Televizyonla yine daha sıkı fıkı gecelerimiz başladı. Yaz, - ki o hep özlenen sevgilidir- aradan çekildi. Zorunlu beraberlik başlayınca güzel diziler, güzel programlar olsun istiyor insan. Uzun kış gecelerine kitap, sinema, tartışma programı yetmiyor ki...
Pazartesinin yeni dizileri boşluk dolduramadı. Hiçbiri iple çekilerek beklenmiyor. Zaten beş yıldır pazartesi birincisi olan polisiye dizi Arka Sokaklar'ı tahtından indiremediklerinden belli halleri.
Haftanın ilk günü kumandayı umutsuzca elime aldım, "BİA-TV" için kanallar arasında zap yaparken, Acun Ilıcalı'nın Show TV'de başlayan yeni yarışma programı O Ses Türkiye çıktı karşıma.
Programın orijinali The Voice'u hiç izlememiştim. Formattan haberdar değildim. Yarışma programlarına pek meraklı da değilim. Başka ülkelerde nasıl oluyor bilmiyorum ama yetenek yarışmaları Türkiye'de genç kuşaklara yol açamıyor, umut yerine umutsuzluk getiriyor, reyting için kullanılıp atılıyorlar. İstisnalar da oldu tabii, ama "istisnalar kaideyi bozmaz!"
Formattan haberdar olmadığım için,çoğunluktan biri olarak ekranın başında oturdum. Bu bana her zaman çok iyi gelir, hiç birşey bilmemek...
Sektörün içinde olduğum için bazı enformasyonlar dürüstçe, samimi izlemekten alıkoyuyor ara sıra beni. Oysa böyle, yalnızca izleyici olduğumda ertesi günün reyting sıralamasının ilk beşini hatasız tahmin edebilirim.
Amacım, nasıl bir formatmış diye bakmaktı, ama farkına bile varmadan sonuna dek izledim yarışmayı.
Ertuğrul Özkök, Ajda Pekkan, Sertap Erener'in jüride olduğu Star Akademi'ye, 20 dakika tahammül edememiştim bir iki ay önce. Hem yeni yarışmayı başarılı kılan noktaları hem de ikisi arasındaki farklılıkları sıralamak isterim.
Kibirli jüri "out", yalvaran jüri "in"
O Ses Türkiye'de Hülya Avşar, Mustafa Sandal, Murat Boz ve Hadise jüri üyeleri. Acun Ilıcalı, programa hız katan ve akışı sağlayan sunucu. Lafı uzatmıyor, yorum yapmıyor, reyting getirecek gerilimli anların altını çizmiyor. Yalnızca trafiğe yön veriyor ve tempoyu yüksek tutuyor.
İzlemeyenler için özetleyeyim yarışmayı, Sesi önceden dinlenmiş ve yapımcı firma tarafından seçilmişler sahne alıyor. Jüri üyeleri, yarışmacı sahnedeyken arkası yarışmacıya dönük oturuyor.Görüntüden etkilenmeden yalnızca sesi değerlendirebilmek için.
Ancak sesi beğenirse önündeki butona basarak koltuğunu döndürüyor ve yarışmacıyı görüyor. Ama butona basmak bir sorumluluğu jüri üyesine yüklüyor. "Yarışmacıyı kendi grubuma alıyorum, gelişmesine katkıda bulunacağım" demek butona basmak.
Bu yüzden gerçekten sesi beğeninceye dek bekliyorlar. Ya jüri üyelerinden birden çoğu o sesi beğenirse? İşte yarışmanın tılsımı burada. Bilgi yarışmalarında olduğu gibi butona ilk basan yarışmacıyı kazanamıyor.
Yarışmacı şarkısı bittikten sonra kendini seçen jüri üyeleri arasından kiminle yola devam etmek istediğine kendi karar veriyor.
Bu birdenbire müthiş bir güzellik katıyor olaya, bugüne dek kibirli, ukala, bilgiç görünen "jüri üyesi" kavramı bir anda yerle bir oluyor. Jüri üyesi yarışmacıya kendini anlatıyor, yapacaklarını anlatıyor, diğerlerine göre üstün olduğunu düşündüğü yanlarını anlatıyor ve seçilmek için yalvarıyor.
