1990'larda bir sene. Anneannemle evde oturmuş televizyon izliyoruz. Sahnede ışıl ışıl bir kadın. "Vay be" diyor anneannem, "Kadın 80 küsur yaşında, hala yaşıyor". Ben çocuk inadımla karşı çıkıyorum, "Olamaz o yaşta" diyorum. Anneannemden daha iyi bilecekmişim gibi! Sonunda zar zor ikna olup sus pus oturuyorum. Çivi gibi bir kadın, mikrofonla şakalaşır gibi şarkı söylüyor. O sahneden, hayatın sırrını çözmüş gibi dinleyenlerine göz süzüyor. O, bu dünyada bildiği en iyi şeyi yaparken, ben hayatın sırrını çözmüş olduğuna kani oluyorum. Şarkı bitince ortalık alkış kıyamet... Konuklar ayağa kalkıyor. Korkudan değil, sevgiden ileri geldiği aşikar olan bu saygı, sahne çevresinde vücut buluyor.
Ben hayatımda böyle bir kadını ilk kez görüyorum.
Masaya yumruğunu vurur gibi şarkı söylüyor.
Kimseye eyvallahı yok, belli.
Bana o yaşımda "Türkiye'yi bu kadın kurdu" deseler inanacağım, o denli.
İsmiyle müsemma, hayran olunacak kadar şık ve bakımlı.
İncecik dudaklarında her daim kırmızı tonunda bir ruj, güzelim saçlarında her daim pırıltılı bir taç.
Omuzları bir inip bir kalkıyor.
Sesi bir kalınlaşıp bir inceliyor.
Ansızın sessizleşip bir anda gürlüyor.
Bir oturup bir şahlanıyor.
Rakı masasına yumruğunu vurur gibi şarkı söylüyor.
Ben, şarkı söylemenin bağırmak olmadığını ilk kez onu dinleyince anlıyorum.
Ona "Diva" diyorlar, "Çınar" diyorlar, "Kraliçe" diyorlar.
Teybe kasedini koyup oynata bastığım zaman ise isminin önüne gelen bütün sıfatlar sıfırlanıyor.
"Müzeyyen abla" oluyor o dakikalarda.
Ümitsiz bir aşka düşünce, akşam olup yareler sızlayınca, pencereden bir kuş uçunca...
Rakı masasının mezesi değil, misafiri oluyor.
Onu en iyi anlatan şarkılardan birinin "Fes Başıma" olduğunu düşünüyorum çoğu zaman.
Şarkıyı ilk dinlediğimde, ikinci sesin erkek olup olmadığını anlamaya çalıştığımı hatırlıyorum.
Halbuki o ses de Müzeyyen Senar.
Rakı bardağını havada bir tur çevirip iki yudum aldıktan sonra sahnenin tozunu atan bir kadın o.
Şarkı söylerken aldığı keyfi çevresine de sonuna kadar yaşatmasını bilen bir sanatçı o.
Dinleyeniyle arasına rakı bardağından başka bir şey girmesine izin vermeyen bir ışık o.
Dün sabah, anneannemi kaybedişimizden yıllar sonra, Müzeyyen Senar'ı da yitirdiğimizi öğreniyorum.
İnsanın hayatında dönem dediğimiz zaman dilimleri, işte birer birer böyle kapanıyor.
Dopdolu geçen bir hayatın ardından hüzün yakışık almaz.
Yalnızca tarih sayfalarına değil, yüreklere de işleyenler unutulmaz.
Şimdi sizin için öldü diyorlar, ne tuhaf.
İnsan hiç ölür mü Müzeyyen hanım? (BK/HK)