Günümüzde insan hakları ne yazık ki hukuka sıkışmış durumda. Günümüz toplumunda etik bir işleyiş inşa edilmiş durumda değil.
Demokrasi doğruya ulaşmak için bir araç olabilir fakat İoanna Kuçuradi'nin ifade ettiği gibi çoğunluğun egemenliği olarak demokrasi her zaman doğruya götürmüyor; bazen çoğunluğun kabul ettiği büyük bir yanlış olabiliyor. Hukuk da demokrasinin bir oyuncağı.
Eğer gerekli çoğunluğu etik olgunluğa ulaşmamış bir toplumda elde edersen hukuku istediğin şekilde oynatabilirsin. Bu sebepledir ki var olan hukuka sıkışmış insan hakları literatürü yerine eleştirel bir insan hakları literatürü geliştirmek zorundayız.
Bu literatürün gelişmediği günümüzde kesin ve güçlü bir cevap vermek pek mümkün değil fakat çok dar, temel ve başlangıç olarak hukuka sıkışmamış bir insan hakları için etik bir çerçeve ile birlikte sokağı güçlendirmek gerekir.
Burada sokaktan kastın liberal demokrasinin sivil toplumu olmadığının altını çizmek gerekir. Nitekim sivil toplumu (hukuk gibi) bir oyun alanı olarak ayrı tutamayız.
Eleştirel insan hakları savunusunun gelişmesi gerektiğini ifade etmekle birlikte bu savunuyu geliştirirken kesişimsellik ilkesini de gözetmek gerekir. Eleştirel bir insan hakları savunusunu geliştirirken her şeyden önce insanı bir meta olmaktan çıkarmak gerekir.
Üretim ilişkilerinde insanın metalaşmasına karşı bir savunu geliştirirsek ancak işçi haklarını bir insan hakkı olarak savunabiliriz. Veya özel alanın politikliğini gözeterek kadın haklarını insan hakları olarak savunabiliriz.
Bunlar belli alanlardaki tikel örneklerdir. Bunu çoğaltmak mümkün. Bu sebeple etik bir çerçevede kesişimselliğin olması gerekir.
Fakat kesişimsellikten kastım fikirler düzeyinde değil insanlar düzeyindedir. Nitekim bir fikir dünyası olarak LGBTİ+fobi başlı başına bir insan hakları ihlalidir. Bu noktada yine İoanna Kuçuradi'nin tanımlamasına başvurmak değerli olur:
"Bütün fikirlere saygı... Hayır efendim fikirler saygı konusu değildir, insanlar saygı konusudur. Fikirler değerlendirme konusudur."
Dolayısıyla insan hakları açısından fikre saygı bir hak değildir. Bu yönden aslında insan haklarının kesişimselliği ilkesi başlı başına fikirlere karşı gelinerek inşa edilen bir mekanizmadır. Bu yalnızca insan hakları savunusu için değildir.
Her şey için geçerlidir. Fikre saygı duymak demek onunla savaşmadan ve dolayısıyla tarihte eritmeden öylece durması demek oluyor. Bu noktada eğer her fikire saygı duymamız gerekseydi şu anda demokrasi denen şey mecliste yalnızca erkeklerin temsil edildiği bir yer olurdu. Ve bu erkeklerin evde bir kölesi olurdu.
Fikirler savaşıp mağlup gelmeli. Ancak bu mağlubiyet güçlü olanın kazandığı değil doğru olanın kazandığı diyalektik bir süreç olmalıdır.
Etik olgunlaşma da bu diyalektik sürecin ürünü olan devinen bir sentez olmalı. Bu sentez ise başka sentezlerle kesişen, bütünleşen, devinen yani başka bir diyalektik sürecin tezi veya anti tezi olmalıdır. Bir insan hakkı olarak işçi haklarından bahsederken o işçinin LGBTİ+ olabilmesinden dolayı belli alanlarda LGBTİ+ işçi haklarının gelişimini, mücadelesini ve savunusunu yapmak gerekir.
Yani aslında insan haklarını birer küme olarak ele alırsak her kümenin kesişeni vardır ve bazen o kesişimlere özel çalışmalar da gerekir.
Örneğin işçi bir kadın iki farklı kümenin kesişimidir ve bu alanda farklı çalışmalar yapmak gerekir. Tek başına kadın hakları çalışmak veya tek başına işçi hakları çalışmak doğru olmayacaktır. Bu alanda patriyarka ve kapitalizm katmerleştiğinden farklı ihlaller söz konusu olacaktır. Bir kadının eşit iş gücüne rağmen eşit ücret almadığı bir ihlali yalnızca işçi haklarıyla çözümleyemezsiniz.
Dolayısıyla insan hakları savunusunun etik çerçevesi ancak ve ancak kesişimsel bir savunuyla olgunlaşabilir. İnsan hakları sınıflandırılsa da (işçi hakları, kadın hakları, LGBTİ+ hakları vs.) bu sınıflar tekil değil tikel sınıflandırmalardır yani bir bütünün parçalarıdır. Bu bütünü de simetrik bir geometri içerisinde düşünmemek gerekir.
