Takvimler 2011 yılını gösterdiğinde Suriye geri dönülmesi imkansız bir yıkıma sahne oluyordu. Yaşanan iç savaş, sivilleri hedef alıyor, önüne çıkan çıkmayan her şeyi yerle bir ediyordu.
Halk her gün ölüm görüyor, ölümü ensesinde hissederek yaşıyordu. Bomba ve silah sesleri yangınların dumanına, dumanlar feryatlara karışıyordu. Suriye’de hayatta kalmak da ölmek de artık fark etmiyordu. Yaşam ve ölüm iç içeydi. Aralarındaki çizgi ise gün be gün inceliyordu.
Suriye’deki savaş ortamı halka iki seçenek sunuyordu: Kalmak ve ölmek. Kaçmak ve sıfırdan başlamak. Halkın büyük çoğunluğu ise kaçmayı seçti. İnsanca bir yaşam uğruna insanlık dışı koşullarda, insanlığıyla övünenleri memleketine: Avrupa’ya.
Suriyelilerin ülkelerini terk etme yolculukları sonsuz sayıya ulaşırken bu kez bir gazeteci dahil oldu bu zorlu ve korku dolu maceraya. Almanyalı gazeteci Wolfgang Bauer, yanına fotoğrafçı arkadaşı Stanislav Krupar’ı da alarak yollara düştü. Katıldıkları sığınmacı grupta Bauer’in eski bir arkadaşı olan Amar dışında kimse gerçek kimliklerini, gazeteci olduklarını bilmiyordu. Adlarını ve mesleklerini değiştirip söylediler. Artık Kafkasyalı iki İngilizce öğretmeni olarak sakallarını uzatmış, ekibe dahil olmuşlardı. Ve Suriyelilerle yolculuk başladı. İnsani şartların yok sayıldığı deniz yolculuğu, insanın baştan aşağı yok sayıldığı hazırlık süreci ve yine iki ihtimal: Yaşam ya da ölüm. Çizgi yine aynı incelikte.
“Avrupa’nın iflas bayrağı doğum yeri Akdeniz’de dalgalanır oldu. Avrupa’nın iflas sahnesine dönüştü Akdeniz.”
Gazeteci yazar Wolfgang Bauer, kaleme aldığı çarpıcı kitabı “Denize Gömülenler: Suriyelilerle Avrupa Yolunda”da Suriyeli sığınmacıların kaçışı esnasında yaşadığı durum ve olayları tüm çıplaklığıyla anlatırken Avrupa’nın ve kendi ülkesi Almanya’nın sığınmacı politikasına da eleştirel bir bakışla yaklaşıyor. İnsan haklarını önemseyen yanıyla ön plana çıkan Avrupa ülkelerinin Suriyeli sığınmacılara kayıtsız kalmasına hayret eden yazar, tepkisini güçlü ifadelerle yansıtıyor. Tabii kaçış esnasında yaşadıkları duyguları da.
“Korkuyoruz, korkuyla yatıyor, korkuyla uyanıyoruz.”
Diyor Bauer kitabında. Küçücük teknelerle Mısır’dan İtalya’ya kaçmayı bekleyen Suriyeli sığınmacılar arasında… Bilmedikleri bir evde, kaçakçılardan “bu gece gidiyorsunuz” haberini almayı beklerken, bilinmezlik içinde… Ve aslında tahmin etmenin güçlü endişesi eşlik ediyor korkularına.
Çünkü:
“… Bir kere gemiye binildi mi geri dönüş yok. Dönüşü olmayan bir biniş hep.”
Gemiye binen sığınmacıları bu kez üç ihtimal bekliyor. İlki yolculuk sırasında geminin batması ve ölme ihtimali. İkincisi mürettebatın (kaçakçıların) onları kandırması ve İtalya yerine Lübnan gibi bir yere bırakması. Üçüncüsü ise İtalya’ya sağ salim ulaşmak. Herkes üçüncü ihtimale tutunuyor ve bu bilinçle, tüm ihtimallerin varlığına rağmen en iyisine inanarak… Birbirlerini ezerek, itekleyerek, üst üste uyuyarak, pis sular içip bozuk yemekler yiyerek… Ölümle yine burun buruna, sıfırdan bir hayata başlama yolculuğu. Sıfır noktasına fırlatılan, hiçliğin ortasında yeniden başlamaya mecbur bırakılan, isimsiz, memleketsiz milyonlarca insan… İnsanca bir yaşamın peşindeki illegal savaşçılar…
“… Ölülerden bir tanesi bile bulunabilmiş değil. Ciddi bir arama da yapılmıyor olsa gerek. Hint Okyanusu’na düşen bir uçağın Batılı yolcuları değil onlar. İllegal onlar, kendileri ve aileleri için daha iyi bir yaşam uğruna yasaları ihlal eden, pasaportsuz, kimliksiz, adlarını kimsenin bilmediği sığınmacı insanlar.”
Wolfgang Bauer’in 2014 yılında yayımladığı, Türkçede ise 2018 yılında Ayrıntı Yayınları etiketiyle basılan kitap, insanlığın kanayan yarasına parmak basıyor. Bir Avrupalı’nın kendi ülkesi de dahil tüm Avrupa ülkelerine içten sitemini iletiyor. Ve elbette tüm insanlığa… Yaşanan trajediye seyirci kalınmasına karşı çıkıyor yazar, cesur ve “gerçek” bir gazeteci olduğunu göze aldığı yolculuk ve tarihi tanıklığıyla tüm dünyaya ispatlıyor.
“Daha fazla zorlamayın kadınları, adamları, çocukları teknelere. Açın sınırları. Merhamet edin.”
Bu sözlerle son bulan “Denize Gömülenler: Suriyelilerle Avrupa Yolunda”, bir deniz yolculuğu hikayesi. Daha önce okuduğumuz hiçbir hikayeye, anıya, tanıklığa benzemiyor. Neşeli şarkılarla binilen tekneler değil, az önce batan geminin ardında bıraktığı ölülerin ayakkabılarını sıyırıp geçen ahşap tekneler anlatılıyor mesela. Şenlikli sofraların kurulduğu evler değil, yosundan görünmez hale gelen suların içildiği güverteler anlatılıyor. Tutsaklığın en son noktasında tam özgürlük diye haykıracakken “denize gömülenler”in hasreti anlatılıyor.
İnsanca bir yaşama duyulan hasret… (SK/AS)
* “Denize Gömülenler - Suriyelilerle Avrupa Yolunda”, Wolfgang Bauer, Çeviren: Süreyya Turhan, Ayrıntı Yayınları, Mayıs 2018, 336 sayfa.