Vizyona yeni giren Maymunlar Cehennemi: Şafak Vakti'ni bir şafak vakti yazmaya başlıyorum… Neden mi? İş var, güç var, hayat gailesi var ve vakit az. Bir yandan da "Maymunlar Cehennemi" diye bir külliyat var karşımda. Geriye dönüp göz gezdirmeden yazmak zor.
Pierre Boulle’ün 1963 yılında yayınlanan “La planète des singes” isimli romanı 1968’de Franklin J. Schaffner yönetmenliğinde ilk kez sinemaya uyarlandı ve üzerinden geçen 40 yılda hayatımızda epeyce yer etti. 1968 yapımı olan ilk Maymunlar Cehennemi beni ve daha birçok bilim kurgu aşığı sinemaseveri perdeye ya da ekrana çivilemiş, kült olmuş, çoğumuzun aşina olduğu finaliyle ağzımızı açık bırakmış, evrim, insanlık ve medeniyet tarihiyle ilgili sorular sordurmuş, "insan oluşumuzu" sorgulatmış bir filmdir.
Bu ilk "mucize"nin ardından gelen devam filmlerinin kalitesi (her devam filmi furyası gibi) tartışmaya açıktır ve tartışmayı kaybeder maalesef. Ta ki 2011 yılına kadar. Cloverfield ve Let Me In filmleriyle yönetmenlikten geçer not almış olan Matt Reeves, Maymunlar Cehennemi: Başlangıç'ta seriyi geriye döndürüp gerçekten çok başarılı bir "yeniden başlangıç" a olanak sağlamıştı.
Maymunlar Cehennemi: Safak Vakti (Dawn of the Planet of the Apes 2014) Yön: Matt Reeves Oyn: Gary Oldman, Keri Russell, Andy Serkis |
Maymunlar Cehennemi: Şafak Vakti'nde ise kamerasını bıraktığı yerden 10 yıl sonrasında olanlara çevirip seyirciyi hem bu süreçte yaşananlarla hem de yeni kurulan maymun uygarlığıyla tanıştırıyor.
Alzheimer hastalığına çare olması için üretilen ALZ isimli ilacın başarısız olması sonucu insan türü yeryüzünden silinmek üzere. Kurduğu medeniyeti kendi başına yıkmayı başaran insanoğlu elinde kalan son teknoloji kırıntılarıyla hayatta kalmaya çalışırken maymunlar bu bir avuç insandan çok da uzak olmayan bir yerde evrimleşme süreçlerini tamamlamak ve kendi uygarlıklarını kurmak üzereler. İnsanlar bir gün elektriğe, internete, bildiğimiz anlamda modern iletişim araçlarına ihtiyacı olmayan; yani bizim gibi yarattığı medeniyete mahkum olmayan maymunlarla karşılaşınca yardım istemeye karar veriyorlar ve kaçınılmaz gerçekleşiyor:
"Aynı habitatı paylaşan türlerin birbirini tüketmesi", "Güçlünün güçsüzü ezmesi", "Evrimleşirken ilkelleşmek", "İlkelleşerek evrilmek", "Savaş", "Ölüm", "Kalım", "Yaşam döngüsünün devamı". Seçip, beğenip almak serbest. İçinden bir türlü çıkamadığımız bu çember nerede başlıyor, nerede kırılacak bilmiyoruz. Yönetmen Matt Reeves de henüz bilmiyor. Çünkü Maymunlar Cehennemi: Şafak Vakti bir üçlemenin tam ortasında duruyor, savaş başlıyor ve belli ki uzunca bir süre de bitmeyecek. Kendi yarattığı virüs yüzünden ölüp maymunları suçlayan insanlar, insanlar tarafından işkence görüp intikam ateşiyle yanan maymunlar, yaşam mücadelesine devam etmek zorunda olan türler, türleri peşinden sürükleyen liderler ve daha birçok şey var ve olmaya devam edecek.
Teknik anlamda, sunduğu görsellikle, oyuncularının başarısıyla ilgili sözümüz yok elbet. 130 dakika boyunca seyirciyi perdeye çeken muazzam görüntüler, sesler, müziklerle bezeli şölene bayılacaksınız. Ama dediğim gibi bu bir geçiş filmi. İlk filmin taşıdığı duygusal yoğunluktan, felsefi altyapıdan yoksun haliyle. İnsan ve maymun toplumu arasındaki farkları-benzerlikleri anlatmaya çalışırken sıkıntılı yollara sapabiliyor. Taraf tutuyor diyemesem de sanki serinin devamında tutacağının işaretlerini veriyor ve bu da Hollywoodvari bir mağduriyet klişesine dönüşüm için korkutucu bir öngörü.
Bekleyip göreceğiz neler olacağını. Beklerken Maymunlar Cehennemi'ni ziyaret edip aslında beklemek yerine etrafımıza, kendi cehennemimize bakıp beklememize gerek olmadığını göreceğiz belki de. Ben kendi adıma hep Ceasar'ın yanında duracağım sanırım. Ve çocuk sayılacak yaşta izlediğim ilk Maymunlar Cehennemi filminden beri sorduğum soruyu sormaya devam edeceğim: "Maymun olarak kalsak daha mı iyi olurdu acaba?"
İyi seyirler. (GÖ/HK)