Uluslararası Af Örgütü (Amnesty İnternational-UAÖ) geçen hafta yıllık insan hakları raporunu açıkladı. Örgütün yıllık raporunda, insanların dünyanın en az 81 ülkesinde işkence gördükleri veya kötü muameleye tabi tutuldukları bildirildi.
Ayrıca, en az 54 ülkede insanların adil yargılanmadığı ve 77 ülkede özgür ifade olanağının bulunmadığı belirtildi. Genel Sekreter Irene Khan, yıllık raporu sunuş konuşmasında, dünya liderlerini insan hakları alanında somut adımlar atmaya çağırdı.
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinden bu yana
150 ülkedeki insan hakları ihlallerinin ele alındığı raporda, dünyanın en güçlü ülkesi olarak nitelendirilen ABD'nin, dünya hükümetlerine insan hakları konusunda doğru bir örnek olmadığı belirtildi. Örgütün Genel Sekreteri Khan, dünya hükümetlerini, 60 yıl önce kabul edilen insan hakları evrensel beyannamesinin gereklerini yerine getiremedikleri için “özür dilemeye” çağırdı.
Yarım yüzyıldan beri dünya ulusları Birleşmiş Milletler (BM) çatısı altında toplanmış bulunmaktadır. Geçen yüzyılın başlarında BM’nin yerinde Milletler Cemiyeti (MC) vardı.
1921’de kurulduğunda dünya barışı için önemli imkanlar sunacağı planlanan Milletler Cemiyeti (MC), Japonya’nın Mançurya’ yı işgali; Almanya’nın Ren bölgesine girmesi ve İtalya’nın Habeşistan’a saldırısı karşısında sessiz kalarak saldırganları cesaretlendirmekle kalmamış; kendi varlığını da sona erdiren bir süreci başlatmıştır.
MC 1946’da feshedildiğinde “ikinci dünya savaşının galipleri” BM kurulması fikrini ortaya atmıştır. Galip ve büyük devletler “BM’nin MC gibi olmayacağını” ilan etmekten de geri kalmamıştır. Ne var ki; “BM’ye bağlı silahlı güç oluşturulması” tezi tıpkı 1918’de MC’de olduğu gibi reddedilmiş ve BM içinde de yeni bir ayrıcalıklı ülkeler grubu ortaya çıkmıştır.
BM ve diğer uluslararası kurumların tümü egemen devletlerin organizasyonlarıdır. Bu bakımdan söz konusu kurumların icraatlarını egemen devletlerin çıkarlarından ayrı düşünemeyiz.
BM’nin “dünya barışı”; “insan hakları” ve “demokrasi” gibi söylemlerinin başta gelen engeli yine BM olmuştur. BM Güvenlik Konseyine 1965 yılından bu yana sürekli üye durumunda bulunan 5 ülke (ABD, Çin, İngiltere ve Fransa) vardır.
BM Güvenlik Konseyinin herhangi bir konuda karar alabilmesi için sürekli üyelerin tümünün olumlu oy kullanması gerekmektedir.
ABD, “sürekli üye” konumuna dayanarak BM’yi bir araç olarak kullanmıştır. ABD, bu örgütün çatısı altında adeta bütün dünyayı karşısına almasına karşın faaliyetlerini rahatça sürdürmüştür.
“BM kararlarına uymadığı” gerekçesiyle çeşitli ülkelere müdahale ve saldırılar gerçekleştiren ABD, örgütü bir saldırı aracı olarak kullanmıştır. Geçmişteki örnekler bir yana; 1991 ve 2003’te Irak’a saldırı ve işgal harekatına girişen ABD, bahane olarak bu ülkenin “BM kararlarına uymadığı” tezine sarılmıştır.
BM bir “dünya örgütü” olarak insan hakları alanında da çalışmalar yapacağını açıklamış ve bunu gerçekleştirmek için “İnsan Hakları Komisyonu” başta olmak üzere “Gıda ve Tarım Örgütü”, “Çocuk Hakları Komitesi”, “BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği”, “İşkenceye Karşı Komite”, “Dünya Gıda Programı” gibi bazı örgütler kurmuştur. Bu örgütler de ne yazık ki insan haklarını korumak ve geliştirmek yolunda etkili olamamıştır. Bunun sebepleri çok yönlüdür.
BM tarafından 1966 yılında kurulan İnsan Hakları Komitesi, sadece “saptama (tespit) kararı” verebilmektedir. Bu kararın ise hiçbir zorlayıcılığı yoktur. BM tarafından kurulan İşkenceye Karşı Komite de benzer durumdadır. Komite “saptama” kararları verir ve bu kararların da “zorlayıcı” bir yönü yoktur.
İşkenceye Karşı Avrupa Komitesi de farklı bir örgüt değildir. Sözleşme, komiteye yalnızca “işkenceyi önleme” görevi vermiştir. Komite, sözleşmenin ihlali halinde ne bir yargı ne de bir yaptırım kararı alabilmektedir.
BM, dünyada “barış, güvenlik ve insan haklarını sağlayan bir örgüt” olamamıştır. BM, ABD işkence ve katliamlarına engel olmak ve insan haklarını korumak bir tarafa ABD işkence ve katliamlarına şemsiye olmuştur.
Uluslararası “resmi” sistem, ABD ve diğer insan hakları karşıtı emperyalist devletlerin önünde eli kolu bağlı durumdadır. Örgütlenmesinden; veto hakkına ve oradan finansmanına kadar kurumlar ABD politikalarının elinde çaresiz durumdadır.
Uluslararası sistemde yer alan ülkeler, insan hakları sözleşmelerini ya da deklarasyonları imzalamaktan çekinmezken ihlal durumunda yargı (yaptırım) işlevi çok sınırlı ya da hiç olmamasından cesaret almaktadırlar. Sözleşmeler çoğu kez ulusal makamların yerine getirecekleri yükümlülükleri ortaya koymadan “genel hakları” açıklamaktadırlar. Bu metinlerin pratikte uygulanması çoğu kez sınırlıdır.
Khan haklıdır: Başta ABD olmak üzere tüm “birleşmiş milletler”, dünya insanlarından “60 yıllık günahları” için özür dilemelidirler. (HA/EZÖ)