan İnsanlığımı Yitirirken, bize ana karakter Yozo Oba’nın hayatını ve varoluşsal krizlerini, hayat döngüsüyle birlikte anlatıyor. Roman, kimliği belirsiz bir anlatıcının Yozo Oba'nın fotoğraflarını ve defterlerini keşfetmesiyle başlıyor.
“O adamın üç ayrı fotoğrafına baktım” diyerek, Yozo’nun çocukluk, gençlik ve yetişkinlik görünümünü anlatarak romana giriş yapan anlatıcı, karakterin tuhaf ve trajik hayatını üç defter üzerinden anlatıyor.
Birinci Günce (Defter, Hatırat)
“Yaşamım utançlarla doludur. İnsan yaşamının ne olduğu hakkında hiçbir fikrim yok.” Bu cümleyle başlayan ilk bölümde, varlıklı bir ailenin çocuğu olarak doğan Yozo, anlaşılmadığını düşünen, ayrıksı bir çocuk.
Bunda otoriter ve mesafeli bir adam olan babası ile şüphesiz çocukluk döneminde yaşayıp da kimselere söyleyemediği istismarın payı olduğunu düşünmemek imkansız. Yozo, tüm bunlarla baş edebilmek için insanları güldürmeyi seçiyor ve içindeki “soytarı”yı açığa çıkararak acılarını gizliyor.
Tam bu noktada ünlü Psikiyatr Carl Jung’un literatüre kazandırdığı “Persona” kavramını düşünmeye başlayabiliriz.
Jung, Persona (Maske) kavramını bireyin sosyal dünyada kendini nasıl sunduğunu ve başkaları tarafından nasıl görüldüğünü ifade etmek için kullanıyor. Persona; bireyin sosyal beklentilere uyum sağlamak için taktığı maske; Yozo’nun komik olma çabası gibi. Bu aşamadan sonra Yozo’nun hikayesini bu psikolojik kuram doğrultusunda okumaya başlamak, onunla empati kurmayı, onu anlamayı kolaylaştırıyor.
İkinci Günce (Defter, Hatırat)
Bu bölüm Yozo’nun gençlik yıllarını kapsıyor. Kahramanımız başka bir şehirde, ortaokula başlıyor.
Böylece “oyuncu” artık memleketinin sınırlarına çıkıyor, korkusu azalmıyor ama rol yapma yeteneğine hala sahip.
Komiklik onun için gerçek doğasını gizleme yöntemi; herkesi güldürerek “bahtsız soytarı”yı oynamaya devam ediyor, ancak sınıfındaki Takeiçi içini görüyor! Sırf ona soytarılığının gerçek olduğunu ispat etmek için onunla arkadaş olmayı deniyor. Yeni arkadaşının sözünü ettiği “sevilmek” kavramını, kadınların hayatındaki yerini sorgulayan Yozo, resim yeteneğini de keşfediyor. Ancak güzel sanatlar okumak isterken Tokyo’da babasının istediği üniversiteye kaydoluyor.
Bu okula odaklanmak yerine de bir resim stüdyosuna gitmeye başlıyor. Yeni arkadaşı Horiki ile içki, sigara, fahişe, tefeci ve Marksizm gibi hayatını etkileyecek bir sürü yeni şeyle tanışıyor.
Tsuneko adında bir kadınla karmaşık bir ilişkiye başlıyor, birlikte intihar girişiminde bulunuyorlar, Tsuneko ölürken Yozo hayatta kalıyor.
Üçüncü Günce (Defter, Hatırat)
Takeiçi’nin “kadınlar tarafından çok sevileceksin” kehanetinin tuttuğu, “saygın bir ressam olacağı” öngörüsünün ise tutmadığını öğrenerek başladığımız bu dönem, Yozo’nun Tsuneko’nun ölümünden sonra derin bir suçluluk ve umutsuzluk hissettiği zamanlar. Bağımlılıkları hayatını kontrol edilemez bir hale getiriyor, Yozo birkaç başarısız ilişki ve intihar girişiminden sonra akıl hastanesine yatırılıyor.
