İstiklal caddesindeki Sant’Antonio (Sent Antuan) kilisesinin avlusuna adım attığınızda sizi yukarıdan gizlice izleyen iki dikkatli gözün farkına varmanız epeyce zordu.
Ne de olsa çocukluğu İmroz’un (Gökçeada) Aghridhia köyünde (Tepeköy) geçmiş Athanasia’nın, çoğu Rum gibi azınlık içgüdüleri gayet gelişkindi ve tehlikeyi uzaktan teşhis edip kendine göre tedbir alma refleksi fazlasıyla bilenmişti.
Adanın uğultulu tepelerinden muhteşem bir kayalığa sırtını dayamış, ulaşılması en zor köylerinden birinden olması onu inatçı olduğu kadar dinamik bir keçiye dönüştürmüş ve mevzubahis vasıflarını hayatının ileri yaşlarına kadar korumasına imkân tanımıştı.
Ne var ki İmroz’dan İstanbul’a gelip dönemin en itibarlı Levanten ailelerinden Valenti’lerin bir evladı gibi yetiştirildiği zamanlar çoktan geçmiş, Beyoğlu’nun şaşaalı Pera günlerinden geriye pek bir şey kalmamıştı.
Sınıflandırılması zor kalabalıklar caddeye akın ediyor, süslü yapısıyla Sen Antuan’ın cazibesine kapılanlar bazen çekinerek, bazen de bir fetih edasıyla önce avluya, sonra da kiliseye giriyordu. Athanasia’nın ihtiyatı elden bırakmamak ve en azından avlunun iki tarafında ikamet eden komşularına bir çeşit bekçiliği sürdürmek için artık fazlasıyla vakti de vardı.
Ona İtalyanca dışında bir zamanların revaçtaki dili Fransızca’yı da öğretmiş olan Valenti’ler çoktan vefat etmişti. Gönüllü gözcülüğü dışında dürüst ve adil Athanasia’nın bitmez tükenmez enerjisi daha nelere kadirdi: Gayet eski komşusu Anita’nın yanısıra oraya yeni taşınmış Rosalino’nun gönlünü hoş etmek üzere şahsen imal ettiği pizzaları ikram edecek kadar bonkördü aynı zamanda.
Sık sık depresif olduğundan şikâyet eden taze komşusuna çalışmanın ne kadar faydalı, hatta akıl sağlığı için elzem olduğunu ifade ederken hayat tecrübesini de damıtarak aktarmış oluyordu.
Bu arada gözünden pek bir şey kaçmıyor, örtülü tül perdelerinin ardından avluda fark ettiği acayipliklere bir şekilde müdahale edilmesi için ya kapıcı Fehmi’nin dikkatini çekiyor ya da gerekli gördüğü takdirde nispeten küçük dairesinden kasvetli merdivenleri hızla inerek insanları dini bir yapının gerektirdiği ciddiyete ve saygınlığa davet ediyordu.
Bazen de gereksiz yere merakına yenik düşüyor ve haddini aşarak komşularının hususi dünyasının sınırlarını aşmış oluyordu. Azami şekilde koruyucu olmaya çalışan bakışları Rosalino’nun teşhirciliğini beslemesine besliyordu da, takip işini çocukluğundan beri komşuluk yaptığı, Stravolo Paşa’nın büyük torunlarından Giovanna’nın misafirlerini dikiz deliğinden değerlendirmeye vardırması bezdirici olabiliyordu: “Kimdir o?… Kimdir o?…KİMDİR OOO!” cümlesi geniş merdiven sahanlığında defalarca yankılanır olmuştu…
Zaten aslında Beyoğlu’nda işler çoktan çığırından çıkmıştı. Caddedeki keşmekeş bir yana, bazıları geceyarısından sonra olmak üzere bangır bangır müzik yayını yapan 360 gibi müesseseler tüm mahalle sakinlerinin uykularını münasebetsizce baltalıyor, kilisenin yanıbaşında içki satışı ruhsatlarının nasıl verilebildiği ahalinin aklını durmadan meşgul ediyordu.
Lakin Beyoğlu’nun iyice yaşanmaz olmasıyla Sant’Antonio’nun bazıları asırlık sakinleri de oralardan taşınmaya karar vermiş; Giovanna Şişli’ye, Rosalino İtalya’ya, İmroz’un kadim halkının fertlerinden Athanasia ise mazide allak bullak edilmiş olduğu yetmezmiş gibi günümüzde de turizm talanına açılan adasına göç etmek durumunda kalmıştı…
Komşuda vaziyet
Atinalı Lina’nın kaderi hakkında fazla malumat sahibi olmasak da ikamet edip komşularını bezdirdiği semtin Nea Filadhelfia olduğunu biliyoruz. Nea Filadhelfia günümüzde Alaşehir olarak bilinen, Ege Bölgesindeki antik kent Filadhelfia’dan Yunanistan’a göç etmiş Rum’ların yerleştikleri bir banliyöydü eskiden.
