Yıl 1981, yer İngiltere'nin başkenti Londra'daki siyahların çoğunlukta bulunduğu Brixton semti.
Polis, dönemin "sus" denilen yasasını bahane ederek bir kaç siyah genci tutukluyor.
Bununla tetiklenen, alevlerin alevlere, sokaktaki ayaklanmanın da İngiliz polisini içinden çıkılmaz bir utanca bıraktığı olayların iki günlük bilançosu ağır. Yanan yüzlerce araç ve ev, yaralanan 150 sivil ve 299 polis.
Son otuz yıl içinde, 1981 Brixton olayları gibi birçok ayaklanmanın, devletle toplum ve sivil toplum örgütlerinin dersine iyi çalışamadığını kanıtlarcasına ayaklanıyor gençler.
Üslubunu değiştirmiş bir topluluk. Şimdilik olaylar yatışırken, herkes bu ayaklanmayı tanımlamaya çalışıyor. Başbakan'ın kafası "toplumumuzun bir bölümü hasta" diyebilecek kadar karışık.
Gerçekleşen şiddete ve yağmalamaya tutucu sağcılar ve hükümetin yaptığı gibi tek bir sonuç çıkartmanın bu topluma faydası olmayacağını bilen çok insan var. Üzerine uzun uzun konuşulması gerektiğini de bilen birçok toplum üyesi de şimdiden bir araya gelmeye başladı bile.
Kuzey Londra'da yaşayan ve gençlik örgütleriyle çalışan gazeteci Steve Fontaine "olaylar Tottenham'da başladı" diyor. "Eğer polis perşembe günü siyah bir gencin öldürülmesinden sonra açıklama talep eden topluluğa bir açıklama yapsaydı bunlar olmayacaktı.
Üstelik öldüren polislerin açığa alınması adalet için çaba gösterildiğinin ifadesi olacaktı. "Polis ya da devlet görevlileri öldürülen gencin ailesine bilgi vermek için bile iki gün bekliyor. Kuzey Londra'daki cevap bekleyen kızgın kalabalığın elinden çıkıp ülkede yayılıyor.
Hükümet, kızgınlığın ya da sosyal hasarların nedenlerini anlamak yerine "Suç ve Ceza"yı oynuyor. Bu olayların aslında birçok yanlışın sonucu olduğunu düşünen ana muhalefet ise; ilk olarak son dönemde yapılan kesintileri hedef alıyor.
Bunda şaşılacak bir şey yok tabi ki; ağırlaşan hayat koşullarının her türlü toplumsal harekete gebe olduğunu 1789'da, 1917'de, son dönemde Kuzey Afrika ve diğer Arap ülkelerinde ve insanlık tarihinin birçok aşamasında gördük.
Hele hele insanların hayatları ve ekonomik koşulları küçük bir azınlık bankacının ve sermaye sahibinin aç gözlülüğüyle düşüş kaydediyorsa, sonuçlarını kestirmek gerçekten güç.
Son birkaç ayda topladıkları vergi yüzdesini arttırdılar, vergi koydukları kalemleri arttırdılar, öğrenci ücretlerini sağlık giderlerini arttırdılar. Üstelik milyonlarca insanın işini gücünü kaybettiğini bildikleri halde yaptılar bunu.
Aslında bu, sadece Londra'da ya da İngiltere'nin herhangi bir yerinde yaşayan birinin sorunu değil. İstanbul'da, Madrid'de, Berlin'de Paris'te ya da dünyanın başka yerinde yaşayan insanların da sorunu. Açlık sınırının altındaki ölümlülerin (!) adını bile anmıyor.
Kar objesinin büyük şirketlere iş gücü sağlıyor olmasının, adil ve eşit bir dünyaya ulaşmak için önerilecek bir çözüm olmadığını, insanlığın bir kaç yüzyıllık politik ve sosyal bilimsel teori birikimiyle kolayca söyleyebiliriz.
Sabah dokuz akşam beş bir işe sahip olmakla tüm dertlerimize çözüm bulamayacağımızı biliyoruz. Modern hayatımızın bizleri sıkıştırdığı en büyük ikilemlerden biri; ne çalışmakla oluyor ne de çalışmamakla.
