Ne diyordu o çok klişe cümle; “Moda insanın kendine yakışanı giymesidir.” Peki, insanın, insanlığa yakışanı giymesi nedir? Ona henüz bir isim koyulmuş değil. Çünkü, “insanlık” vahşi kapitalizm için modası geçmiş bir kavram. Eğer moda insanın kendine yakışanı giymesiyse, insanlığın ne önemi var? Taşlanmış kotun talebi varsa arzı da yaratılır. Bize de, içimiz kan ağlaya ağlaya da olsa, tekrar tekrar da olsa durumu arz etmek düşer.
Yavaş yavaş ölüm
Kot taşlama işçilerinin dramını ne zamandır duyuyoruz. Arada ana haber bültenlerine bile konuk oluyorlar. Sonra gündem dediğimiz o çok kaygan zeminde yine kayboluyorlar.
Kaybolduklarında zannediyoruz ki, her şey bitti. Ama vitrinlerde taşlanmış kotları görmeye devam ettikçe bilmeliyiz ki, bu dram bitmiyor. Üstelik, onlar Tuzla’daki gibi birdenbire ölüp dikkat de çekemiyorlar. Yavaş yavaş ölüyorlar ve öldüklerinde hiç kimseyi doğrudan sorumlu tutamıyorlar.
Bu işte bir “jean”lik var!
Kot taşlama işçilerinin yetersiz çalışma koşulları nedeniyle yakalandığı ölümcül hastalığın ismi “silikozis”. Sadece küçük kot markaları değil, büyükler de işin içinde. “Jean”lik işte tam da burada başlıyor. Çünkü, büyüklerin tek farkı, kot taşlama işinin yapıldığı “rodyo” atölyelerini kendi bünyelerinde açmamaları.
Bu işi taşeron firmalara devredip kendilerini bütün sorumluluklardan sıyırmaları. Çünkü, taşeron firmalar veya halihazırda küçük markalar bu işin maliyetini düşürmek için alınması lüzumlu önlemlerin hiçbirini almıyor.
30 ölü, 3000 hasta
Prof. Dr. Zeki Kılıçarslan’ın Önlem dergisine verdiği röportaja göre, ülkemizde bu hastalığa yakalanmış en az 3000 işçi olmalı. Bunların sadece 350’sine ulaşılmış ve kayıtlara geçen 30 ölü var.
Ölüm yaşı ortalama 20-25. Bu sektörde en az 10 bin civarında işçi çalıştığı göz önünde bulundurulursa, 7000 işçi de tehdit altında. Yani birilerinin moda tutkusu ve diğerlerinin sağladığı yetersiz çalışma koşulları çok pahalıya mal oluyor.
Kotumuz “Ak”, kim takar işçiyi?
Bu işin asıl sorumlusu işveren. Ancak o işverene izni veren ve onu denetlemeyen Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı da bu işin büyük sorumlusu. Tuzla’daki performansıyla hiç umut vermeyen bir bakanlıktan bu konuda bir şeyler beklemek abes elbette. Abes ama elzem de.
Çünkü, Uluslararası Çalışma Örgütü'nün (ILO) sözleşmesine göre, bu işi denetlemek devletin görevi. Ama kim takar sözleşmeyi diyor birileri. İsminde “Ak” geçen bir iktidarın çalışma bakanlığı, görevini ihmal etmiş, kotun “ak”laşmasını sağlamış çok mu? Zaten oldum olası uluslararası sözleşmelere, “aman kol kırılsın yen içinde kalsın” hassasiyetiyle yaklaşmışızdır. Susalım sesimizi çıkarmayalım, milliyetçiliğe halel getirmeyelim değil mi?Kotu boykot
Kot taşlama işçileri, bu drama dikkat çekmek için bir boykot başlattı (Boykotun tam metni ve ayrıntılarına kottaslama.org adresinden ulaşabilir). Boykot çağrısında özetle, artık herkesin yaşanan dramdan haberi olmasına rağmen, hiçbir şey yapılmadığı söyleniyor.
Basına malzeme olan dramın birkaç klişe açıklamayla geçiştirildiği, rating rantı elde edildikten sonra işçilerin yine kendi haline bırakıldığı vurgulanıyor. Bilinçlenmiş işçiler, son çare olarak insanları, bu şirketlerden ürün almamaya çağırıyor. Eğer başarabilirsek, bu konuda önlem almak için bir adım attırabiliriz diye düşünüyorlar.
Başka ne yapılabilir?
Küçükleri bir kenara bırakıyorum; Mavi Jeans’in, Levi’s’ın, Colins’in Loft’un adı geçiyor bu işte. Adlarının geçmesi resmen suçlu olduklarını göstermese de bu firmaların kendilerini tamamen aklamaları gerek.
Hatta bir birlik kurup ürünlerinin üzerine bir etiketle bu ilkel yöntemle taşlama yapılmadığını belirten ibare koymaları gerek. Hep onlar “çok olacak” değil ya, işte bunu yapana kadar bu ürünleri satın almamak, işçilerin boykot çağrısına kulak vermek gerek.
Jean markaları için fırsat!
Biraz şeytanın avukatlığını yapmak gerekirse, bu konuda gerçek bir düzenleme yapıp reklam vermek, kot markaları için bir fırsat bile olabilir. İşçilerin hayatı kurtulacaksa, bu fırsatı kot markalarına çok görmemek gerek.
Ya biz?
“Bütün renkler hızla kirleniyordu birinciliği beyaza verdiler” demiş şair. Bu yazıyı kaleme alırken, gardırobumdaki taşlanmış kotları düşündüm. Kotlarımın üzerindeki beyazlığın ne kadar kirli olduğunu sonra. Bu kiri, aklamak için “taşlanmış kota boykot”a katılmak şart.
Bu konuda hukuk mücadelesi yürüten eski kot taşlama işçisi Mehmet Bekir Başak yalnız bırakmamak lazım. Bu yazı en çok onun içindir.(ÜA/EÜ)
* Ümit Alan'ın yazısını Yeni Söz sitesinden aktardık.