Bir kadının koca, baba, aile gibi "doğal güvenlik" güçlerinin korumasından "mahrum" kalıp, uğradığı veya uğraması muhtemel şiddetten dolayı polise başvurduğunu varsayalım.
Diyelim ki bu kadın "doğal güvenlik" güçlerinin önemini kavramamış ve geceleri yalnız gezen bir insan. Hatta kocası, babası, sevgilisi, ağabeyi olmadan eğlenmekte ve içki içip eve geç gelmekte sakınca görmeyen bir şuursuz. Şuursuzdur, çünkü dışarıdaki tehlikeler kendisine bin kere "büyükleri" tarafından anlatıldığı halde "özgür kız" halinde ısrar eder.
Bir gece eğlendikten sonra sokakta yürürken bir grup tarafından sözel olarak taciz edilir ve kendisini taciz edenleri telefonla polise bildirir. Şehrin, önünde protesto gösterilerinin yapıldığı ve polisler tarafından 24 saat kontrol altında tutulan sokağının ünlü heykelinin hemen yanında cereyan eder olaylar.
Kendisini taciz eden "delikanlı"yı karşılık vererek sinirlendiren ve kendisine saldırı ihtimalinin güçlendiğini düşünen kadın 15 dakika sonra tekrar arar polisi. Kadına yönelik küfürler, kadın karşılık verdikçe devam eder. Bu arada,"delikanlı", arkadaşlarının elinden bir kaza çıkmasını istemeyen yanındakiler tarafından -ki daha önce "delikanlı" küfrettikçe gülmektedirler- tutulmakta ve sakinleştirilmeye çalışılmaktadır.
Aradan 20 dakika geçer, arkadaşları kadını azarlayıp "delikanlı"yı uzaklaştırırlar. Olay yerinden uzaklaşan kadını, ilk telefon aramasından tam 40 dakika sonra, otobüs durağında beklemekte iken, sivil güçlerin de yardımıyla polis bulur ve tacizciyi bulma amacıyla bir arabaya bindirir. Dört erkek polisle sokaklarda turlayıp kendisini rahatsız edeni teşhis etmesi beklenir. Kendisine sürekli sorulan "alkollü müsün bayan?" sorularına katlanamayan, tacizciyi bu şekilde teşhis etmenin mümkün olmadığına inanan ve dört erkek polisten ürken kadın kendisini bir biçimde arabanın dışına atar.
Karakoldan danışma merkezine
Ya da diyelim ki, bir kış günü sıcak yuvasını kocasından gördüğü şiddete katlanamayıp terk eden bir kadın karakola gider.
Duymuştur ki polis kocalarının zulmettiği kadınları koruyor. Ne istediğini sorarlar, anlatır durumu. Polisler kadını üç beş saat karakolda bekletir. Kadın açtır, parası yoktur, sadece su içebilir karakolun tuvaletinden. Sonra bir polis memuru "buyurun bayan gidelim" der ve giderler. En yakın belediyenin kadın danışma merkezine götürülür kadın.
Memur, "bu bayanı kocası dövmüş, gidecek yeri yokmuş" deyip kadını bırakıp gitmek ister. Kadının morluklarını, dayak izlerini gören danışma merkezi çalışanları darp raporu isterler memurdan. "Bilmiyorum valla, bayan karakolumuza başvurmuş, amirim de size gönderdi" der. "Karakol tutanağını görebilir miyim" diye sorulunca "bayana yardımcı olun lütfen, zorluk çıkarmayın" der.
Bunun üstüne danışma merkezi çalışanları polisin kendisine başvuran şiddet mağdurları için hazırlaması gereken risk raporunu istemekten vazgeçer ve polis memuruna umutsuzca şiddete uğrayan bir kadın karakola başvurduğunda izlemesi gereken prosedürü anlatır kısaca. Polis kadını bırakıp gider.