Burada, toplumdan tamamen izole bir şekilde, kendi içsel dünyasında derin bir yolculuğa çıkıyor. Bu defter, Yozo’nun nihai düşüşünü ve insanlığını tamamen “yitirme” sürecini anlatıyor.
Kapanış’ı yapan anlatıcı, tüm bu notların sahibi adamla hiç karşılaşmadığını, üç not defterini ve üç fotoğrafı ortak tanıdıkları olan bar işletmeci Madam’dan aldığını açıklıyor. Yozo’nun yaşayıp yaşamadığını ise öğrenemiyoruz.
Yozo’nun başka isimlerle, başka kimliklerle, başka bedenlerle zamansız bir karakter olarak, dünyanın farklı köşelerinde yaşadığını düşünmek olası.
Çünkü İnsanlığımı Yitirirken hem bir kişinin hem de yüzlerce, binlerce, belki de milyonlarca insanın hikayesi. Bu romanı her zaman güncel tutan da bu olmalı.
Maske takarak başa çıkılmaya çalışılan bir hayat!
Bu kadar uzun yazınca çok ayrıntı vermişim gibi geliyor ama asıl ayrıntıları öğrenmek istiyorsanız romanı okumanız gerekiyor.
Bitirdikten sonra şu soruya takıldım bir süre: Ana karakterimiz Yozo’nun ne kadarı Osamu Dazai, ne kadarı Şuci Tsuşima?
Bunu hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz, ancak maske takarak başa çıkılmaya çalışılan bir hayatın, dile dökülemeyen psikolojik travmaların, uyamayanın dışlandığı toplumsal kalıpların insanları ne kadar hırpaladığını çok net anlıyoruz. İnsanın varoluşsal krizini, yabancılaşma hissini ve toplumsal normlara uyum sağlama çabasını derinlemesine işleyen bu roman Dazai’nin edebi dehasını ortaya koyarken, insanın hiç bitmeyen kimlik arayışını da oldukça sancılı bir şekilde anlatıyor.
Ah komik çocuk! Kendini korumak ve çevresiyle başa çıkma stratejisi olarak komik olmayı seçen Yozo, mizahın savunma mekanizması olduğunu hatırlatıyor bize. İnsanlarla arasına kalın bir duvar örüyor Yozo, etrafındakileri güldürüp, eğlendirerek gerçek hislerini ve içsel acılarını gizliyor. Böylece duygusal olarak savunmasız kalmaktan kaçınıyor, bir nebze olsun kendini güvende hissetmeye çabalıyor.
Dilemma: ‘Maske’ ile ‘Gölge’nin amansız savaşı
Ne yazık ki Yozo’nun komik olma seçimi, aynı zamanda onun gerçek kimliğinden uzaklaşmasına, kendine yabancılaşmasına neden oluyor. Bu sahte kimlik, Yozo’nun kendini ifade etmesini ve gerçek hislerini açığa vurmasını engelliyor.
Ne büyük bir dilemma! Komik olmak Yozo’nun hem kendini kabul ettirmesine hem de kendinden uzaklaşmasına neden oluyor. Güven eksikliğini ve sevgisizliği telafi etmek istedikçe, trajik bir maskenin altında yok olan Yozo, “Gölge”si ile hiç barışamıyor.
Jung’un Shadow (Gölge) kavramı, bireyin bilinçaltında sakladığı, kabul edilmesi zor, karanlık ve bastırılmış yönlerini ifade ediyor. Yozo’nun sürekli olarak komik ve eğlenceli bir Persona sergilemesi, onun Gölge yanlarını bastırmasına neden oluyor. Yozo'nun gerçek duyguları, korkuları, acıları ve travmaları Gölge tarafında kalıyor, bilinçaltında birikiyor.