Sokakta ayaklanan bu çocukların da karınlarını doyurmak için birer işe ihtiyaçları var.
Ekonomilerin çiçek açtığı zamanlarda insanları işe alıp daha sonra kendi sermayesine el sürmeden insanları kapıya koymak kolay.
Ama ne yazık ki, bu ayaklanmanın hak talep eden bilinçli bir ayaklanma olduğu konusunda birçok kişinin şüphesi var. Tüm kafa karışıklığının da sebebi bu.
Yanan evler ve küçük esnafa ait iş yerleri. Talan ettikleri mağazalardan ellerinde spor ayakkabılarla ya da düz ekran televizyonlarla çıkıyorlar. Hadi bunun için o meşhur Jimmy Cliff şarkısındaki "Ben payımı istiyorum" cevabını alabilirsin. Ama daha fazlasını görmek tüm bu isyanı tanımlamada zihin bulandırıyor.
Kameramla Hackney'de çekim yaparken yanan bir arabadan camları kırılmış küçük bir bakkaldan içeri girenlere çeviriyorum kameramı. Küçücük bir dükkân, muhtemelen Hintli bir göçmene ait. İçeri girenler ellerinde içki, sigara ya da çikolatayla çıkıyorlar. Kendi oturdukları muhitteki bir bakkalı soyanların adalet retoriğinde güçlü argümanlara ihtiyacı var.
Ya da ağzından burnundan kan gelen birinin sırtındaki çantayı soyanların. Sokakta sadece polisle çatışma yok. Bir fotoğrafçı arkadaşım beraber dolaştığı Brezilyalı bir başka gazetecinin fotoğraf makinesini gören 10 kişinin üzerine saldırıp elindeki tüm malzemesini nasıl aldığını hayretler içinde izlediğini anlatıyor.
Gazetecilerin birçoğu daha önce bu çeşit bir kalabalıkla karşılaşmadıklarını konuşuyorlar. Fotoğraf makinelerini, kameralarını saklayarak ya da uzaktan çekim yaparak görüntü alıyorlar. Pazartesi akşamı Hackney'de yanan bir arabanın yanında çekim yaparken, iri yarı biri bana doğru gelip yakama yapışıyor.
Polis misin diye bağırıyor. Açıklama yapmakla bile vakit kaybetmeden kendimi güvenli bir yere atıyorum. Ardından 15 dakika sonra bir fotoğrafçı bulunduğum yere kanlar içinde geliyor. Önce yumruklayıp ardından kaçarken kafasına şişeyle vurmuşlar.
Tüm sisteme karşı bir reaksiyon mu? Ardında bir ideolojisi var mı? Nedense politik bir motivasyonları olmadığını düşündürüyor ama kafalar olasılıklarla karışıyor.
Mutsuz olan insanin reaksiyon göstermesi için bir ideolojisi olmalı mı acaba? Bir entellektuel geçmişi, birikimi olmadan olmaz mı bu iş? Ağır koşullar altında ezilen köylülerin, işçilerin ya da her hangi bir toplum üyesinin elinden alır mıyız tepki gösterme hakkını böyle düşünerek?
Kızgın bir gençlik var diyor Steve Fontaine. Pazartesi akşamı, Hackney'de çıkan olayların fitilini ateşleyen, polisin bir kaç siyah genci hiçbir şey olmamışken durdurup araması oluyor.
Tabi ki polisin ırkçı taktikleri 1980'lerden bu yana çok değişti ama otoritenin paranoyası hiç değişmedi. Siyahlar başta olmak üzere birçok azınlık sadece giyim kuşamından ve kumral bir görüntüye sahip olmadığından dolayı diğer birçok gençten kat be kat fazla durdurulup aranma ihtimaline sahip.
Bunun istatistikî bilgisi, sivil toplum örgütleri tarafından defalarca açıklandı. İnternetteki görüntülerden birinde kelli felli 35-40 yaşlarında iki siyah adamın, polisin kapattığı yolda evlerine gitmek için o yolu kullanamayışını izliyoruz. O iki siyah adam da polisin beyazların geçişine müsaade ettiğini izliyor.