Sivil ahlak bekçileri
Ya da, kadın, genç bir sporcudur. Antrenmandan çıkınca bindiği belediye otobüsünde kısa şortundan dolayı sivil bir ahlak bekçisi tarafından tokatlı yumruklu saldırıya uğrar. Otobüsteki "ahlaklı" diğer siviller de suskun kalarak saldırgana destek verirler. Kadın polisten yardım ister. Polis bu durumda ne yapabilir ki zaten!
Bir başka örnek, kadın 8 yıl önce boşandığı eşinden şiddet görmeye ve ölüm tehdidi almaya devam etmektedir. Kendisinin demir sopayla dövüldüğü bir durumda kadın polisten yardım ister ve eski kocasından şikâyetçi olur. Kadındaki darp izlerine rağmen kadından şahit göstermesi istenir ve hiçbir işlem yapmadan kadına sığınmaevine gitmesi söylenir. Kadının sığınmaevine ihtiyacı yoktur; evi ve işi vardır, üç-beş ay sığınmaevinde kalarak sorun bitmeyecektir çünkü:
"8 yıldır şiddet görüyorum. Beni ve çocuklarımı silahla tehdit ediyor. Silahla bize vuruyor ve hakaret ediyor. 'Sizi dağa kaldırıp, öldüreceğim.' diyor. Defalarca karakola müracaat ettim. Her defasında 'Şahit yok.' diyerek ciddiye almadılar. Çeşitli hastanelerden 6 kez rapor aldığım halde bana şahidin yok diyor polis. Bu gidişle şahidim 'ölümüm' olacak. Bu nasıl bir devlet? Kimse hiç bir şey yapmıyor. Bugün karakola gittiğimde polis bana 'sığınma evine git.' diyor. Esas suçlu sokaklarda dolaşırken benim sığınma evine gitmemi istiyorlar."
Ve kadın eski kocası tarafından öldürülür...
Kadın koruma kararı çıktığı halde öldürülür...
Kadın koruma kararı çıkarmaya çalışırken öldürülür...
Resmi belgelerde kadına yönelik şiddetin nedeni "kadınla erkek arasındaki eşit olmayan güç ilişkileri" olarak belirtilse de , Türkiye'de kadına yönelik şiddetle devletli mücadele neredeyse tamamen şiddet bir sonuç olarak ortaya çıktıktan sonra faillerin cezalandırılması meselesinde yoğunlaşmıştır.
Şiddete uğrayan kadınlara sunulan oldukça sınırlı hizmetlerle kadınların şiddetten uzaklaşarak bağımsız birer yaşam kurma olanakları arasındaki uçurum maalesef gün geçtikçe artmaktadır.
Bu durumun önemli nedenlerinden biri, kamusal haklar alanını giderek daraltan, kadınları aileye daha da bağımlı ve şiddete mecbur kılan, neoliberal politikalardır. Şiddet mağduru kadınlara sunulan danışmanlık, sağlık, barınma gibi oldukça sınırlı hizmetler, temel insan hakları ihlal edilen kadınlara yönelik zorunlu, kapsamlı, yaygın ve ulaşılabilir olarak sunulması gereken kamusal hizmetlerdir. Buna rağmen bu hizmetler gittikçe kurumların lütfettiği ve neredeyse kadınların şans eseri yararlanabildiği hayırseverlik etkinliği olarak sunulmaktadır.
Şiddetle mücadele alanı polisiyeye sıkıştırılıyor
Maalesef, kadına yönelik şiddetle mücadele alanının sıkıştırıldığı alan polisiyedir. Bu durumu son dönemde kadına yönelik şiddete karşı çok daha duyarlı olduğunu iddia eden, hatta kadınların kanlı fotoğraflarını yayınlamayı sözün bittiği yerdeki çığlık olarak savunan medyamızdan da takip etmek mümkün.
Son dönemde kadın cinayetleriyle ilgili yapılan haberler yalın bir biçimde tercüme edildiğinde çıkan sonuç: "bir takım korkunç kocalar/eski kocalar kadınları dövüyor/öldürüyor ve devlet bu katil ruhlu adamları engelleyemiyor". Medya ve hükümet sözcülerinin buna karşı çözüm olarak sunduğu şey ise neredeyse etkin bir cezalandırmadan başka bir şey değil. Kadınlara kendilerini korumaları için karate öğretmek, cinsel suç işleyen adamları hadım etmek gibi öneriler de böylesi bir çözümün parçaları oluyor.