Hep "siyah" muamelesi gören yarışmacı, bir anda "beyaz"lar arasında yerini alıyor. "Elit" tavrına alıştığımız jüri ise tepeden bakarak toplumu, pardon yarışmayı yönetemiyor bu kez.
Tarkan'ın star kumaşı nereden?
Bunlar seçmeler, bölümler ilerledikçe bu durum değişir mi? Çok fazla değişmez bence. Jüri ahkam kesme ile görevli değil. Ellerini taşın altına koyacaklar.
Ekiplerine seçtikleri sesleri, geliştirmeye çalışacaklar ve ekipleri başarılı olursa onlar da başarılı olacak. Yenilenen ülkemize, yeni jüri anlayışı diyerek olayı sosyal hatta siyasallaştıralım. Buradan bugüne dek siyah muamelesi gören dindar kesimin...
Şaka şaka bir televizyon programı ya alt tarafı. Takıldım, izledim, farklı buldum. Bittiğinde "yarın Arka Sokaklar beş yıl tahtından iner" dedim. Ve haklı çıktım. O ses Türkiye total izleyicide de AB grubunda da gün birincisi oldu.
Jüri üyelerinin dedikodusunu yaparsak. Mustafa Sandal en zor beğenendi, bir kişi aldı takımına. Biraz "abi" tavrı takındı galiba.
Hadise çok samimi, çok sıcaktı. Bazı yarışmacılara "nolurr beni seç ben senin sesine bayıldım, kalbim istiyor" diye yalvardı. Yarışmacı onu değil de Murat Boz'u seçince Hadise'yle birlikte üzüldüm ben de.
Hülya Avşar'ın en büyük kozu deneyimi ve repertuar genişliğiydi. Diğer jüri üyelerini de "onlar yalnızca popçu" diye şakayla karışık aşağıladı. Her zamanki Hülya Avşar'dı.
Bir yarışmacıya "Beni seçersen seni öyle farklı çıkarırım ki Türk halkının karşısına" dedi.
O an içim cızladı. Bu topraklarda tek bir halkın yaşadığı öyle bir kazındı ki zihnimize, öyle zorbaca yerleştirildi ki Kürt kızı Avşar bile ağız alışkanlığından kurtulamıyor. Buradan uyarsak belki öncülük eder "Türk halkı" yerine "Türkiye'nin karşısına" der. Halktan yana öncülük yakışır Hülya Avşar'a.
Gelelim jürinin en etkili ismi Murat Boz'a. Bu jürinin lokomotifi o. O çoktan star olmuş. Pop dinlemeyenler farkında değil yalnızca. Kendini medyatik olmaktan korumuş, sessiz ve derinden ilerlemiş, üstelik havalara da girmemiş.
Okullu olması, altı yıl Tarkan'la çalışması, yakışıklığı ile yarışmacıların en çok ilgi gösterdiği jüri üyesi o oldu.
Murat Boz'u izlerken dedim ki, "Yahu bu Tarkan'ın huyundan mı suyundan mı ona değene bir efendi yıldızlık hali bulaşıveriyor."
Tebrikler Ilıcalı'ya ve Show TV'ye
Acun Ilıcalı, değişen Türkiye'nin büyük bir bölümünün oluşturduğu yeni dili, beklentileri iyi anlıyor. Genç izleyiciyi tanıyor. İçinde büyük kayıplar ve acıların olduğu, tesadüflerin onu adım adım başarı ve paraya taşıdığı, kendi gibi olmaktan vazgeçmeden yükseldiği hayat hikayesinin ilk yarısı zaten herkes gibi.
İkinci yarısı ise herkes için bir umut. Diksiyonu da herkes gibi, giyimi kuşamı da hiç resmi olmadı. Duruşuyla da, tercihleriyle de yükselen yeni-muhafazakar kesimi temsil ediyor.
Bunu planlı ve hesaplı yapmadığı, gerçekten öyle olduğu için de çok seviliyor. Bir yandan da çok çalışıyor ve iyi program yapıyor.
