Osman Kavala kendisiyle yapılan bir röportajda özgürlüğüne kavuştuğunda ilk ne yapacağı sorusuna, "İlk yapacağım iş annemi görmek ve sonra Gezi'ye gidip ağaçları seyretmek olacaktır" cevabını vermiş.
Haberi okuduğumda bu cevaptaki sadelik ve derinlik beni öyle sardı ve sarstı ki işte buna dair birkaç kelam eyleme ihtiyacını hissettim.
Aynı ihtiyacı Mirza Arabacı arkadaşım da hissetmiş olacak ki sosyal medya ortamında "Hasret" başlıklı bir yazı yazmış.
Şöyle diyor Arabacı: "Hapislikten, suçtan, haksız cezadan vazgeçtim; vazgeçtim özgürlükten ve esaretten, bu satırlardaki derin acıyı, saklı kederi, apaçık zulmü ve katıksız, saf sevgiyi görüyor, hissedebiliyor musunuz?"
Hissedenler vardır elbette. Bu toplumda Kavala ve benzer mahpuslara dair sesleri çıkmasa da yüreklerine yuva ettikleri insani duyguları taşıyanlar var. Zulme uğrayanlara, adaletsizliğe, hukuksuzluğa karşı vicdanları kanayanlar var. İnsanı ölçmek için salt siyasi bir bakışla sınırlı olmayan, ondan daha derin, daha kapsayıcı vicdan, sevgi, umut gibi insani ölçütleri taşıyanlar var. Bundandır bunca olanlara rağmen gelecek umudunun taşınması.
Kavala ile ilgili haberi izlediğimde ülkemizin içinde bulunduğu durumdan kaynaklı olan stresli halimde bir gevşeme, bir ferahlık hissettim. Nazım Hikmet'in "Bugün Pazar" şiiri aklıma geldi.
"Bugün pazar.
Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün
bu kadar benden uzak
bu kadar mavi
bu kadar geniş olduğuna şaşarak
kımıldamadan durdum.
Sonra saygıyla toprağa oturdum,
dayadım sırtımı duvara.
Bu anda ne düşmek dalgalara,
bu anda ne kavga ne hürriyet ne karım.
Toprak, güneş ve ben...
Bahtiyarım..."
O kavga insanı, o şair coşkusunun fırtınalı yüreği Nazım Hikmet bu şiirinde yelkeni enginlere kırarak başka bir dünyayı görüyor, onu önümüze seriyor. Kendine yeni bir pencere açan Nazım gökyüzünü, güneşi, toprağı, maviyi, kısacası varoluşu bir başka gözle görüyor. O göz hayatın kendisi ve kendisini bulduğu hayattan bahtiyar olan Nazım gibi Kavala da hayatı siyasetin dünyasına tıkıştırmadan, insan olmanın önceliğini ifade ediyor.
Hapishane hücresinin penceresinde kuş beslemek, çiçek büyütmek... Ölümden gayrı hayat yok edilemez ki, ölümleriyle yok olmayanlar da var; bunlar özgürlüğün, insanileşmenin mücadelesini verenler ve uygarlığa katkısı olanlardır.
Hayatın bir anlamı varsa ya da hayat anlamlandırılıyorsa, buna önce insan olmakla başlanmıyorsa işte o zaman ister devlet gücüyle isterse bireysel kötücüllüklerle başkalarının hayatlarına zulüm ediliyor demektir.
Onun için hayat, insan olanların beri yanda, insana düşman olanların öte yanda bulunmasından ibarettir diyebiliriz.
Anne ve Gezi için atan yürek
Nazım, Kavala, Demirtaş gibiler siyasetin örsünde dövülürken insani olanı büyüten bir yüreğe sahipler. Bundandır işte Kavala'nın önce annesini görmek istemesi ve Gezi'ye gidip ağaçları seyretmek istemesi.
Çünkü anne, senin oluşunu sağlayan yuvadır. O yuvanın sıcaklığı ve güveni, anne özleminde kendini gösterir.
Çünkü Gezi Kavala'dır. Gezi, Gezi sürecinde katledilenlerdir. Gezi, Gezi'de direnenlerdir.
Umuyor ve diliyorum ki gün gelecek Gezi'nin ortasında Gezi'nin serüvenini anlatan bir anıt yer alacak. Toplumsal mücadeleler tarihinin bir nişanesi ve saygısı olarak Gezi'de yer alacak olan bu anıt, demokratik Türkiye inşasının bir yapı taşı olacak.
Gelecek kuşaklar Gezi'deki ağaçları seyrederken Osman Kavala'nın Gezi bahanesiyle tutuklandığını ancak buradan bir suç inşa edemeyenlerin daha başka davalar icat ederek Kavala'yı bir rehin gibi üstelik AHİM kararına rağmen uzun yıllar hapiste tuttuklarını düşünecekler.
Eğer o direniş olmasaydı Gezi Parkı'nın yerinde AVM'li rezidanslar yükselecekti. Gezi'deki ağaçları seyretmek, o mücadeleye saygının bir ifadesidir.
Kavala 1830 gündür hapiste. Kendisinin ve kendisi gibi mahpusların, muhalif gösterileri baskılamak ve toplumu korkutmak için hapiste tutulduğunu söylüyor. Eğer iktidar değişmezse daha uzun süre hapiste kalabileceğini de ekliyor.
5 yıldır içeride tutulan Kavala, direnmenin ve dik durmanın örneğini sunuyor. Bunu yaparken ne ajitasyona ne slogana ne siyasi propagandaya başvuruyor. Hukuk mücadelesi veriyor ve insani bir duruş sergileyerek şu zor günler içinde umutlu olmaya, direnmeye örnek oluyor. Aynı tavrı Demirtaş'ta da görüyoruz. Elbette haberimiz olmasa da başkaları da vardır.
Demirtaş'ın o ironi ve mizah dolu açıklamaları geçer akçe siyaseti yerle bir ediyor. Muktedirler kuduruyor ve zindana attıkları biriyle baş etmenin telaşındalar. Kavala'dan da korkuyorlar. Çünkü onlar haklılar!
Kavala'dan, Demirtaş'tan doğayı, sevgiyi merkeze alan siyasi söylemlerinin ferahlığını duyuyoruz. Zorbalığın, nobranlığın, riyanın ve yalanın egemen olduğu, temel ahlaki değerlerin paspas yapıldığı bu ortamda bir umut ışığı oluyorlar. Korkunun kol gezdiği ve buna bağlı olarak ölü toprağı serpilmiş gibi toplumun baskılandığı bu ortamda hayata daha bir sarılmayı teşvik ediyorlar. Demirtaş bizi "Seher"in seher yeliyle, Kavala anne özlemi ve ağaç sevgisiyle yüreklerimizi ferahlatıyor.
Yaşama sevincinin yerlerde süründürüldüğü bu ortamda insan gibi yaşamayı hedeflemiş olanların bir gelecek kurabilmesi Kavala'ya dokunmaktan, onu anlamaktan geçiyor. Onu anlamak hayatın asli damarı olan anneyi, ağacı (doğayı), insani olanı sevmekten geçiyor.
Bütün bu yaklaşımlar bize insanı merkezine almayan siyasi paradigmaların bizatihi insani olan her şeye düşman olduğunu bir kez daha gösteriyor.
(HŞ/AÖ)