Doğanın bizi var eden mucizevi gerçekliğidir aşk. Gövdemizi, kalbimizi, gözlerimizi sevgiliye kavuşturma biçimi…
Trajik ve mutlu formlarla aşk lamekandır. Bu yüzdendir ki sevgiliye ulaşmak onulmaz yaraların ilk kurşunudur. Yürek yarasından ayrı kalmak zordur. Modern zamanlarda bu zorluk aşılmıştır, teknoloji yakın kılmıştır duyguları. Mesafe, aşkın yarası olmaktan çıkmıştır. Aşkı özlem duyulana taşımak artık daha kolaydır. Sevgi evrilmeyen, kutsal ayinler misali içimizde sürekliliğini korur. Bu durumda edebiyat sanat için aşkın vazgeçilmez bir yeri vardır. Ancak duyguların ifade biçimi, aşk ilişkileri, rütüelleri toplumsal koşullara göre değişir.
İlk çağlardan günümüze haberleşmenin en önemli örneklerinden olan “mektuplaşma”şimdilerde nostaljik bir değer olmanın ötesinde eğitim müfredatlarında bir metin, edebiyat dünyasında ise bir inceleme alanına dönüşmüş durumda Yine de insanın içsel bir imgelemi olan mektubun edebiyatta kimi zaman tek başına bir tür ya da farklı türlerin içerisinde bir metin olması aşk ile ilgili boyutunu hep önemli kılmıştır.
Mektup bir iletişim aracı olarak çok eski tarihlere kadar gider. İlk örneklerine Sümerlerde rastlansa da Mısır, Hitit gibi medeniyetlerde bir iletişim aracı olarak mektup kullanılmıştır. Ancak mektubun edebiyatın bir parçası oluşu Latin edebiyatında belirginleşir. Özellikle Cicero ve Horatius’un mektubun gelişimi üzerinde kalıcı etkisi olmuştur.
Türkçe edebiyatta özellikle Tanzimat ile modern bir nitelik kazanan mektubun kendi içinde farklı türleri olsa da günümüzde yerinin silikleştiğini söyleyebiliriz. Sosyal medyanın gelişen iletişim çeşitliliği mektubun edebiyat dünyasındaki gücünü kırmıştır.
İnsancıklar, Leydi Susan, Genç Werther’in Acıları, Leyla Erbil'in "Mektup Aşkları" Şatodaki Kadın gibi edebi metinler mektup türünde yazılmıştır. Bunun yanı sıra birçok yazarın aşkın sırrına erdiği mektupları günümüzde kitaplaşmaya devam ediyor: Frida Kahlo, Franz Kafka, Paul Eluard, Ahmed Arif, Sabahattin Ali, Ferid Edgü…
Seval Şahin ve Tevfika İkiz tarafından yayına hazırlanan, Bağlam Yayınlarından çıkan, “Aşk Mektupları” adlı kitap, mektup türü üzerine uzunca düşünmemizi sağlarken postacıların bir zamanlar mektup taşıdıklarını hüzünle hatırlatıyor bize. Yazmanın kendini sürekli kılmak olduğu kabul edilirse bu sürekliliğin bir parçası olan “Aşk Mektupları” edebiyat, aşk ve mektup üçlemesinin günümüzdeki bağlarını irdelememize ön ayak oluyor.
Aşkın insanı yaratıcı kılacağından kuşkumuz yok; ancak mektuba konu olan her duygu, bilinç aslında şiir, öykü, romanın parça bütün ilişkisini ifade eder. Kitap, Türk edebiyatında yer edinen birçok yazarın katkıları ile oluşturulmuş. Her biri ayrı bir duygunun ve belleğin ayrılıklarına, kederlerine, öfkelerine, kavuşmalarına, umutlarına tanıklık etse de kişinin benliğinin sınırında duruyor.
Seval Şahin’in “Aşk mektubu yazmak…” başlıklı metni ile başlıyor kitap. Şahin’in “Nicedir bir şeyleri aşkla yapmayı, aşkla coşmayı, kalplerimizin atmasını özledik” cümlesi nostaljiden ziyade samimi metinlere olan özlemimizi dillendirmiş gibi. Ayça Gürdal Küey’in “Aşk mektuplarından psikanalizi yazmaya” başlıklı metni ile Tevfika İkiz’in “Aşk mektuplarından robotik ilişkilere” adlı metni kitabın kapsamını sınırlarını çizerken aşkın insan üzerindeki etkisinin de belirgin hale getiriyor.
İnsanın aşkından, coğrafyasından, kültüründen uzak olması evrensel bir yaradır. Kitaba diasporadan aşkına olan özlemi konu edinen mektubu ile konuk olan Suzan Samancı okuru yoğun duygulara sürüklerken, çok bütünlüklü bir metin sunuyor. Özellikle aşkın olgunluğu ve acemiliğini şöyle ifade ediyor “Biliyor musun? Karakterce toyken, aşk bilinçli ve derin yaşanmıyor; aşka bilinç ve farkındalık karıştığında, insan her şeye daha fazla kafa tutacak gücü kendinde buluyor.” Samancı aşkın aşırılığının yitiş olduğunu ise kendinden vazgeçecek kadar sevmenin sevgi olmadığı ancak hastalık olduğu şeklinde dile getiriyor. Ayrıca ötekileştirilmenin -yaşadığı acılara rağmen- kendisinde kör bir mantığa ve nefrete dönüşmediği için şanslı olduğunu vurguluyor.
