Neolitik devrim ile beraber insanlık, kendisini doğadan ayırıp, varlığın merkezine yerleştirdi ve tanrısal bir varlık olarak kutsadı. Paleolitik çağda insan ve doğa arasında herhangi bir hiyerarşik ilişki yoktu. Tıpkı insanın olduğu gibi dağların, suların, hayvan ve bitkilerin de ruhu vardı ve insan diğer doğa unsurlarından üstün değildi. Neolitik tarım devrimi ile beraber insan kendisini varlığın merkezinde konumlandırdı ve hatta Tanrı'nın kendisini, Tanrı suretinde yarattığına inanmaya başladı.
Tanrı'nın insanı kendi suretinden yarattığı inancı Eski Ahit'in Yaratılış Kitabı Tekvin'de detaylı bir şekilde anlatılır:
"Başlangıçta Tanrı (Elohim) göğü ve yeri yarattı. Yer boştu, yeryüzü şekilleri yoktu; engin karanlıklarla kaplıydı. Tanrı'nın Ruhu suların üzerinde dalgalanıyordu."
Üzerinde yaratıcı bir Tanrı'nın süzüldüğü ilk okyanus çok arkaik bir imgedir. Tanrı, mevcut bu kaos haline düzen verme işini, kelamının gücü ile birbirini izleyen aşamalarla gerçekleştirir.1
Tanrı sırasıyla ışığı yaratıyor. Gökkubbeyi yaratıp altındaki ve üstündeki suları ayırıyor, karaları ve denizleri yaratıyor. Bitkileri, hayvanları yaratıyor ve son olarak insanı kendi suretinde yaratıyor. Tekvin'de ilgili ayetler şu şekilde devam ediyor:
Tanrı 'Kendi suretimizde kendimize benzer insan yaratalım' dedi, "Denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, evcil hayvanlara, sürüngenlere, yeryüzünün tümüne egemen olsun.
Tanrı insanı kendi suretinde yarattı, onu Tanrı'nın suretinde yarattı.
Onları erkek ve dişi olarak yarattı. Onları kutsayarak 'Verimli olun çoğalın' dedi, 'Yeryüzünü doldurun ve denetiminize alın; denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, yeryüzünde yaşayan bütün canlılara egemen olun'.
İnsanın diğer canlılardan farkı
Eski Ahit'te geçen bu ifadelerden insanın, her ne kadar yasak meyveyi yediği için lanetlenip cennetten kovulmuş olsa da yeryüzünde Tanrı tarafından yaratılmış en kıymetli varlık olduğunu anlıyoruz. Akıl sahibi bir canlı olarak insan, bütün dünyayı domine edebiliyor. Kültür ve sanat alanlardaki üretimleri, sosyal ve fen bilimlerinde sağlanan gelişmeler, teknoloji alanında elde edilen kazanımlar insanın diğer canlılardan farklı bir şekilde konumlanmasını sağlıyor. İnsanın fiziksel özellikleri bile diğer canlılardan farklı. İki ayağı üzerinde evrimleşmiş bir canlı olan insan, hem fiziksel hem de zihinsel özellikleri bakımından diğer canlılardan ayrılıyor. Gerçi DNA araştırmaları şempanzelerle aramızda çok küçük bir fark olduğunu gösteriyor.
İnsan beyninin evrimi, bizi her şeyi anlamlandırma konusunda da diğer canlılardan farklı kılıyor. Adaletsiz ve bin bir türlü tehlike ve zorlukla dolu bir dünyada hayatı anlamlandırma çabası bu zorlukların üstesinden gelme konusunda insana yardım ediyor. Herhangi dini inanca tutunarak adaletsizlik ve kötülüklerin yarattığı olumsuz etkiyi bir miktar sönümlendirmek mümkün olsa da dini inanç ve teslimiyetin insanı uyuşturduğu, mücadele gücünü azalttığı yönünde fikirler de mevcut. Ayrıca herhangi bir dini inanca bağlı olmaksızın ya da hiçbir yaratıcı güce inanmadan da hayatı anlamlandırmak mümkün. Fakat dini bir inanca sahip olmak çoğunluk için pragmatik olarak fayda sağlayan bir şey.
İnsanın inanç sistemi, doğa karşısında ve varlıklar hiyerarşisinde kendisini nasıl konumlandırdığı yeryüzünde nasıl yaşayacağını da belirliyor.
