İnsan ruhunu kullanan, insana yeniden şekil veren ve onun doku dünyasından başlayarak, düşünce ve hareket kabiliyetlerini yeniden şekillendiren teknoloji, bildiğimiz ve/veya bildiğimizi sandığımız tüm gerçeklikleri siliyor, yok ediyor ve yerine kendi dilini, dinini, gitmek istediği rotasını ve diktasını koyuyor...
Tam bu noktada, teknolojinin insanları her geçen gün biraz daha "hiç"leştirdiğini, değiştirdiğini söylemek çok mu uç olur?
İnsan vücudundaki tahrifat
Çağ hızlı ve hızlı olduğu kadar, mekanı, zamanı, hissetmeyi, insanın varoluşuna, duygularına ve duyumlarına daraltıyor. Kendi arayışlarımızın peşinde, yorgunluğun ilk basamağında, kafamızı iki elimizle tutup, dizlerimizin üstüne çöküp öylece düşüncenin kıyısında, ince bir halatla, dalgaların vura vura çürüttüğü bir tahta iskeleye bağlanmışçasına sallanıp duruyoruz, kendi iç denizimizde…
Medya ve teknolojinin insan ama özellikle insan vücudu üzerinde yarattığı tahribat, hedef olarak insan vücudunu ve beynini seçmesi, ayrıca ilginç bir durumdur. Bilim kurgunun ünlü yönetmenlerinden David Cronenberg, Videodrome'da televizyon izleyicisinin aslında televizyon dalgalarıyla yayılan elektrik sinyalleri sayesinde, yapay ve olmayan bir dünyaya çekildiği tezini savunarak bir medya eleştirisi yaparken, aynı zamanda diğer filmleriyle de yapay biyolojik etkenler, yapay uzuvlar ve makinelerle insanın zihinsel ve bedensel olarak bambaşka bir yaratığa dönüştüğünü vurgular.
Teknolojisiyle tanrı olmaya aday insan, teknolojinin tanrısallaşması karşısındaki aczini bir şekilde örtbas etmeye çalışıyor, dersek çok yanılmış olur muyuz? Ve yeniden tanrısına dönüşün yolunu arama çabası... Kim bilir?
Siber mekanlar, topluluklar
Çünkü, hafızasını teknolojiye bağlamış olan topluluklar, "hatırlamak mı iyi, yoksa unutmak mı" çizgisinde dolanıp duruyorlar. Ama çok iyi biliyoruz ki, postmodern bireyler artık asla hafızaya güvenmiyor ve zaten güvenilecek bir hafıza da, bu kadar hızlı ve bu kadar karmaşık bir teknoloji karşısında mümkün görünmüyor.
Hafıza ile rüyanın birbirine karıştığı, elektronik kültürle, tarihsel ve öznel değerlerin benzeşip hatta birer kopya gibi kalabalıklaştığı günümüzde, artık yerel ve gerçek mekanlar yerini siber mekanlara ve topluluklara bırakarak kendi geçmişinden koparak, tarihsizliğin ve coğrafyasızlığın çekim alanına çoktan girip, orada kendilerini yöneten teknolojinin kabloları arasında, hayat aramaya devam ediyor. Artık hepimiz o siber topluluğun bir üyesi olarak yaşıyor, ona göre hareket ediyor ve şekilleniyoruz.
Yakınımız olmayı başaran TV
Bu hızlı şekillenmede ve dönüşümde hiç kuşku yok ki, TV postmodernizmin misyoneri olmuştur, her ne kadar TV "uzaktan görme" anlamına gelse de, süreç içinde yakınımız olmayı başarmıştır.
Bu yönüyle TV, toplumların kimliğini oluşturan ve onu diğer toplumlardan farklı kılan yaşayış ve düşünce tarzından oluşan kültürel yapılarını da ortadan kaldırmış, inanç, gelenek, düşünce biçimleriyle birlikte kullandıkları her türlü araç, gereç, giysi ve yaşadıkları mekanları da aynılaştırmıştır... Toplumların ve grupların tarihsel bilinçlerini, sosyalleşme ve birlik duygularını törpülemiştir..
Teknofobik bireyler olarak bizlerin belki de tek tesellisi, teknoloji değmemiş topraklardaki nefesler olacak. (AB/TK)
* Adalet Bora, Bahçeşehir Üniversitesi Sinema TV öğrencisi