Barış insan hakları mücadelesinin özüdür.
Türkiye'de 1 Eylül olarak kutlanan, Birleşmiş Milletler sisteminde ise 21 Eylül olarak belirlenen Dünya Barış Günü yaklaşıyor. Barış temel bir insan hakkıdır. İnsan hakları savunucuları savaş karşısında barışı savunur.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 19 Aralık 2016'da 71/189 sayılı Barış Hakkı Bildirgesi'ni kabul etti. Bildirgenin kabul edilmesinde temel faktörün insan hakları mücadelesi olduğunun farkında olmamız gerekir. Zira bizleri her gün tam bir sömürü düzeni kapitalist sistem ve neoliberal politikaların barışa değil savaş ekonomisine ve silah ticaretine duyduğu ihtiyaç aşikâr.
Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI) 2020'de küresel silah ticaretinin hacminin 112 milyar dolar olduğunu tahmin ediyor. Enstitü silah ticaretinin gerçek miktarının çok daha fazla olduğuna işaret ediyor. Türkiye'de Kürt sorununda izlenen şiddet temelli politikaların ekonomik alana yansıması da savaş ekonomisinin vardığı boyutları gözler önüne seriyor. Araştırmacı İzzet Akyol'un Demokratik Gelişim Enstitüsü için hazırladığı "Türkiye'de Barışın Kar Payı: Kürt Meselesi Çözülürse Ekonomi Nasıl Etkilenir" başlıklı araştırma 1985 ile 2021 yılları arasında doğrudan doğruya 230 milyar doların çatışma nedeni ile yok olduğunu belirtiyor. Esasen, savaşların insan yaşamı ve doğadaki yıkıcı etkilerini ortaya koyacak herhangi bir veri bulunmuyor. Buradaki rakamlar silahlı çatışmalarda yitip giden yaşamlara rağmen silah tüccarlarının edindiği zenginliğin boyutlarına dair fikir veriyor.
Hangi biçimde olursa olsun silahlı çatışma ve savaş ortamı insan haklarını ihlal eder. Savaşlar ve silahlı çatışmalar en temel insan hakkı olan yaşam hakkını ihlal eder.
İHD olarak derlediğimiz verilere göre 2015 ile 2021 yılları arasını kapsayan 7 yıllık dönemde silahlı çatışmalar nedeniyle 6 bin 19 kişinin yaşamını yitirdiği, 8 bin 562 kişinin yaralandığı tespit edilmiştir. 40 yıllık bilançonun 50 binden fazla cana mal olduğu belirtiliyor. Normal yaşamımızda yitirdiğimiz tek bir kişinin bile ne kadar büyük bir kayıp olduğunu dikkate aldığımızda Kürt meselesindeki can kaybının yıkıcılık düzeyi daha belirgin hale geliyor.
Benzer şekilde, silahlı çatışmalar her koşul altında mutlak yasak olan işkence ve kötü muamele yasağını sık bir biçimde ihlal eder. Silahlı çatışma bölgesinde yaşayan kronik hastaların (2015'te ilan edilen sokağa çıkma yasakları sırasında düzenli olarak diyalize girmesi gereken yurttaşların hastaneye gitmekte yaşadığı zorluklar örneğinde olduğu gibi) tedavisini engeller. Çocuklar ya doğrudan çatışmalar sırasında ya da çatışmalardan yıllar sonra karşılaştıkları patlayıcı maddeler nedeniyle yaşamını yitirir. Çocukların eğitim hakkını kullanmasının önünde ciddi engeller çıkar. Benzer şekilde, kadına yönelik şiddet artar. Savaşın yol açtığı yıkıcı etkiler sadece insanları etkilemez. Savaş aynı zamanda çatışmalarda, operasyonlarda kullanılan kimyasalların doğaya zarar vermesi ve hayvanları yok etmesi, ormanların yakılması veya ormansızlaştırma gibi sonuçları nedeniyle bir bütün olarak ekosisteme zarar verir. Bu şiddet hem savaşan taraflardan kaynaklı hem de ev içi şiddet olarak yaşanabilir. Savaş, yaşamın tamamını etkilediği için yıkıcılığına verilecek örnekler de yaşamın her alanında görülür. Savaş ve silahlı çatışma ortamlarında yaşanan ihlaller savaşan her iki tarafa mensup kişilerce gerçekleştirilebilir. İnsan hakları savunucuları olarak ihlalleri belgelerken ve kınarken kimin gerçekleştirdiğine bakmayız.
Savaşa karşında barışı savunanlar kendilerine veya aile üyelerine yönelik tehdit, gözaltı, kaçırılma veya zorla kaybedilmeler (Cumartesi Anneleri/İnsanları bu konuda çok cesurca bir mücadele yürütüyor), yargı baskısı, hapsedilme, işini kaybetme, sürgün ve hatta (dönemin Diyarbakır Baro Başkanı insan hakları savunucusu dostumuz Tahir Elçi örneğinde olduğu gibi) öldürülme riski altındadır. Savaşın ve silahlı çatışmanın yarattığı karanlık hakikatin üzerini örter. Hakikatin üzerindeki karanlık perdesi ancak ihlallere barışın sözünü yayarak yırtılabilir. 2016'da "Bu Suça Ortak Olmayacağız" bildirisini imzalayan barış akademisyenleri olarak da bunu yapmaya çalıştık. Şiddetin dozajı arttıkça bu ihlallerin de dozajı ve çeşitliliği artar. Tüm bu ihlallerin devamını sağlayan temel faktör ise hiç şüphesiz cezasızlık politikasıdır. Bu ağır ihlalleri gerçekleştirenler ve sorumlular bir biçimde koruma zırhından yararlanacaklarına olan güvenle hareket eder.
İnsanların, doğanın ve bir bütün olarak ekosistemin barışa duyduğu ihtiyaç kapitalist sistemin savaşlara duyduğu ihtiyaçtan katbekat fazla. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun Barış Hakkı Bildirgesi'nin kabulü sırasındaki tartışmalarını "barış hakkının savunulmasını insan haklarının savunulması ve korunması başlığı altında" değerlendirmesi de barış hakkı ve insan hakları arasındaki sıkı ve kopmaz bağları ortaya koyuyor. Barış hakkının çerçevesinin ortaya konulduğu 1. Madde, "Herkesin barıştan yararlanma hakkı vardır ki bu şekilde bütün insan hakları savunulabilir ve korunabilir, gelişme eksiksiz bir şekilde hayata geçirilebilir" biçiminde formüle edilmiştir. Bu madde insan haklarının korunmasının ve geliştirilmesinin temel önkoşullarından birisinin barış olduğunun altını çiziyor.
Dünya genelinde hâkim olan sağcı ve popülist iktidarlar savaş yanlılarının yolunu açıyor. Ancak koşullar ne olursa olsun esas olan barışı inşa etmektir. 2013-2015 yıllarındaki Çözüm Süreci'nde Kürt meselesine yönelik barış iradesinin ortaya konulması 40 yıla varan şiddet ortamını bir nebze de olsa azaltmıştı, hatta durdurmuştu. Barışın inşa edileceğine dair umutların yükseldiği o dönemin sürdürülememesinden ders çıkarılmalıdır. Barış talebini ısrarla dile getirme zamanıdır. Bu nedenle sadece 1 Eylül'de, sadece 21 Eylül'de değil her gün barış için mücadele etmeye, barışın inşasına giden yolu açmaya devam edilmeli. Anlamlı bir barışı inşa etmek için hem barış mücadelesini yürütmeli hem de barıştan yana duranların hakkını savunmalıyız.
(Oİ/VC)