Bu bir sorgulama yazısıdır.
“Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar.”
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 1. maddesinden alıntıladığım bu cümleyi Gazze’de bir aydan uzun süredir katliam ve soykırıma varan uygulamalara maruz kalanlara göstersek muhtemelen verecekleri yanıt “peki, eşit yaşarlar mı?” olacaktır.
7 Ekim’de Hamas’ın askeri kanadı İzzeddin el-Kassam Tugayları’nın İsrail sınırına geçerek 1200 kişinin öldürülmesi, 240 civarında da esirin alınmasıyla sonuçlanan saldırısı sonrasında İsrail ordusunun Gazze’ye yönelik başlattığı saldırılar sürüyor. İsrail ordusunun bu saldırılarında şu ana kadar 11 binden fazla kişi öldürülürken, 28 binden fazla kişi de yaralandı.
İnsan hakları hareketi olarak Hamas’a bağlı İzzeddin el-Kassam Tugayları’nın saldırısını da İsrail ordusunun saldırılarını da kınıyoruz. 7 Ekim’den bu yana gözlerimizin önünde yaşanan ağır hak ihlallerine baktığımızda İsrail ordusunun hava saldırılarında ve kara harekâtında sivil yerleşim yerleri, mülteci kampları, hastaneler ve ambulanslar hedef alındı, alınıyor. Toplu bir cezalandırmaya dönüşen bu saldırılar insan hakları değerlerine açık bir saldırıdır.
En çok çocuklar etkileniyor…
Gazze Sağlık Bakanlığı 5 Kasım’da yayımladığı bilgi notuna göre, İsrail ordusunun devam eden saldırılarında her 10 dakikada 2 çocuk yaralanırken, 1 çocuk da öldürülüyor. Washington Post gazetesinde yer alan bilgilere göre 13 Kasım itibariyle en az 4 bin 609 çocuk bu saldırılarda hayatını kaybetti. İsrail, Birleşmiş Milletler (BM) Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’ye taraf olan bir devlet. İsrail ordusunun saldırılarında Gazze’de bu kadar çocuğu öldürmesi veya ölümüne yol açması Sözleşme’nin 6. maddesinde belirtilen “Taraf Devletler, her çocuğun temel yaşama hakkına sahip olduğunu kabul ederler. Taraf Devletler, çocuğun hayatta kalması ve gelişmesi için mümkün olan azami çabayı gösterirler” yükümlülüğüne aykırı davrandığının açık göstergesidir. Benzer şekilde, Sözleşme’nin 38. maddesi silahlı çatışma koşullarındaki yükümlülükleri belirterek taraf devletlerin çatışmalarda çocuklara zarar gelmemesi için yapması gerekenleri ifade ediyor.
Cesetlerin insan onuruna yakışır, gerekli dini ve kültürel değerlere göre gömülemediği, yaralıların sağlık hakkından yararlanmasının önüne geçildiği, mutlak bir abluka ile insanların açlık ve susuzluğa mahkûm edildiği koşullar karşısında uluslararası toplumun yeterince ses çıkarmadığı aşikâr. Ayrıca, saldırılar sırasında kaçınılmaz olarak hayvanlar da zarar görüyor. Yerleşim yerlerine yapılan saldırılarda yıkılan evler mülkiyet hakkının ihlali olduğu kadar ciddi çevre kirliliğine de yol açıyor. Savaşın, katliamın ve yıkımın yol açtığı travmalar ve ruhsal sorunlar ile kronik rahatsızlığı olan hastaların sağlık hakkını kullanamaması “eşit doğan ama eşit yaşayamayanların” zihninde sorular doğuruyor. Uluslararası toplum İsrail’in bu saldırıları karşısında yeterli ses çıkarmıyor.