Tek Tanrılı dinlerde insan varlığın merkezinde. Kendisini eşref-i mahlukat olarak görüyor. Tanrı'nın suretinde yaratılmış olmak ve diğer varlıkların denetiminin insanlara verilmiş olduğu inancı bu dünyadaki kaynaklardan optimum düzeyde faydalanmayı sağladığı gibi, hayatın zorlukları karşısında insanları dirençli kılıyor. Yüce bir gücün varlığına sığınmak sadece psikolojik olarak değil fiziksel olarak da insanı güçlendiren bir şey. Dini ritüellerin beyin aktivitesi üzerinde ne gibi etkiler yarattığı bilim insanları tarafından araştırılıyor. Dini ritüellerin, beynin farklı bölümlerinin aktivitesi ve kimyasal reaksiyonlarda yarattığı değişimler konusunda elde edilen sonuçlar hayli ilginç. Ritüellerin, seratonin seviyesinde artışa neden olduğu bunun sonucu olarak bireyde mutluluk hissinin arttığı gözlemlenmiş. Elbette herhangi bir dini inanca sahip olmayıp, hiçbir ritüel uygulamadan da sağlam bir fiziksel ve ruhsal bir yapıya sahip olmak mümkün. Belki de insan sayısı kadar çok olan ve farklılık içeren Tanrı tasavvurları ve dini eğilimler, her insanda farklı etkilere neden oluyordur. Neticede her insan her inanç sistemini benimsemiyor ve hatta herhangi bir inanç sistemi ya da dine yakınlık hissetmiyor. Dini inancın gerçeklikle ne kadar örtüştüğünden, ne kadar mantıksal olduğundan ziyade burada önemli olan şey, pratik olarak inancın insanın işine yarıyor olması.
Alevi inancı
Tanrı'nın insanı kendi hakikatinden yarattığı düşüncesi Alevi deyişlerinde de vardır. Bektaş Ali Dede'nin bu deyişinde de görebileceğimiz gibi insan gök oğludur.2
"Şeriatte Adem oğluyum
Tarikatte Yol oğluyum
Mağrifette Kemal oğluyum
Hakikatte Gök oğluyum
Atam gök, anam yer"
Yine Alevi Bektaşi Edebiyatının usta ozanı Aşık Veli'nin (1793-1853) Ayin-i Cemler'in ilk bölümünde okunan nefesinde "Kırklardan Biri"nin hikâyesi şu sekilde anlatılıyor: 3
"Mürşitler aradı yedi kat yeri
Ne dağ koydu ne taş koydu mermeri
Adem'e gizlendi cenab-ı bari
Arş-u kürsi arayanlar boşa yoruldu."
Haydar ismi, Alevilerin erkek çocuklarına verdikleri bir isim. Hay, Yaradan anlamına geliyor. Dar eki ise barındıran, niteliklerine sahip olan anlamını vermek için kelimenin sonuna ekleniyor. Yaradan'ı kendinde bulunduran manasında kullanılıyor.4
Haydar kelimesi Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre aslan, cesur ve yiğit kimse anlamına geliyor.
İnsan, varlığın merkezinde midir, sorusunun cevabı yaşadığımız çağ başta olmak üzere pek çok unsura bağlı olarak değişebilir. İnsanlar her dönemde yaratılmışların en şereflisi olduğuna inanmıyordu. Paleolitik çağda insanlar kendilerini hayvanlarla özdeşleştiyordu. Animizim gibi dinlerde insanlar, dağ taş, toprak, ağaç, hayvan, hava, su kısaca tüm doğa unsurlarına kutsallık atfediyor ve bir ruhu olduğuna inanıyordu. Kutsallık yeryüzüne özgü idi. Eğer kutsal olan yeryüzünde ise her şeyle denk olmanız gerekir. Bu denkliğin sonucu yeryüzü kaynaklarını huzurlu bir şekilde kullanmak zorlaşır.
İlk insanın balçıktan yaratıldığı inancı Sümer'de Mısır'da, Yunanistan'da da görülmüştür. Dünyanın farklı yerlerinde benzer mitlere rastlamak mümkün. Temel düşünce aynıdır. İnsan bir hammadeden biçimlendirilir ve yaratıcının soluğu sayesinde can bulur.5
Mitler ve inançlar
Genel olarak dünyanın pek çok yerinde görülen bu mitler ve inançlar, kaynakların nasıl kullanılacağını belirliyor. Doğadaki canlı ve cansız varlıklarla ne şekilde bir ilişki kuracağımız onlardan ne şekilde faydalanacağımız veya faydalanmayacağımızın, kendimizi ne ölçüde kutsadığımız ile ilgisi var. Tabii konu sadece kaynakların kullanımı değil elbette. Bunca kötülük ve adaletsizliğin olduğu bir dünyada kendini kutsamak nihilizme kapılmak da dahil olmak üzere, insanı pek çok psikolojik sorundan koruyabilir. Üstelik insanın kendisini kutsaması sadece dini inançlar yolu ile olmuyor. Bazı felsefi düşünce akımları da insanı kutsallaştırıp, dünyanın merkezine yerleştiriyor. Dünyanın geldiği noktada insanmerkezci bir yaklaşım olan hümanizmin, insanlığın elde ettiği kazanımlara sağladığı katkı çok önemli boyutlarda.
Tanrı'nın insanı kendi suretinde yarattığı inancının yanında, insanın Tanrı'yı kendi suretinde yarattığı görüşünü benimseyen felsefeciler, düşünürler de mevcut. İnsanlarda genel olarak Tanrı'yı kişileştirme ve insani niteliklerle tanımlama eğilimi var. Kanaatimce insanlık, evrimsel yolculuğu boyunca değişkenlik gösteren Tanrı algısı ve varoluşa dair görüşleri ile daha çok kendi iç dünyası konusunda ipucu veriyor. Geçirdiği varlık aşamaları boyunca Tanrı'ya ve doğaya atfedilen özellikler de değişiyor.