Yozo’nun komik ‘Maske’si ile bastırılmış ‘Gölge’si arasındaki amansız savaş, onun psikolojik sıkıntılarının temelini oluşturuyor. Maske onu geçici olarak korurken, uzun vadede içsel acılarını daha da derinleştiriyor.
Jung’a göre, bireyin sağlıklı bir psikolojik dengeye ulaşabilmesi için Gölge yanlarını kabul etmesi, onlarla yüzleşmesi gerekiyor.
Yozo’nun komik maskesi, gençlik döneminde kırılmaya başlıyor, gerçek benliği ortaya çıkmak istedikçe bu kez de onu alkol ve uyuşturucu ile bastırıyor.
Jung’un teorisini ispatlayan bir yaşam hikayesi
Bir türlü gölgesi ile yüzleşemeyen Yozo’nun, yaşam hikayesinden anlıyoruz ki içindeki Gölge zaman içinde Persona’sından daha güçlü bir hale geliyor, onu derin bir varoluşsal krize sürüklüyor ve tiz bir çığlık olarak yazıya dönüşüyor.
Dazai bu romanı Jung’un “Persona ve Shadow” teorisini desteklemek için yazmış demek isterdim, bunun bedelini hayatı ile ödememiş olsaydı.
Bu nedenle Yozo’nun ve elbette yazarın gerçek hayatındaki; soytarılıkları, sarhoşlukları, çapkınlıkları bir tuhaf adamın kendini ifade etme biçimi olarak okurken, derinlerde bir yerlerde gizlenen küçük bir çocuğun kendinden kaçışı olarak yorumlamamız gerekiyor.
İnsanlığımı Yitirirken ülkemizde ilk kez Sel Yayınları tarafından Hüseyin Can Erkin çevirisiyle yayımlanırken, günümüzde İthaki Yayınları’ndan Japonca aslından Peren Ercan çevirisiyle ve başka birçok yayınevinin çevirileriyle okumak mümkün.
Başlıklarda “defter, günce, hatırat” kelimelerini kullanmamın nedeni de küçük çeviri farklılıklarını anlatmak için. Ayrıca romanın manga versiyonlarını bulmak da mümkün.
Son söz olarak; kimilerinin “uzun bir intihar mektubu” olarak yorumladığı roman, bana göre gidenleri birazcık da olsa anlamamızı sağlıyor, kalanlara ne yapmalarını söylemese de ne yapmamaları gerektiğinin ipuçlarını vererek hayatın dehlizleri arasına gizlenmiş kurtuluş yolunu gösteriyor.
Dazai’nin kızından da yarı otobiyografik bir kitap
Bu arada çok yeni bir gelişme olarak Osamu Dazai’nin kızı Yūko Tsushima’nın “Köpeklere ve Duvarlara Dair” adlı kitabının da bu ay Türkiye’de yayımlandığı haberini vereyim.
Can Yayınları’ndan Barış Bayıksel çevirisi ile çıkan kitap, iki öyküden oluşuyor. Babası gibi yarı otobiyografik bir kitap yazan Yūko Tsushima’nın bu eserinde, 1983’te kaleme aldığı “Sular Âlemi” ve 2014’te yazdığı “Köpeklere ve Duvarlara Dair” iki hikaye yer alıyor.
Kitabın tanıtım yazısında çok farklı dönemlerde yazılsa da bu öykülerin; aile olmanın zorluklarını gözler önüne sererken, terk edilmenin, kayıp ve yas duygusunun, yalnızlığın yarattığı melankoliyi su yüzüne çıkardığı belirtiliyor.
Okuma listemize Dazai’nin tüm kitaplarının yanı sıra Yūko Tsushima’nın bu eserini de alalım; Japon edebiyatı bireyin varoluşsal sancılarına dair çok şey anlatıyor.
(NK/EMK)