Athanasia gibi Lina da komşularını dikkatle izliyor, fakat bunu yüzsüzce yapıyor; gerekli gördüğü zaman onları uyarıyor, tavsiyelerde bulunuyor, fakat tüm tahminleri yerle bir ederek dedikodudan ihtimamla kaçınıyor (Athanasia’nın da benzer ketumlukta olduğunu belirtmemde fayda var).
Nea Filadhelfia da artık çok nezih bir semt imajı çizmiyor aslında; “harbi” erkek toplulukları sokakta yüksek sesle tartışıyor, bir diğer grup apartmanın tepesinde mangal alemi yapıyor, davul zurna eşliğinde kadınlı erkekli bir nikâh kalabalığı etraflarına neşeden başka bir şey saçmadıklarına dair koşulsuz inançlarıyla eğlencelerine gamsızca devam ediyor…
Osmanlı başkentinin şımarmış sakinlerinin aksine, desibel faktörü Nea Filadhelfia’nın ahalisi için zaten göreceli bir kavram çünkü mahallenin neredeyse ortasından geçen karayolunun sesi onların alışkın oldukları ve bedenlerinin kendini içgüdüsel olarak korumaya alıp duymamayı tercih ettiği sürekli bir uğultu. Bilhassa geceleri hızla geçen egzozu patlatılmış motosikletler, mal yetiştirmeye çalışan kamyonlar, her fırsatta korna çalan arabalar nezih bir semtteki sessizliği mumla aratır cinsten.
Yönetmenliğini Aris Kaplanidhis’in yaptığı ve birçok safhasında Elias Roumeliotis’le işbirliği halinde ortaya çıkardığı Balkondan (Από το Μπαλκόνι/From the Balcony) başlıklı animasyon filmi 12 dakikalık kısa süresinde seyirciyi avucunun içine alıp Nea Filadhelfia’ya zarafetle sürüklüyor: Geleneksel çizgi film estetiğini 3 boyutlu sinema teknikleriyle harmanlarken muhteşem şarkıların ritmiyle seyircinin içini kıpır kıpır ediyor.
Mahallenin ahalisini esasen Lina’dan şikâyet ederken görüyoruz. Bir gizli kamera, hatta MOBESE gibi davrandığından sevgilisiyle öpüşmeye çekineninden ona görünmemek için evine dönerken yol değiştirenine, arabasını tepeden verdiği direktiflerle ister istemez park ettirenden tuvalette mastürbasyon yaparken yakalanıp milletin diline düşenine, kısacası gayet geniş bir spektrumla karşı karşıyayız.
Lina’nın utanmadan insanların yaşamına karışır olduğu, hatta nazar değdirdiği ifade edildiği gibi davranışlarının taciz hudutlarını çoktan aştığını düşünenler var.
Ne var ki yüksek farkındalığı sayesinde gözünden pek az ayrıntının kaçtığını, mesela ahali derin uykudayken polisi arayarak mahalledeki bir evi soyanları enseletmiş olması sayesinde bir efsaneye dönüştüğünü de görüyoruz.
Zaten filmin sonunda evinin kepenklerinin belirtilmeyen bir sebepten dolayı kapalı olması bir dönemin, arkasında acısı ve tatlısıyla birçok anı bırakarak bittiğinin de işareti; tıpkı İmroz’lu Athanasia’nın İstiklal caddesinden ayrılması gibi…
Balkondan başlıklı şirin filmin dünya prömiyeri geçenlerde 2021 Saraybosna Film Festivalinde yapıldı; Akdeniz coğrafyasında gayet iyi bilinen bir dinamiği kıvraklıkla aktaran animasyon DISFF’nin, Animasyros’un ve Atina Uluslararası Film Festivali’nin programında da yer alıyor; Türkiye’de de gösterildiği takdirde çok sevileceği muhakkak.
Yakışıklı yönetmen Kaplanidhis ve ekibi amaçlarının “hareket halinde empresyonizm” kotarmak olduğunu belirtmiş. Yavan olarak betimlenebilecek insanları ellerinden geldiği kadar artistik bir dille yansıtırken bunu mümkün olduğunca en yüksek hızda yansıtmaya çalıştıklarını ifade etmiş.
Vasilis Vasilyadhis’ten Çiftetelli Solo, Panos Mihalopoulos’tan Mes tis Polis to Hammam ve gencecik Haris Aleksiu’dan Ti ghliko na s’aghapoun gibi şarkılarla da memleket seyircisinin bolca eğleneceği kesin; ne de olsa Türkiye’de Rumların “zararsız” hale getirilmesinden sonra Yunan müziği meyhane tarzı mekânların kronik baştacı olmuş vaziyette… (RL/AS)