*Fotoğraf: İletişim Yayınları
Her daim kendinizi haklı karşınızdakini haksız görüyorsanız, artık oturup özeleştiri yapma zamanınız çoktan gelmiş demektir. Milyonlarca kez okusam bıkmayacağım, genç-yaşlı herkese tavsiye ettiğim “Küçük Prens” kitabından bir alıntı ile ifade etmek gerekirse; evet, “en zoru budur. Kendini yargılamak, başkalarını yargılamaktan çok daha zordur. Kendini gerektiği gibi yargılayabilirsen, gerçek bir bilgesin demektir.”
Boğaziçi eylemleri
Yaklaşık bir aydan fazla bir süredir ülkemizin gündeminde olan, Boğaziçi Üniversitesi’nin yeni atanan rektörüne karşı gerçeklesen itirazları/protestoları, üstte belirtilen temel insan hakları çerçevesinde değerlendirmek gerekir. 2 Ocak 2021’de Boğaziçi Üniversitesi’nin rektör seçiminde yıllardır uyguladığı geleneksel demokratik yollar ihlal edilerek Cumhurbaşkanı tarafından dışarıdan atanan yeni rektöre karşı yapılan itirazları kastediyorum.
Sonda söyleyeceğimi baştan, altını çizerek ifade etmekte fayda var: Boğaziçi Üniversitesinin değerli akademisyenleri ve öğrencileri tarafından başlatılan insani ve barışçıl protestoları anında polis kuvvetleri ile bastırmaya çalışmak yerine, toplumdaki demokratik kültürü arttıracak uygulamalarla bu süreci yönlendirmek toplumda sosyal huzurun sağlanması için daha faydalı sonuçlar verecektir.
Protesto haktır
İnsanların düşündüklerini dillendirmesi ve barışçıl itiraz hakkını kullanması aynı zamanda anayasal bir haktır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, Madde 34, bu durumu şöyle izah eder: “Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.” Ancak, 36 yıldır Boğaziçi Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yapan Emeritus Prof. Dr Ayşe Buğra hoca bile anında bizzat Cumhurbaşkanı tarafından “provokatör” ilan edilebiliyor. Buna ek olarak, toplumun bir kesimi ve bir kısım medya kuruluşu son derece klişe sözlerle/haberlerle anında Boğaziçi Üniversitesi’nin rektörüne karşı yapılan protestolara katılanları “terörist” ilan edebiliyor.
Türkiye’de özellikle son yıllarda toplumun bir kesimi hoşuna gitmeyen her şeyi ve herkesi “terörist” ilan etmeye başladı ve bu koronavirüsü gibi hızlı ve tehlikeli bir şekilde toplumun içinde yayılıyor. Bu hastalıklı tutum, bireylerin farklılıklarıyla huzurlu bir şekilde bir arada yaşama kültürünü zedeliyor ve tamamen bölünmüş, iki kutuplu bir toplum yaratıyor. İnsan olabilmenin ve insan kalabilmenin ön koşulu farklılıklara saygı duymaktan başlar.
Terörizm nedir?
Üniversite yıllarında dersini almaktan onur duyduğum, Türkiye’nin en değerli ve saygın sosyologlarından birisi olan Prof. Dr Kadir Cangızbay hocamız, terör(ist) kavramını şu şekilde izah ediyordu: “‘Terör’ tam tamına dehşet, ‘terörizm’ de yine tam tamına ‘tedhiş/tedhişçilik’; yani, insanları beklemedikleri, kendisine karşı koymak üzere ne psikolojik ne de fizik olarak hazırlıklı olmadıkları bir şiddete maruz kılarak yıldırıp sindirerek mefluç hâle getirme.”
Bu bağlamda, yeni atanan Boğaziçi Üniversitesi rektörüne karşı sırt dönerek yapılan eylemler ve öğrencilerin barışçıl yöntemlerle yapmak istedikleri protestoları “terör” sözcüğü ile izah edenler ya gerçekten Kadir hocanın da çerçevesini çizdiği terör kavramından bihaber ya da bilinçli olarak toplumsal kutuplaşmayı arttırmak istiyorlar. Sonuç olarak tekrarlamakta fayda var, anayasal hakkını kullanan insanlara karşı fiziksel-psikolojik güç kullanmak veya onları hedef göstererek krimanilize etmek, hem hukukun üstünlüğü ile hem de temel insan hakları ilkeleri açıkça çelişiyor.
