İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Başkanlığı’nı kazanan Ekrem İmamoğlu’nun, Yüksek Seçim Kurulu (YSK) tarafından resmileştirilen İBB Başkanlığı mazbatası nihayet verildi.
Bu olay, Türkiye siyasi tarihinde çok önemli bir aşamayı gösteriyor. Neden? Çünkü ortada İstanbul gibi bir metropol var ve İstanbul’un iktidar için çok büyük bir öneme sahip olduğunu, yine bizatihi iktidarın 31 Mart seçim gecesinden bu yana sergilediği canhıraş tutumundan görüyoruz.
Aynı tutumu iktidar medyasının yalan haberlerle, iftira ve karalamalarla ortalığı velveleye vermesinde de görüyoruz.
İstanbul yerel seçimleri için olmadık gerekçelerle seçime itirazlar yapan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) yalnızca oy matematiği olarak değil, bizatihi AKP İstanbul eski İl Başkanı Selim Temurci’nin, yani içerden birinin deyimiyle “toplum nezdinde ahlaken-vicdanen seçimi kaybetmiştir”.
AKP iktidarının bütün bu demokrasi dışı, yasaları bile hiçe sayan, toplum nezdinde ahlaken ve vicdanen bir erozyona yol açan tutumunun nedeni, İstanbul’un kendileri için siyasi ve ekonomik öneminden kaynaklanıyor.
İstanbul Belediye Başkanlığını kazanmanın, kazanan partiye ve bazen de kişiye merkezi iktidarın yolunu açan bir önemi var.
Çünkü İstanbul ekonomik, nüfus ve kültürel olarak ülke ölçeğinde büyük bir ağırlığa sahip. (Kimi ülkelerde bazı şehirler başkentlerden çok daha büyük değere sahiptir. Örneğin 100 yıl öncesine göre Rusya’da Petersburg’un Moskova’dan, Almanya’da bir dönem Berlin’in Bonn’dan, İspanya’da Barselona’nın Madrid’den, Türkiye’de İstanbul’un Ankara’dan olduğu gibi).
Bana göre Tayyip Erdoğan’ın moralini en çok işin bu kısmı bozmaktadır. İmamoğlu’nu hafife alan Erdoğan, karşısında uzun vadeli ve etkili bir rakip kazandığını seçim sonrası görmüştür.
İBB Başkanlığının siyasi önemi kadar ekonomik bir öneme de sahip olduğunu AKP dönemi boyunca İBB’nin yansıyan, ulaşılabilen hesaplarında görüyoruz.
İBB bütçesinden iktidarın payandası vakıflara milyarlarca lira bağışların yapılması, kimi cemaatlere ait binaların onarımları, arsa tahsisleri, araç kiralamaları, çok sayıda kişiye işe gelmeden maaş verilmesi (bankamatik memurları) gibi çok yüklü miktarlarda kamuya ait kaynakların iktidar çevrelerine akıtılması, imar tadilatları yoluyla dönen rantlar ve yine örneğin İSPARK gibi kar etmesi gereken belediye kuruluşlarının zararda gösterilmesi; bütün bunlar İBB üzerinden AKP’nin kendi çevrelerini zenginleştirdiğini ve bir yanıyla da toplumda hegemonya kurduğunu gösteriyor.
Şimdi bu devasa gelir kapıları kapandı. Yandaş medya ve haksız kazançtan mahrum olacaklar bağırmasında kim bağırsın?
İşte tam da bu iki boyutlu gerçeklik, İmamoğlu’nun mazbata yükünün büyük bir kısmını oluşturuyor. Yükün bu kısmı mevcut İBB bataklığının kurutulması ve İBB’nin halka hizmetinin rasyonel ve ahlaki bir zemine oturtulmasıyla aşılacaktır.
Umuda yolculuk
Yukarıda da açıklamaya çalıştığım nedenlerden dolayı İBB Başkanlığı’nın iktidar kanadından muhalefete geçmesi, muhalefet için genel siyasette bir aşamadır.
