2009 Yerel seçimleri, 1957 seçimleri gibi, besbelli üzerinden yıllar geçtikten sonra bile tartışılan seçimler olarak tarihe geçecek.
Bunun bir nedeni çıkan sonuçların zenginliği, derinliği ve farklılığı ise de, seçim sürecindeki tahminlerin çeşitliliği, insanların bu seçime verdikleri önem, katılımın yüksekliği, bölgesel ve toplumsal düzeylerde çarpıcı hareketliliğe sahne olan bir kampanya dönemi gibi unsurlar da bu seçimi son derece ilginç kılıyor.
Neredeyse şimdiden seçimin değişik veçheleri hakkında medyada söylenmedik söz, tartışılmayan yorum yok gibi.
Ancak bu seçim bize siyaset ile psikoloji arasındaki ilişkiler açısından da oldukça ilginç ipucları veriyor gibi görünmektedir.
Elbette AKP'nin seçimlerdeki bariz başarısızlığı, -ki bu başarısızlık en net biçimiyle Başbakan Erdoğan'ın gece yaptığı konuşmadaki yüz ifadesinden okunmaktadır,- kısmen ekonomik kriz, işsizlik, yolsuzluk, askeri muhtıra nedeniyle gelen "ödünç" oyların geri gitmesi gibi nedenlerden kaynaklanmıştır.
Ancak AKP'nin "dönemin ruhunu" ve ona uygun düşen psikolojinin temel niteliklerini göz ardı etmesinden kaynaklanan vahim hatalarının da bu sonuçta önemli bir rolü var gibi gözükmektedir.
2009 Seçimleri, başta ekonomik olmak üzere, Türkiye'de insanların ağır bir depresyon süreçten geçtiği bir dönemde gerçekleşti.
Depresyon yaşayan insanlara yönelik çatışmacı ve egresif bir strateji çok da uygun bir strateji olamaz. Özellikle de iktidar konumundaysanız, insanlara yumuşak bir sefkat içinde yanaşmak gerekirdi. Eğer depresyonun bir tarifi enerji düzeyindeki bir düşüş ise, böyle dönemlerde yüksek dozda bir egresifliğin ters tepeceği beklenmeliydi.
Seçim sonuçlarına göre bazı bölgelere hizmetin aksayabileceği gibi medyada gördüğümüz sözlerin bir "tehdit" olarak algılanması, ve "sadaka" söyleminin bol bol ortalarda gezinmesi de AKP oylarını pozitif etkilememiş olsa gerekir. İnsan doğası "tehdit" ve "sadaka" olgularını "pozitif" algılamaz, hatta tepki verir. Sadakanın "kültürümüzde" olduğunu iddia edenler, kendileri sadaka almak durumuna düştüklerinde "sadaka" kavramının nasıl bir çağrışım yaratacağını düşünselerdi bu tepkiselliği öngörebilirlerdi.
İnsan doğası "yeniliği" ve "çeşitliliği" ödüllendirir. AKP artık sadece iktidar ile özdeşleşmekle kalmamış, oldukça da eskimiş bir görünüm çizmektedir. Zamansal ve algısal olarak bu bir vakadır. Ayrıca giderek partinin "bir tek adam partisi" gibi algılanması da içinde herşeye rağmen "çeşitliliğin" olduğu bir parti imajına darbe vurmuştur. Muhalefetin, içeriği pek de doldurulmamış bile olsa yeni yüzleri, yeni umutları dillendiriyormuş gibi görünmesinin de bir ölçüde önemli olduğu görünmektedir.
"Beyaz Türk" olmayan geniş kesimlerin "bizden birisi" gibi gördükleri kişileri öne çıkarması hem Türkiye, hem dünya muhafazakârlığının önemli bir silahıdır. Oysa Türkiye'de artan sayıda "türbanlı" kadının pahalı 4x4 jiplerle dolaşması "bizden" bazılarının yollara "yüksekten" bakan arabalarla dolaşması imgesine katkıda bulunmuştur. Sembolik, ama etkileyicidir. Hele hele aynı "çevrelerden" birileri yükselirken, diğerlerinin yerinde sayması ya da düşmesi insan doğasının pek de kayıtsız kalacağı bir olgu değildir.
İnsan doğasında içkin değişik modüller, çevrenin ve zamanın değişen koşullarına değişik tepkiler vererek yeni adaptasyonlar geliştirir.
Zaman ve mekanın ötesindeymiş gibi algılanan "laiklik" gibi, "karne ile ekmek" gibi temaların her yerde hazır ve nazır bir alıcı kitlesi olduğuna inanmak insan doğasının bu özelliklerinin pek dikkate alınmadığını göstermektedir. İnsan doğasının yegâne dürtüsünün hayatta-kalmacı, özellikle ekonomik, dürtüler olduğunu düşünenlerle, insan doğası diye bir şeyin olmadığını, onun istenildiği şekilde basitce eğilip bükülebilecek, biçimlendirilebilecek adeta bir "boş levha" olduğunu düşünenler bu seçimde sınıfta kaldılar.
Zannedildiğinin aksine, Türkiye seçmeni, zaman zaman oldukça sağduyulu seçimler yapabilmektedir. 2007'de bir askeri darbeye karşı sağduyu gösteren milyonlarca insan, bu sefer de farklı psikolojik dürtülerle oldukça farklı bir sağduyu göstermiştir. (MSK/EZÖ)
M. Asım Karaömerlioğlu, Boğaziçi Üniversitesi