Beyaz olarak neden biz o yoldan geçebiliyoruz diye sormasam da, o adamlar biz neden o yoldan geçemiyoruz diye kendilerine her gün soruyor. Düşünün; bu baskıyla her gün karşı karşıyasınız, üstelik bununla büyüyorsunuz. Bu da yetmezmiş gibi anne ve babanız da yıllardır bununla yüzleşiyor.
İngiltere'de, diğer guruplardan çok daha uzun geçmişe sahip Karayiplilerin özellikle hiçbir polis ya da medya söylemine inancı olmadığını hissetmek çok da zor değil. BBC Radyo 4'de, sokaktaki Karayipliye burası sizin mahalleniz değil mi? Neden bu gençler kendi mahallerindeki dükkânları talan ediyorlar diye soruyor. Cevap: "Bu ülkede hiçbir yer bana ait değil"
Bunun aslında sadece siyahların değil tüm azınlıkların sorunu olduğunu daha 16-17 yaşında olan Türkiyeli genç Sedat da biliyor.
Önceki gün Kuzey Londra'da, Türkiyelilerin yağmalamaya karşı toplandıkları esnada söylüyor bunu. "Burada olmaktan aslında utanıyorum. Ayrımcılığı yapan, bize köpek muamelesi yapan polis; ama biz onlarla beraber burada onları protesto edenleri bekliyoruz."
Aralarındaki bir başka genç de polisi göstererek "bu adamlar birkaç gün önce bir adam öldürdü" diyor. Niye göstericilere katılmadıklarını sorduğumuzda devlete ait yerleri hedef almak yerine ev iş yerlerini yakıyor olmanın yanlış olduğunu söylüyorlar.
Bu gençler bu olaylar yatıştıktan sonra faturayı yine kendilerinin ödeyeceğini çok iyi biliyorlar. Türkiyeli toplum olarak, komplo teorilerini pek sevsek de aslında bunun kendini tekrar eden bir patern, örnek olduğunu görebiliyor bu gençler.
"Terör saldırıları"ndan sonra polise büyük yetkiler veren anti terör yasaları, yüzlerce yıl sonra az çok elde edilen demokratik hakların geriye alındığını pratik olarak kanıtlıyor.
Demokrasinin geri sayımına, internete getirilecek sınırlama ve denetleme haberiyle devam ediyoruz. Artık protesto gösterisi organize etmek, iletişim araçlarıyla kolay olmayacak. Komplo teorisinin bir diğeri de polisin olaylara müdahale etmesinde gecikmesi.
Özellikle Londra'nın merkezinde gerçekleşen hükümet karşıtı gösterileri inanılmaz becerikli bir şekilde kontrol altına aldığını haber görüntülerinden çok iyi hatırlıyoruz.
Binlerce kişiyi bir kaç saat içinde tutuklama gücüne sahip İngiliz polisi özellikle Croydon'da, henüz 20 yaşında bile olmayan yağmacıları, kameraların görüntülemesine 2 saate yakın müsaade ediyor.
Bundan bir kaç ay önce Londra'nın merkezinde yapılan gösterilere bakınca; bunun orta sınıf beyaz ailelerin çocuklarından oluştuğunu görebiliyorsunuz. Çeşitli toplum kuruluşları, küçük etnik ve politik guruplar buna dâhil. Ağırlıklı olarak 2001 yılında başlayan savaş karşıtı gösterilerde çeşitli anarşist gurupların aktif rol aldıklarını da görmek mümkün.
Peki, son günlerdeki olaylarda gördüğümüz gösterici karakterine, guruplarına dâhil bu gençler neden bu gösterilerde yok? Nedenini bir kerede 'apolitikler' diye kestirip atmak olaya siyah beyaz bakmak olur.
Aksine meselenin birçok sebebi var ve bunlardan biri de "Siyah ve Beyaz". Yani siyahlar, beyazların dünyalarına girmekten uzak duruyorlar. Londra sokaklarında etnik kültürden gençler bir diğer etnik kültürle daha yakın yaşıyor.
İsyanın, sadece etnik azınlıkların ya da siyahların isyanı olduğunu söylemek yine çok yanlış olur. Manchester bunun en önemli kanıtı. Orada mağazalara saldıranlar, fakir işçi mahallerinden gelen beyaz çocuklar.