Fakat bu dönemde mesele salt bir muhalefet partisi ölçeğindeki aşamadan çok daha büyük bir önem göstermekte. Bu önem, AKP ve Erdoğan iktidarının keyfiliğine, baskıcılığına, totaliter yolda ilerleyişine karşı toplumda oluşan muhalefetin Ekrem İmamoğlu’na kanalize olmasından ileri gelmekte.
Yani İmamoğlu yalnız CHP’nin oylarıyla seçilmemiştir. Bunun adı, umuda yolculuktur.
İmamoğlu CHP’lidir ve onun adayıdır. Bilindiği üzere İmamoğlu, iktidar kesiminin ittifakı olan Cumhur İttifakı’na karşı, bir kısım muhalefetin bir araya geldiği Millet İttifakı’nın adayıdır aynı zamanda.
Dolayısıyla İmamoğlu’nun seçilmesi yalnızca CHP’nin oylarıyla değil, Millet İttifakı kesimiyle birlikte bu ittifakta yer almayan ama kendisine tam destek olan HDP’nin de büyük katkı sağladığı oylar sayesinde olmuştur.
Bu cümleyi kesinlikle bir diyet anlayışıyla değil, demokratik değer ve sorumluluklar perspektifiyle yazıyorum. Bu gerçeklik İmamoğlu’nun önüne genel siyasette muhaliflik dilini CHP ile sınırlamaksızın, iktidara yönelik olarak muhalefeti kucaklayıcı bir yol izlemesini gerekli kılıyor.
Elbette İmamoğlu siyasi görüş ayırımı yapmaksızın bütün İstanbul halkının başkanı olacağını ilan etti ki, doğru bir tutumdur.
İmamoğlu’nun mazbata yükünün ikinci büyük kısmını ise, kendine verilmiş oyların bir iktidar ve Erdoğan karşıtlığından kaynaklandığı gerçeğini görerek, muhalefetin bu ortak paydası üzerinden politika üretebilmesi oluşturuyor.
Bunun kolay olmayacağı açık. Ancak İmamoğlu’nun şimdiye kadar sergilediği tutum, bu zorluğu da aşacağını gösteriyor. Yeter ki ayağına yakın çevrelerinden çelme takmasınlar. Siyasetin genel karakteristiğinde böylesi oyunlar vardır; hele ki ülkemizde.
Bir diğer önemli husus da bu ortak paydada bulunan muhalefetin iktidar karşısında gelişmesinin yolunun ancak demokratik değerler üzerinden mümkün olmasıdır. Mevcut koşullara göre bu konuda hayalci olunmamalı. İktidar ve Erdoğan karşıtlığı üzerinden bir ortak payda da buluşan muhalefetin, benzemezlerden oluştuğu gerçeği bize bu konuda temkinli olmayı gerektiriyor. Böyle olmakla birlikte İmamoğlu’nun İBB Başkanlığı, muhalefeti oluşturan her bir unsurun kendi meşrebince bir umuda yolculuğunun başlangıcı olduğunu düşünüyorum.
İktidarın o ceberut, üstenci, itici, düşmanlaştırıcı ve yasalar dahil her şeyi kendine yontan egemenliğinin (Bunun son olarak en açık ve ağır örneğini HDP’li seçilmişlerin elinden KHK’lı diye mazbatalarının alınmasıdır. Bu bir keyfilik, hak ve yasa tanımazlıktır) ilmeği sökülmeye başlamıştır. Seçmen gereğini yapmıştır. Hele sandık ve sayımların takibi sürecinde günlerce nöbet tutan, çaba gösteren muhalefet görevlileri büyük bir teşekkürü hak etmiştir.
Devamı muhalif partilere ve İmamoğlu’na kalmıştır. Faşizme doğru yol alan bu iktidara dur demek ve dur diyen herkese destek vermek; işte demokrasiye katkı budur. (HŞ/EKN)