Boğaziçi Üniversitesi’nin yeni atanan rektörüne karşı yapılan itirazları bir cümle ile değerlendirmek gerekirse; bir söz söylemenin veya en ufak bir protesto dâhi yapmanın bedelinin ödendiği bir coğrafyada hiçbir mücadele kolay değil. Ancak, her türlü zorluğa ve ayrıştırmalara rağmen insanca bir arada yaşayabileceğimiz günlere dair umutlarım var. Bu umudumu yüksek tutan değerlerden birisi de yıllardır özellikle iktisat politikası üzerine çalışmalar yapan Ayşe Buğra hoca.
Ayşe hoca
Kapitalist üretim sistemi ve ekonomi modelinin topluma daha fazla kanalize edilmesiyle artan gelir dağılımı eşitsizliğini en iyi analiz eden bilim insanlarından birisi Ayşe Buğra hocadır. Özellikle sosyal politika, kapitalizm ve yoksulluk konusunda onlarca makalenin ve kitabın altında imzası vardır.
Ayşe Buğra, yoksul ile zengin arasındaki uçurum daha fazla büyümesin ve özellikle ekonomik anlamda alt sınıfta yer alan grupta yoksulluk derinleşmesin diye onlarca öneride bulunmuş değerli akademisyenlerden birisidir. Google Scholar indeksinin güncel verisine göre, Ayşe Buğra’nın yayınladığı eserlere yapılan toplam atıf sayısı 5781’dir. Bu anlamda, 5781 ayrı çalışmada ismi geçmiş, hayatını bilimsel çalışmalara adamış, toplumun sosyo-ekonomik kronik sorunlarını dillendirmekle kalmayıp, onlara çözüm önerileri sunan Ayşe Buğra, iktisadın ışıltılı ve insani yüzünü temsil eder.
Eserleri burada yazmakla bitmez ancak çok değerli bir çalışmasını özellikle sosyo-ekonomik toplumsal sorunlar üzerine düşünen ve tartışan herkese önermek isterim. “İktisatçılar ve İnsanlar” kitabı ilgili literatürde yazılmış en iyi kaynaklardan biridir; iktisattaki yöntem tartışmalarına odaklanarak, insan ve iktisat kuramları arasındaki ilişkiyiçok yönlü araştıran bilgi dolu bir eserdir.
Ayşe hocanın anlattığı yoksulluğa bakın
Ayşe Buğra’nın saygınlığını hedef alıp onu yıpratarak toplumdaki kutuplaşmayı arttırmak, toplumsal huzura sadece zarar verir. Toplum içinde ayrışmaya neden olacak ifadeleri dillendirmek yerine, Ayşe Buğra’nın da yıllardır üzerinde çalıştığı yoksulluk ve küresel gelir dağılımı eşitsizliği konusunda çözüm önerileri sunmak ve bunun için bir arpa boyu kadar dahi olsa bir çaba sarf etmek, insanlık için daha hayırlı sonuçlar verecektir.
Son olarak, illaki bir yarış olacaksa, birbirimizi “öteki”leştirip ayrıştırmakta değil, birbirimize insani yaşam alanı sunmakta yarışalım. Evet, rengarenk gökyüzünün altında hep birlikte insanca yaşamak mümkün, hadi hep birlikte göğe bakalım, aşağıya değil.
Ek Not:
Ayşe hocayla yüz yüze tanışma fırsatım olmadı ama kendisiyle kitapları ve makaleleri üzerinden yaklaşık on yıl önce tanışmıştım. Kadın istihdamı, kapitalizm, vatandaşlık geliri, yoksulluk üzerine düşünen ve çözüm önerilerinden bulunan Ayşe Buğra, bu topluma akademik bir değer katan, sevgisiyle ve içindeki parıltıyla topluma her daim umut aşılayan bir akademisyendir. Bu anlamda Ayşe Buğra’yı sahiplenmek, onu yalnız bırakmamak ülkenin umut dolu geleceğini sahiplenmekle eşdeğerdir diye düşünüyorum. Bu bağlamda, hep birlikte daha güzel ve daha insani bir geleceğe sahip olabilmek adına bu topluma hem akademik hem de insani bir değer katan Ayşe Buğra’ya sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
(NÖ)