Tekrar bu gurupları düşününce bizim gibi, Türkiye'de, birebir aynı yerde durmasa da, 1 Mayıs ya da diğer gösterilerde bir araya gelen, ortak bir hedefe muhalif olan tek yapıdan eser yok. Gösterilerde ellerinde çiçek taşıyan orta sınıf sosyalistler, anarşistler, etnik azınlıklar ve hip-hop kültürü gençler. Hepsi birbirlerinden uzakta.
Yanlış tanımlamadan kaçmak ve politik olarak yanlış üsluptan uzak durmak için tekrarlamakta yarar var ki, sosyo-ekonomik olarak koşulları ağır guruplar ve yerleşimler isyanların gözü kara önderleri olabiliyorlar.
İsyanı gerçekleştiren gençlerin üslup ve yöntemlerini sorgularken, nedenlerini ve koşullarını da bu sorgulamaya dâhil etmek çok daha sağlıklı ve bilimsel sonuçlar elde etmeye yardımcı olacaktır.
Yüzlerine örttükleri küçücük bez parçalarıyla giriyorlar mağazalara. İnanılmaz gelişmiş sokak kamera sistemleriyle birer birer yakalanacaklarını bile bile. Bu cesaretin ya da aşırı sağcı medyanın deyimiyle "cüretin" nereden geldiği bu ülkenin uzun uzun tartışacağı bir konu.
Uzun yıllardır kuzey Londra'da özellikle Türkiyeli gençlerle toplum çalışmalarında bulunmuş psikolojik danışman Ufuk Genç'le konuşuyorum.
Çoğunlukla siyah gençlerde, bir baba, bir erkek figürün eksikliğinden bahsediyor. Evde bir otoritenin eksikliğini yaşayan bu gençlerden birçoğunun devlet otoritesiyle yüz yüze gelip suçlu, sabıkalı olarak canlarının yanacağını ilave ediyor.
"Çocukların önünde futbolcu, dansçı, ünlü haricinde başka bir rol model yok. Arada, ben ne olmak istiyorum diye örnek alabileceği gerçek insani değerlere sahip birey olmadığı için ünlü, gangster, zengin olmak için korkusuz ve acımasız olabiliyorlar. Tabi ki bu, fakir ve dışlanmış gurupları çok daha fazla etkiliyor."
Bundan iki üç sene önce okulları dolaşıp gençlere, onları ailelerinin baskısından koruyacak hakları olduğu konusunda devletin bilgi verdiğini söylüyor Türkiyeli genç Sedat.
"Bu, fiziksel ve ekonomik yöntemleri haricinde başka yöntemleri olmayan ebeveynler için ellerindeki gücün tamamen yitmesi oldu" diye ilave ediyor Ufuk Genç. Dolayısıyla, bizim toplumumuz gibi, gençleri ezip özgüvenlerini yok edebilecek yöntemlere sahip etnik guruplar için çocuk-ebeveyn ilişkisi büyük bir yanlışa doğru sürüklendi.
Gücü tamamen ellerine vermemekle, ezip kişiliklerini yok etmemek arasındaki orta bulunamadı. Sonuç, özellikle siyah guruplarda çeteleşmeden ve adam öldürmeden, Türkçe konuşan azınlıklardan da onlarca genç uyuşturucudan yargılandı.
Her şey günlük gülistanlıkken (!) isyan eden gençleri ve yine etnik azınlıkları acımasızca yargılayan İngiliz hükümeti ve tutucu medya bir yanda, politikacılara, bankacılara ve son skandallarla medyaya da güvenini yitiren sokaktaki İngiliz halkı diğer yanda. Son olarak kendi evini mahallesini yakan kızgın gençliğe de güvenini yitiriyor bu halk.
Bu travmanın nedenlerinin ve çözümünün yine kendisi olduğunu bilen halk, toplanıp son olayları konuşarak umut vermeye devam ediyor. Fakat hükümet ve medya, olayın tek sorumlusu ilan ettiği ebeveynleri, devletin ve polisin yanlışlarını konuşmamak için hedef seçmiş durumda. (TA/EKN)
* Fotoğraf: Tolga AKSAÇ