BM'nin çağrıları yetersiz kaldı
28 gün sonra, yani 10 Aralık’ta kabul edilişinin 75. yılını kutlayacağımız İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi BM insan hakları sisteminin temel taşlarından. 7 Ekim’deki önce Hamas, sonrasında İsrail ordusunun saldırıları karşısında BM insan hakları mekanizmaları onlarca açıklama yayımladı. BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri Volker Türk taraflara insan hakları sorumluluklarını ve bu çerçevedeki yükümlülüklerini hatırlatan açıklamalar yaptı. BM Genel Sekreteri António Guterres de benzeri açıklamalarda bulundu. Yapılan açıklamalarda “sivillerin, bebeklerin, okulların, hastanelerin, sağlık çalışanlarının, insani yardım görevlilerinin hedef olmadığı” defaatle belirtilmesine rağmen bu saldırılar devam ediyor. Onlarca hastaneye yapılan saldırı durdurulamadı. Ayrıca, Gazze’deki saldırılarda 101 BM görevlisinin yaşamını yitirmesi BM’nin 78 yıllık tarihinin en büyük kaybı olarak kayıtlara geçti. BM insan hakları sistemi kendi çalışanlarını korumayı maalesef başaramadı.
Yaşanan yıkım, katliam karşısında BM Genel Sekreteri Guterres 20 Ekim’de Refah Sınır Kapısı’nda insani yardıma izin verilmesi çağrısı yaptı. Ne var ki, bu çağrı Gazze’ye yeterince yardım gitmesini sağlayamadı. İsrail ordusunun saldırıları da devam etti. Benzer bir durum BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri Volker Türk ile Uluslararası Ceza Mahkemesi (ICC) Karim Khan’da Refah Sınır Kapısı’ndaki açıklaması sonrası da yaşandı. Yaşanan katliam ve ağır hak ihlalleri karşısında uluslararası insan hakları mekanizmasının önde gelen yetkililerinin aynı noktadan yaptığı açıklamaların Gazze’dekilerin yaşamında ne kadar olumlu bir değişikliğe yol açtığı sorgulanmaya muhtaç. İnsan hakları mekanizmalarının etkisinin neden az olduğunun da sorgulanması gerekiyor.
Mücadele, kapitalist sisteme karşı olmalı
Bildirge’nin işaret ettiği eşit doğma hali otomatik olarak tüm bu hak ve özgürlüklerden eşit olarak yararlanmamızı mümkün kılmıyor. İnsan hakları ve eleştirel hukuk profesörü dostumuz Costas Douzinas’ın sarih ifadesiyle, bu hakları kullanabilmek için mücadele etmemiz gerekiyor. Yürüttüğümüz toplumsal mücadele, insan hakları mücadelesi hem hakkımızı ihlal edenlere hem de ihlallerin kaynağı olan kapitalist sisteme karşı olmalı. Verili durumda ihlalleri giderme noktasında etkisinin azaldığı gözlenen insan hakları mekanizmalarının işleyişini sadece teknik bir incelemenin ötesine geçirecek yollar, yöntemler bulmalıyız. Böylece sadece mekanizmaları iyileştirmekle kalmayıp hakkın kendisiyle ilgili sorgulamalarla ilerlemeler sağlayabiliriz.
Geçen haftaki İnsanlığın gömüldüğü yer: Gazze yazısı bir utanç yazısıydı. Utancı yenmenin yolu sorgulamaktır. Bize bu acıları, katliamları yaşatan, insanlığın Gazze’ye gömülmesine yol açan kapitalist rejimin baskı ve sömürüye dayalı karakterini sorgulamaya devam etmeliyiz. Böylesi bir sorgulama kapitalizmin insan hakları mekanizmalarını -ve hatta kimi durumlarda prensiplerini- araçsallaştırmasının önüne geçebiliriz. Utancı yenmenin yolu bu hisse yol açan sorunlara karşı mücadele etmektir. Özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğan herkesin bu prensipler temelinde bir yaşam sürmesini ancak ve ancak mücadele ederek elde edebiliriz. Bu mücadelede insan haklarının rejiminin siyasi yönünü aklımızda tutmalıyız. Kapitalist sistemin, neoliberal politikaların, baskıcı rejimlerin siyasi niteliğinin insan hakları prensipleri ve mekanizmaları üzerindeki etkisini azaltacak bir perspektif bu meşakkatli yolda bize yol gösterecektir.
(Oİ/VC)