İnsan varlığın merkezine yerleşecek kadar önemli ve yaratılmışların en kutsalı ise neden hala dünyada savaşlar ve katliamlar var? Neden toplumlar ya da bireyler diğerleri üzerinde baskı kurup onları sömürüyor ve katlediyor? Tanrı'nın suretinde yaratılan insan diğerlerinin yaşam hakkına ve manevi değerlerine neden saygılı olamıyor? Tanrı'nın suretinde yaratıldığı inancı insanı neden kötü eylemlerinden alıkoyamıyor? Kötülüğü Tanrı ile bağdaştırmayan insan neden kötü ve vahşi yanlarını törpüleyemiyor? Elde edilen onca kültürel, sosyal, ekonomik, sanatsal ve teknolojik kazanımlar insanı kötülükten alıkoyamıyor. Tanrı'nın suretinde yaratılan insanın kötülük ile ilişkilendirilmeyen Tanrı'ya benzemesi ve kötülükten azade olması gerekmez mi? İnsandaki kötülük, özünden kaynaklanan bir sebeple mi vardır sorusuna hem sosyal hem de fen bilimleri cevap bulmaya çalışıyor. Kim bilir belki zamanla tüm bu sorulara cevap verebilir hale geliriz.
Üstinsan
Doğayı araçsallaştırmak doğa ve diğer canlılar üzerinde yıkıcı bir etki yaratsa da insanın vahşi güdülerini kısmen de olsa ehlileştiriyor. Doğanın nesneleştirilmesi ve insanın kendini kutsaması gezegende tamiri mümkün olmayan tahribatlara yol açıyor. Uzmanlar 6. Kitlesel Yokoluş evresine girdiğimizi söylüyorlar. Küresel ısıtmanın ekosistemde nelere yol açabileceğini kestirmek güç, kritik eşikler aşıldıktan sonra neler olabileceğine dair pek çok teori mevcut. Doğa ile uyumlu bir yaşam sadece fiziksel değil, psikolojik olarak da bedenimiz üzerinde olumlu bir etki yaratıyor. Fakat bu durumda bile aslında doğayı nesneleştirmiş oluyoruz.
Patlamadan Önce Ölenler Şanslıydı adlı bir filmden bahsetmek istiyorum. Film, nükleer bir saldırı sonucu bir grup insanın bir binada kapalı kalmasını ve filmin başında son derece iyi olan karakterlerin filmin sonunda nasıl vahşi birer insana dönüşmüş olmasını konu ediniyor. Yapım, dar bir alanda kısıtlı kaynaklarla kapalı kalmanın nasıl korkunç sonuçları olduğunu gösteriyor bize. Doğal kaynaklardan istifade edemediği bir konumda insanların ne hale gelebileceğini göstermesi bakımından çok önemli bir yapım.
Yaşamı anlamlandırma çabasında bir Tanrı inancına sahip olmak hatırı sayılır derecede fayda sağlasa da herhangi dini inanca ya da Tanrı inancına sahip olmaksızın hayatı anlamlı ve yaşanabilir kılmak elbette mümkün. Tanrılara inanan insan her geçen gün elde ettiği bilimsel, sosyal ve teknolojik kazanımlarla Tanrı'ya ya da tanrılara inanan bir insan olmaktan, Yuval Noah Harari'nin Homo Deus adlı eserinde konu ettiği gibi Tanrı gibi olmaya doğru bir adım daha atıyor. Yazar insanlığın ölümsüzlük, mutluluk ve tanrısallık arayışını bilim, felsefe, psikoloji, teknoloji gibi dallar üzerinden irdediliyor. Bu çalışmada yazar, hümanist dünya görüşü ile insanın Homo Sapiens'ten Homo Deus a evrildiği, kendi tabiri ile önemsiz bir hayvan iken adım adım bir Tanrı'ya dönüştüğü bir geleceği öngörüyor.
İnsanın üstün nitelikler kazanmasından bahsederken filozof Friedrich Nietzsche'den bahsetmemek olmaz. Übermensch yani üstinsan kavramını ortaya atan filozofun düşünceleri kendisi bunu amaçlamasa da kendisinden sonra ırkçı söylemlere dayanak da teşkil etmiştir. Ne kadar süreceğini tahmin etmek güç olsa da kim bilir belki bir gün Nietzsche'nin üstinsanına ulaşmak da mümkün olur. Belki de insanlık Tanrı'nın suretinde yaratıldığını iddia ederken geleceği projekte ediyordur, kim bilir.
Kaynakça
[1] Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi, Mircea Eliade
[2] Aleviliğin Gizli Tarihi, Erdoğan Çınar
[3] Aleviliğin Gizli Tarihi, Erdoğan Çınar
[4] Aleviliğin Gizli Tarihi, Erdoğan Çınar
[5] Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi, Mircea Eliade
(FÜ/TY)