Bu polisiye çerçevede en radikal çözüm önerisi de sığınmaevi sayısının arttırılması olabiliyor ancak. Kadının yoksulluğu, şiddetle birlikte yoksullaşması-çaresizleşmesi ve şiddetten/ölümden uzaklaşmasını sağlayacak ekonomik ve sosyal desteklerin hemen hemen hiç olmaması, olması yönünde de ciddi bir girişimin olmaması medyanın pek umurunda değil. Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Yasa Tasarısı'na bakılırsa hükümetin hiç umurunda değil.
Bu noktada, hangi kurum şiddete uğrayan kadınlara doğru düzgün hizmet veriyor ki polisten bekliyorsunuz diye sorabilirsiniz. Hiç de haksız bir soru olmaz. Sığınmaevlerinin birer hapishaneye, aile danışma merkezlerinin kadınlarla kendilerine şiddet uygulayan kocalarını barıştırma merkezine, sosyal hizmet sunan kurumların birer hayırsever kuruluşa, mahkemelerin şiddete uğrayan kadınları oyalayan bürokrasiye dönüştüğü yerde, adı korku olan polisten "şefkat" beklemek safdilliğini göstermemek gerekir belki.
Fakat, ruhu eski adı yeni "aile bakanlığımız" kadına yönelik şiddetle mücadeleyi cezaların caydırıcılığı ve teknolojinin de (elektronik kelepçe gibi) yardımıyla polisin cezayı etkin şekilde uygulaması üzerine kuruyorsa, bizim de sayın devletlilerimizden polisiyle biraz ilgilenmesini beklememiz kaçınılmazdır. Eğer sorunun çözümü şiddet tehlikesi altındaki kadının korunması ve şiddet faillerinin cezalandırılması ile sınırlı tutulursa, bu süreçte hukuki sürecin başlatılması ve korunma kararının uygulanması hayati önem taşımaktadır. Ve bunlar polisin görevleriyse, polisin görevini yapmaması ufak bir ayrıntı değildir!
Ne yazık ki, polisin-jandarmanın kadına yönelik şiddet konusundaki geleneksel tutumuna ve bu tutumun nedenlerine dair bir tespite devletli şiddetle mücadele belgelerinde rastlanamamaktadır. Devletin zor araçlarının neden bu kadar eril olduğuna ilişkin derinlikli saptamalar beklemiyoruz ama yasal olarak görevleri olanı yapmamalarının bir sorun olarak dahi ortaya konulmaması kadına yönelik şiddetle mücadeledeki samimiyetsizliği bir kez daha gözler önüne seriyor. Üç-beş Avrupa Birliği destekli eğitim projesiyle de zihniyet sorunu çözülmüyor maalesef.
Şiddete uğrayan kadınların dolaylı ve doğrudan "teşviklerle" ailelerine dönmesinin sağlandığı, şiddetle mücadelenin sadece bir güvenlik meselesine indirgendiği, polisin yasal olarak zorunlu olduğu ama pratikte kendini hiç zorunlu hissetmediği için şiddete uğrayan kadınları ölüme havale ettiği bir ortamda polise ve şiddete uğrayan veya uğrama potansiyeli olan kadınları korumakla yükümlü olan kurumlara ilişkin talepler daha da can alıcı hale geliyor.
Polisin, sığınmaevlerinin, sosyal hizmet sunan kuruluşların ve kamu görevlilerinin yasalara uygun davranmaları ve kadınların insan haklarını ihlal etmeden nitelikli hizmet sunmaları için verilecek mücadeleyi de şiddeti yaratan tüm koşulların ortadan kaldırılmasına ilişkin bütünlüklü bir mücadelenin parçaları olarak yürütmek gerekiyor. Aksi halde, devletli feminizmin gündeminden ve dar güvenlik alanından çıkmak mümkün olamayacak. (NT/ÇT)