Bu arada Show TV'nin yayıncılık anlayışını da alkışlamak gerek. Bu programı iyi tanıttı, ilk bölümünü diğer kanallarda dizi yayınları başlamadan hemen yayına soktu, benim gibi neymiş bakalım bir diyenler dizileri unutup takıldı kaldı, bir de reklam aralarını çok iyi ayarladı.
Uzun süre reklam arası vermedi. Geçen hafta ATV yöneticilerinin yayıncılıktan hiç anlamadıklarını o nedenle kanalın dizi çöplüğüne döndüğünü yazmıştım. ATV haftada 16 dizi yayınlayarak rekoru elinde tutan kanalBunların üç tanesini geçen hafta bitirme kararı aldı. Yakında üçer üçer kaldırıp yenilerini yaptırır. Bence ATV yöneticileri dikkatle Show TV'nin yeni bir programı yayına nasıl soktuğunu ders notu alarak izlesin.
Bilginer'li diziler neden izlenmiyor?
Haluk Bilginer'in başarılarla dolu tiyatrocu geçmişi, İngiltere'deki oyunculuk başarıları, oyunculuğunun ne kadar "üstün ve farklı " olduğu tiyatro ve yapım dünyasının efsaneleşmiş konularından biridir. Gerçi 21.yüzyıla girildiğinde gündemi az meşgul eden bir efsane olmuştur.
Hep merak ederdim bu kadar başarılı ve sanat çevrelerinde oyunculuğu bu denli beğenilen Haluk Bilginer'in son yıllarda rol aldığı diziler neden başarılı olamıyor? Televizyonun kendi tartısı var, efsane mefsane tanımıyor, samimiyet ölçüyor. Bilginer dizilerde tiyatroya para aktarmak için rol aldığını söyler ya hep, izleyici bunu okumamış olsa bile zaten anlıyor, alıyor eline kumandayı, zappp.
Haluk Bilginer, Milliyet Sanat Dergisi'ne bir röportaj vermiş, oyuncuların acılı anlarında sahneye çıkmalarına kızgınlığını dile getirmiş, biraz küfür kıyamet konuşmuş ama ben oraya takılmadım.
"Ben Türkiye'yi Zeki Müren'e çok benzetiyorum. Her şey yalan dolan üstüne kurulmuştur, her şey ikiyüzlüdür. Bugüne kadar kimse Zeki Müren'in homoseksüel olduğunu söylemediği gibi, Zeki Müren'in kendisi de söylememiştir. Zeki Müren röportajlarında demiştir ki, 'Ben binlerce kadınla birlikte oldum' ve herkes de bunu böyle yazar. Türkiye Zeki Müren'dir çünkü." diyor o röportajda Bilginer.
Bu sözlerde ayrımcılık var, saygısızlık var, homofobiklik var, vefasızlık var, teşpihde hata var, var da var.. Ama en önemlisi bilgisi olmadan bilgiçlik yapmak var. Hem de Google çağında. Zeki Müren, 80'li yılların sonlarında "Beni benden Dinleyin" diyerek Nokta Dergisi'ne bir röportaj vermişti.
Darbe sonrası yıllarda Dersim gibi, İşkence gibi pek çok tabuyu kapağına taşıyan dergiyi seçmişti Müren cinsel yönelimiyle ilgili konuşmak için. Zeki Müren'i kapak yapan dergi üç kez baskı yapmış, 100 binin üzerinde satmıştı. O röportajı internette tümüyle okumak mümkün değil ama pasajlarını bulunuyor. Belki Biamag birgün bütününü yeniden yayınlar. Bilginer de okur, Zeki Müren'in "şu kadar kadınla yattım" sözlerindeki ince hatta kara mizahı anlar.
Türkiye'de devletin ikiyüzlülüğüne, "erk"in sahtekarlığına sıklıkla tarih boyu tanık oluyoruz, ama bu işlere Zeki Müren adını karıştırmayalım lütfen. Dizileriniz izlenmiyor diye saldırganlaşıp reyting avcılığına mı çıktınız yoksa? (DG/BA)