Size bu kez bir arkadaşımın yeni çıkan bir kitabından söz edeceğim: Giderayak, Anılarımdaki Nâzım Hikmet-Gün Benderli (İletişim Yayınları)
Gün Benderli’yle tanışıklığımız Su Başında Durmuşuz (Belge Yayınları-2003) kitabıyla başladı. Kitabı yanlış hatırlamıyorsam Buenos Aires’teyken okudum. Sonrası Budapeşte’ye taşındığımız dönemde bir iki güzel tesadüfün sonucu görüştük. O zaman bu zamandır “Budapeşte’deki ahbabım” oldu Gün Benderli. Benim için bunun ayrıcalıklı bir his, durum olduğunu söylemeliyim mutlaka. Arada dünyanın hallerini çekiştirip, birbirimize kitaplar hediye ediyoruz. Benim ona verdiklerim memleketin genç yazarlarının, onunkilerse ilerleyen yaşına rağmen azimle ve itinayla çevirdiği kitaplar daha çok…
Lafı uzatmayıp kitaba geçelim. Benderli’nin Nâzım Hikmet’le ilgili anıları daha önce yayınlanan Su Başında Durmuşuz kitabında, başladığı kendi geçmişiyle hesaplaşmanın bir devamı olarak görülebilir. Asıl olarak ise yazara kulak verecek olursak Abi dediği “İnsan Nâzım”ı anlatmaya çalışmış:
“Nâzım Abi hakkında çok şey söylendi, söyleniyor. Birçokları onun hayatında, kendi siyasi görüşlerine destek olabilecek bir duruş, bir söz, bir ses arıyor ve bunları tartışma konusu yapmaya çalışıyor ve yapıyor. Kimileri için Atatürkçü Nâzım Hikmet, kimileri için komünist Nâzım Hikmet. Kimileri için Stalinist Nâzım, kimileri için Leninist Nâzım. Ben, İnsan Nâzım Hikmet diyorum. Yanlışlarıyla doğrularıyla, inançlarıyla, tutkularıyla, gücüyle, zayıflığıyla İnsan. Şair, yazar, devrimci, cesur, korkak, işçi, paşa torunu. Hepsi birden.”
Kitapta “İnsan Nâzım”dan çok şey ve kendinizden de bir şeyler bulacağınıza eminim. Beni asıl etkileyen ise onca baskı ve engellemeye rağmen sözcüklerin ulaşabileceği yerler ve gücü oldu. Nitekim, bir anlamda, Nâzım’ın sesiyle başlıyor Gün Benderli’nin serüveni de.
Kitapta başka neler var? Örneğin dönemin gençliğinin barışa, güzel bir geleceğe inanan coşkusu (Bu bence şimdi en çok ihtiyacımız olan şeylerden biri.) 1956 Macar Ayaklanması, kısmen Sovyetler Birliği ve TKP eleştirisi, Nâzım’ın doğum günü 15 Ocak’ın öyküsü; en önemlisi tabii canlı bir Nâzım portresi bulacaksınız. Bir de Nâzım’la ilgili yapılan bazı “yanlışlar”ın titizce ayıklanıp düzeltilmesini de…
Devlet baskısı
Kitapta dikkatimi çeken meselelerden biri kuşkusuz, Türkiye’yi yönetenlerin Nâzım Hikmet’i haksız, yalan-yanlış suçlamalar eşliğinde uzun yıllar hapse mahkum etmeleriydi. O günlerde Nâzım’ın serbest bırakılması için mücadele eden insanlara karşı, bugünküne benzer bir linç rejimini aratmayacak politikalara imza atmaları, esasında zaman ve iktidar değişse de devletin alışkanlıklarının baki kalarak maziden bugüne dek nasıl uzandığını gösteriyor. Nâzım'ın hapisten çıktıktan sonra da işsiz bırakılması, sürekli izlenmesi, eşiyle çocuğuyla beraber sosyal ölümlerini zorlayan yaklaşımlar, Nâzım’ın çok sevdiği memleketinden kaçmasına, ıraklarda hasretle hayata veda etmesine yol açan son, bugün yollarda can veren onlarca, yüzlerce mülteciyi, ülkesinden uzakta yaşamak zorunda kalan ve her dönem daha da artan “sürgünler”i anımsatıyor…
Nâzım Hikmet’in özgürlüğü için açlık grevi yapması ise; bugün bizlere Nâzım’ınkine benzer koşullarda bulunan “dilekçelerini canlarıyla pullayarak halkımıza yollayan” ve ölüm sınırında direnmeye devam eden Grup Yorum üyelerini de hatırlatıyor…
Bu bahsi can sıkıcı, adeta kalıtsal bir ura dönüşmüş olan bir tutuma işaret ederek kapayacağım. Türkiye Cumhuriyeti’ni şekillendiren önemli paranoyalardan biri anti-komünistlik oldu. Bu sadece 15’ler ve Maria’nın Trajedisi’nden ibaret kalmadı. Sonra da sürdü. Sahte komünist partiler, örgütün içine sokulan ajan provokatörler, Nâzım ve bir çok aydının çektiği acılar, işkenceler, hapislikler, sürgünler, idamlar… (Başta Ermeniler ve Kürtler olmak üzere Anadolu halklarının başına gelenleri saymıyorum bile.) Bütün bunlara rağmen Nâzım Hikmet de dahil solda yer alan insanlar devletin kurucu zihniyetini ne kadar sorguladı, o devlet aklına katkı koymaktan ne kadar uzak durdu meçhul…
Eksiklik
Kitapta maalesef, Nâzım’ın şiirleri yeterince yok. Bunun Gün Benderli’nin ya da yayınevinin bir tercihi olmadığını biliyorum. Bu eksikliğin sorumlusu kuşkusuz Nâzım'ın bütün insanlık için sarf ettiği emeğini, ideallerini hiçe sayarcasına, mülkiyete dönüştürerek paylaşmayanlar. Bu durum, kitabın değerini azaltmıyor; fakat solun, yeterince kendi değerlerine sahip çıkmadığı/çıkamadığını da gösteriyor.
Bütün bunlar bir yana kitapta başka yerde göremeyeceğiniz şeyler de var. Mesela Gün Benderli’inin sakladığı bizzat Nâzım'ın elinden çıkma, şiirler, düzeltiler…
Kitap dönemin komünist hareketini, “İnsan Nâzım”ı merak edenler için iyi bir çalışma. Benzer araştırmaları teşvik edeceğini ve yeni tartışmalara kapı aralayacağını da düşünüyorum. Fakat bu kitabı, okumayı hatim indirmekle özdeşleştirenlere tavsiye etmem. Çünkü ne olur ne olmaz inandıkları bazı tabular aşınabilir…
İletişim Yayınları’nın Gün Benderli’nin daha önce yayınlanan ve artık pek bulunmayan iki kitabını da yeniden yayımlayacağını umuyorum. Gün Benderli, her ne kadar kitabına Giderayak… adını uygun görmüşse de öyle kolay kolay bizi bırakıp gideceğini sanmam, ayrıca müsaade de etmeyiz. Daha çok anlatacağı şey (Mesela arada anıyor, Budapeşte Radyosu Günleri’ni de anlatsa güzel olmaz mı?) çevireceği kitap ve yapacağımız sohbetler var… (AS/AS)