Uluslararası Para Fonu (IMF) Anlaşmasının 4. Maddesi çerçevesinde üye devletleri uzman heyetler ziyaret ediyor. Ziyaretin teknik adı “Madde 4 Misyonu”. Türkiye ziyaretinden çıkan sonuçlar 4 Şubat 2016 tarihinde açıklandı. Rapor, Hazine Müsteşarlığı tarafından da internet sayfasında paylaşıldı.
Türkiye’nin mali durumuna dair genel bir çerçeve sunulan raporda iki madde dikkati çekiyor. Kamu hizmetlerinin nasıl “verimli” yürütülmesi gerektiğine dair önerilerin yer aldığı altıncı maddeye göre “…Harcama tarafında mali sıkılaşma, yatırım harcamalarının azaltılması yerine, kamu personel harcamalarının sınırlandırılması da dâhil olmak üzere, cari harcamalar üzerine yoğunlaşmalıdır…”.
Yani yatırım harcamalarını kısmaya gerek yok. Dolayısıyla gerekli olup olmadığına bakmadan yatırım harcaması yapılmalı. Yatırım harcaması adı üstünde temel olarak inşaat ve tabii malzeme alımı. Dolayısıyla devlet bir “tüketici” olarak üzerine düşeni yapmaya devam etsin diyor IMF.
Ama iş çalışanlara gelince, maliye politikasının sıkılaştırılması gereğinden söz ediliyor; “kamu personel harcamalarının sınırlandırılması dahil” denilirken kast edilen, kadrolu çalışmayı azalt, ücretleri ve sosyal güvenlik prim giderlerini düşür.
Sözleşmeli, güvencesiz, esnek çalışmanın kamuda esas alınması, ama bina yapmaya devam edilmesi tavsiye ediliyor.
Aslında 64. Hükümet Programında IMF’den akıl almaya gerek kalmadan “temel kamu hizmetleri” dışındaki tüm alanlarda sözleşmeli çalışmanın esas olacağı açıklanmıştı.
Türk Tabipleri Birliği’nin konuya ilişkin açıklamasında “Hükümet Programı’nda sağlık hizmetlerine dair yapılacaklar arasında ‘şehir hastanelerinin tamamlanması’ bu hastanelerin yönetim anlayışına dair belirleme yapılacağı, aile hekimliğinin yapısında değişiklik yapılacağı belirtilmektedir. Ancak tüm bunlar ‘sağlıklı nesiller’ başlığı altında yer almakta ve “temel kamu hizmeti” nitelemesi kesinlikle yapılmamaktadır” denilmişti.
Bu noktada IMF’nin bir başka “kaygısı” daha var. Raporun yedinci maddesinde IMF, “Özel sektör tabloları son yıllarda daha gergin bir hal aldı” gerekçesiyle Hazine garantileri ile kısaca PPP olarak anılan Kamu Özel Sektör İşbirliği (KÖİ) projelerindeki “koşullu yükümlülük” kullanımının, “sıkıntılı bir zamanda” realize olarak Hazine’yi zor durumda bırakabileceği uyarısında bulunuyor. Yani Türkiye’de büyük altyapı projelerinin ihalelerini alan şirketlerin iyi denetlenmesi gerektiği, aksi durumda şehir hastanelerinin de arasında olduğu “mega projeler” için alınan devasa kredilerin bir anda devlet borcuna dönüşebileceğini söylüyor.
Adı Hazine garantisi olmasa da yaklaşık iki yıl önce çıkarılan “Borç Üstlenim Yönetmeliği” ile asgari maliyeti 1 milyar TL olan Yap-İşlet-Devret (YİD) modeli projeler ile Sağlık ve Milli Eğitim bakanlıklarınca yaptırılan ve asgari tutarı 500 milyon TL olan Yap-Kirala-Devret modeliyle yaptırılan projeler fiilen garanti kapsamına alınmıştı. “Borç üstlenim” kapsamına alınan projeler Resmi Gazete'de yayımlanmıyor. O nedenle vatandaşın sırtına binen yük tam olarak açıklanmasa da bir hesaba göre 100 milyar dolar civarında olduğu belirtiliyor.
Türk Tabipleri Birliği’nin Hazine garantisi ve borç üstlenimine dair yönetmeliğin kimi maddelerinin iptali için açtığı dava Danıştay’da görülmeye devam ediyor.
Bu davada Türk Tabipleri Birliği, KÖİ yönteminin pahalı olduğunu, bunun için şirketlerin aldığı kredilerin maliyeti iki kat artırdığını, bu kredilerin bedeli kabul edilen “türev ürünlere/derivative” hiçbir biçimde Hazine garantisi verilmemesi gerektiğini ve sonuç olarak herhangi bir ekonomik sallantıda oluşacak tüm borç yükünün hastane döner sermayelerine, dolayısıyla çalışanlar ve hastaların üzerine yıkılacağını belirterek düzenlemenin iptalini istemişti.
IMF’yi bile kaygılandıran gelişmeleri yakından takip etmekte “kamu yararı” olduğu kuşkusuz. (ÖE/HK)