“Ölüler sevgili olamaz. Öldünüz, nice zaman geçti. Ama başka sevgilim yok” diyen Selim İleri… Kimsenin kurtulamadığı yok oluş gerçekliğinin zaman karşısındaki küçüklüğünü ve insanın sevmekten başka çaresinin olmayışını derin bir his ile anlatıyor. Ayrıca mektubun sonunda “Ne olur, bir kez olsun beni yaşayın sevgili Rüzgârlı Bayır aktrisi, yalnızca ölüler sevgili.” cümlesi kavuşamamanın ağırlığı altında sonsuzluk içinde bir aşk bağlılığını kanıtlar nitelikte.
Aşkın mucizesi kadındır. Aşk ile kadın arasındaki hassas bağı şu sözle içselleştiriyor Buket Uzuner; “Aşk hitaplarını kadınların türettiğine inanıyorum.” Aşkı anadilin ve karakterin anavatanı olarak gören Uzuner kişinin karakter değişimini yurtsuzluk ve dilsizlik olarak vurgular.
Sanatçıların aşka yaklaşımlarını gözler önüne seren Aşk Mektupları, sadece aşkı içeren mektupları barındırmıyor. Ayrıca Türkiye’nin yakın tarihinin siyasal çatışkılarına, baskılarına, işkencelerine ait izler taşıyor. Okuyucuyu derinden etkileyecek, ülkenin aydınlık olmayan zamanlarında yazılmış sanrısı uyandıran “Nuriye’yi Yandırdılar” mektubu ve Ferat Emen… Bazen gerçeğin sert darbesi ile sarsılır insan, ne olduğunu, ne yaşandığını anlamak istemez ama olmuştur, yaşanmıştır. Mektupta geçen “Yarı buçuk yanmış Nuriye Sarı’dan cossss diye bir ses çıktı” cümlesi olmamış ve yaşanmamış duygusunun ihtimalinin cossss diye bir sesle yok olduğunun kanıtı. Emen lösemiden hayatını kaybeden Dilek Özçelik’in acısının yankılarını da derinden hissettiriyor.
Menekşe Toprak, mektubundagöç olgusu ile aşk arasındaki bağın zorluklarına değiniyor. Yazar aşkın hafıza üzerindeki etkisini “Dokunma duyumuzun da en az koku duyumuz kadar güçlü bir hafızaya sahip” sözleri ile ifade ediyor. Gamze Arslan’nın mektubunda ayrılık korkusunun aşk üzerindeki sahiplenme duygusunu perçinlediğini görüyoruz: “İçerdeyim” ve “Kapı dışarıya direniyor.” Tutkunun içsel yolculuğunda bitimsiz bir aşka sürüklüyor okuyucuyu.
Kitap birçok mektubun bir araya getirilmesi ile hazırlanmış olsa da genel bir kanı oluşturmuyor okuyucuda. Her birinin ayrı bir hikayesi, bilinci, ruhu var. Özünde beslendiği kaynak insan olduğu için tek tipleştirilmesinin edebiyat açısından zor olan bir türüdür mektup. Kitapta edebiyat, aşk ve mektup üçlemesine katkı sağlayan diğer yazarların isimleri şöyle: Ayşegül Devecioğlu, Bahri Vardarlılar, Banu Özyürek, Buket Uzuner, Bülent Çallı, Cem Kalender, Ercan Y. Yılmaz, Ersan Üldes, Ethem Baran, Fatma Barbarosoğlu, Ferhat Özkan, Gönül Kıvılcım, İsmail Güzelsoy, Jaklin Çelik, Kerem Işık, Mevsim Yenice, Nihan Kaya, Nisan İğdem, Niyazi Zorlu, Sema Aslan, Sezer Ateş Ayvaz, Sinem Sal, Yavuz Ekinci, Zeynep Aliye, Zeynep Kaçar ve Zeynep Rade.
Mektup yazıldığı cağın tarihinin, kültürünün, toplumsallığının, çatışkılarının aynasıdır. Kişinin benliğini-özünü- besleyen her türlü duygunun ötekine iletilmesi ile sınırlı kalmayıp çağlar arasında bir yolculuktur da mektup…
Ingeborg Bachmann’ın Malina’sında belirttiği gibi “Aşk bir sanat yapıtıdır.” Bu yüzden herkes aşık olamaz çünkü birbirine ötekilerden farklı geçen bir zaman parçasını her insan ayır-a-maz. İnsanın kendini toplumdan ayırdığı, çoğu zaman içsel nöbetler geçirdiği, kimi zaman duygularına esir olduğu vakitleri gizli ya da açık yazılan “mektup”lardan anlıyoruz. Bu anlamda mektup her aşkın biyografisidir. Bu yüzden insan acısı, özlemi, yalnızlığı ile kendi haritasının aşk ölçüsüdür. (DM/BK)
* Aşk Mektupları, Yayına hazırlayanlar: Seval Şahin ve Tevfika İkiz, Bağlam Yayınları, 2018.