Bütünün parçaları diyince akla gelen pastanın dilimleri gibi nizami bir bütün olmak zorunda değildir. Yani şu anda tanımlanan insan hakları henüz tanımlanmamış bir gerçekliği kapsamıyor olabilir. Bir zamanlar siyahi haklarından bahsedilmiyorken belli bir noktada kocaman bir mücadele hattına dönüştü. Dolayısıyla şu an tanımlanmış bir insan hakları bütünün ötesinde insan hakları mevcuttur ve bugün tanımladığımız haklar ile (tanımlanmamış olsa bile) kesişiyordur.
Bu sebeple nizami sınırları belirgin bir bütün düşünmemek gerekir. İnsan haklarının devinen bir şey olduğunu ve bu tanımlamaların diyalektik bir süreç içinde gerçekleştiğini ifade etmek gerekir. Toparlayacak olursak; insan hakları eleştirel bir zemine, devinen ve kesişen bir bütünlüğe, tikel sınıflandırmalara, diyalektik tanımlamalara sahip olmalıdır. Ancak böyle bir insan hakları anlayışının doğru ulaşacağını ifade etmek gerekir.
Haklar
İnsan hakkı olarak LGBTİ+ savunusuna gelmeden insan haklarının çerçevesini çizmek gerekliydi. Çünkü LGBTİ+ insanlık tarihinden bu yana var olan fakat "fikirlerin" baskıladığı bir gerçeklik. LGBTİ+ bir fikir değildir, bir varoluştur. Natrans heteroseksüellik kadar gerçektir de.
Bir bütünle kesişen ve henüz tanımlanmamış haklar olarak LGBTİ+ hakları (bazı toplumlarda) aslında bahsettiğim nizami bütünün dışında haklardır. Bu yüzden insan hakları devinen bir yapı olmalıdır ki henüz tanımlanmamış toplumlarda yine de bu hakların savunusu yapılabilsin. Bu noktada aslında hukuki sürece sıkışmış bir insan hakları savunusunda eğer LGBTİ+'lar hukuken tanımlanmamışsa haklarından da bahsedilemez.
Hatta yakın zamanda Rusya'da olduğu gibi hukuki olarak zararlı bir örgütlenme olarak konumlanması mümkün. LGBTİ+ örgütleri bulunuyor ve dolayısıyla bu örgütlerin hukuki yerleri bellidir. Bu örgütlere uygulanacak hukuki prosedür de bu yüzden kolaylıkla değişebilmektedir. Fakat LGBTİ+ kendi başına bir örgüt değildir, bir varoluştur. Aslında LGBTİ+'ları yok sayan "fikirlerin" defaatle LGBTİ+'lara örgüt gibi davranması da bu yüzden.
Örgütün belli bir hiyerarşik yapılanmayı barındırması gerekir. Ve bir insandansa bu hiyerarşik yapıya devlet tehdidi muamelesi yapmak (diğer bir deyişle terörize etmek) daha kolaydır. "LGBTİ+ hakları, insan haklarıdır" sloganı temelde LGBTİ+ haklarının dışlanmasına ve yok sayılmasına karşı oluşmuş olsa da bu bahsettiğim gerçekliği ortaya koyuyor.
Dolayısıyla LGBTİ+ hakları (tabii geniş anlamda insan hakları) hukuki bir tanımlamanın ötesinde etik bir çerçevede tanımlanmalı. Bugünün tersine etik çerçeve hukuku beslemelidir. Bu etik çerçeve aynı zamanda birçok şeyin de önüne geçecektir. Etik çerçevenin barındırdığı (bir önceki bölümde bahsettiğim) kesişimsellik ilkesi LGBTİ+ haklarının yok sayılmasına karşıdır da. Günümüzde kendini solda gören veya en temelde insan haklarını benimseyen örgütlenmelerde LGBTİ+ haklarının yok sayılmasının önüne de geçecek bir olgudur.
Çerçevenin dışında kalan insan hakları savunusu etik olarak olgunlaşmış toplumlarda etik olmayan olarak tanımlanacağından tarihte eriyecektir ve çözülecektir.
Öte yandan günümüzde aslında kesişimselliği en istikrarlı biçimde inşa etmiş alan LGBTİ+ öz örgütlenmesidir. Bahsettiğim tam olarak bu kesişimsellik anlayışının insan haklarına uygulanmış halidir. LGBTİ+ mücadelesi bu yüzden kadın mücadelesiyle birlikte önemli bir yerde duruyor.
Çünkü aslında yukarıda bahsettiğim eleştirel insan hakları savunusunun temeli LGBTİ+ mücadelesiyle bağdaşıyor.
Dolayısıyla hukuka sıkışmışlığın ne ifade ettiğini en iyi bilen LGBTİ+'lardır. Hukuken tanımlanmadığın için, örneğin trans bir kadın olsan da (gerekli düzenlemeler yoksa) hukuk karşısında erkeksin. Bu yüzden "LGBTİ+ hakları insan haklarıdır" sloganının ardında yatan temel düşünüşle yerleşik insan haklarının yerine bu temelde eleştirel insan hakları geliştirilmeli.
(TG/EMK)