Seçimlerin bir "görünmez" partisini de Genelkurmay Başkanlığı olarak sayarsak, belki de bir istifa da başarısızlığa uğrayan siyasi kampanyaları nedeniyle ordunun en üst kademelerinden beklemeliyiz. Ulusalcı cepheye şimdilik bir bardak soğuk su ikram edebiliriz.
Atatürkçü Düşünce Dernekleri, her türlü "vatanperver sivil toplum" cemiyetleri, "alternatif ulusalcı medya", darbe üssü Hudson, İsrailli ve Amerikalı neo-concular, şehvetle 301 davaları açanlar, öcüler böcüler masallarıyla aylarca siyaseti felç edenler ve Cumhuriyet mitingleriyle beraber hızla etkisine aldığı yaygın medya, muhtırayı destekleyen ve bu konuda tavır almayıp sessiz kalan herkesin ders çıkarması beyhude de olsa bir ümit.
Ayrıca, 27 Nisan ertesi Adalet ve Kalkınma Partisine (AKP) cüzzamlı gibi davranan her tür magazinel ve medyatik şahsiyetin, "ordumuz bizim gözbebeğimiz" havasındaki çıkarcı sermayedarların, "pop star" köşe düşkünü gazetecilerin muhtemelen ışık hızıyla değişecek tavırlarını izlemek elbette ki keyifli olacak.
Göbeğini kaşıyan adam imajını yaratan, bilimsel temellere dayanan kamuoyu araştırmalarını oturduğu yerden ben böyle bir hava göremiyorum diye küçümseyen köşe kapmaların yazı diye yumurtladıkları artık gerilerek değil gülerek okunabilecek.
Ümit Fıratın, seçim gecesi Kanal Dnin programında, Aysel Tuğluk imzasıyla çıkan yazıların asıl ilham kaynağının ve hatta yazarının İmralıda olabileceği imasının gerçek olması fantazisi (ki bu yazılar pek çok "genel geçer" köşe yazarınca destekleniyordu) bile aylardır yaşanan demokrasi çilesini unutturacak bir kahkahanın patlatmamıza izin verecek.
Cumhuriyet Halk Partisinin (CHP), milliyetçi söylemleriyle ortamın sağcılaşmasına ve radikalleşmesine katkıda bulunarak merkezi Milliyetçi Hareket Partisinin (MHP) çizgisine kaydırmasının yumruğunu milletvekili sayısında kayıp yaşıyarak yemesini görmek de ayrı bir mutluluk. Aslı varken, taklidini kim ne yapsın?
Ama bu seçimlerin çok üzücü bir sonucu da var; İstanbulun gerçek bağımsızlarından Baskın Oranın meclise girememesi. Cumhuriyet mitinglerinin "kahramanları", sosyal demokrat geçinip ırkçılık yapanlar, elleri resmen kanlı "milliyetçiler", Nazilerin has ideologlarından Carl Schmittten alıntılar yaptıkları seçme saçmalar dolu köşe yazıları milletvekili olurken, ezberi bozacak Oran da mecliste olmalıydı.
"Bin Umut" adayları olarak meclise giren bağımsızları kutlamak gerekse de, DTPye şu sorular tekrar sorulmalı; İstanbul 2. Bölgede "parti politikası nedeniyle" alternatif aday göstermek kimseye yaradı mı, hukukçu kimliğiyle Baskın Oran, bu meclise en elzem adaylardan değil miydi? Gene bir teselli, 1. Bölge adayı Ufuk Uras "gerçek sol"un belki de yegane temsilcisi olarak meclise girmesi. Ama Oran ve Urasın beraber ezber bozmasına şahit olabilmek biz fanilere maalesef nasip olamadı.
Bayrak enflasyonu ve "Derin Türkiye"den kurtulabilecek miyiz?
Kabul etmek gerek ki AKP, Demokrat Partinin 1950lerdeki başarısından bu yana yakalanamayan bir "sandık başarısı"nı yakaladı. Burada, sonları benzemesin demek lazım tabii. Eğer AKP, 27 Nisan sürecinden alınan dersleri değerlendirebilirse artık hiç olmazsa siyasetin asker gölgesinde yapılmayacağı, demokrasinin ilkesel olarak, her koşulda, her şartta savunulacağı bir Türkiyeye doğru ufak bir adım atabiliriz.
Ayrıca AKP, aldığı oyların önemlice bir kısmının ödünç oy olduğunu, bu oyların aslında AKPnin politikaları desteklendiği için değil ama bir karşı çıkış adına verildiğini hep aklında tutmalı ve demokrasi ve insan hakları konusunda samimi bir çizgiye oturabilmeli. Böylesi bir krediyi harcamak hakkına sahip değil AKP. Geçen dönem yaşanan hak ihlaleri, 301 inatları da aklımızda kayıtlı.
Sonuçlar ne olursa olsun, şunu bilmek gerek; askeri toplumsal mühendisler bu kez baltayı taşa vursa da, hala yerlerindeler. Ve aslında, her daim kazanan tek parti olan "Derin Türkiye"nin bayraklarında, ne "ampul", ne "altı ok", ne "üç hilâl", ne sarı/kırmızı/yeşil renklerden "güllü" bir fon, ne "kır at", ne o ne bu; resimsiz isimsiz bir şey var. Bu partinin, genel merkezi, parti şubeleri, gençlik kolları, kayıtlı üyeleri yok. Bu partinin lideri, hiç rastlanmamış türden; neredeyse insanüstü. Askeri vesayet kalbini, hukuk dışılık elleri kollarını, yolsuzluk ayakları bacaklarını, desisecilik ve hırs ruhunu, zihnini oluşturuyor. Kendisine düşman gördüğünü yok etmek için meşru, gayrimeşru tüm yolları kullanıyor. Düşmanı olmadığı zaman da, düşman yaratmak için elinden geleni yapıyor. Türkiyenin tüm parlamenter seçimlerinin enindeki sonundaki galibi o; adı önce "Derin Devlet" idi; şimdiler de "Derin Türkiye" ismiyle tanınır oldu. O, gizemli bir odak değil, ilkesizliği ilke edinen bir güç mıknatısı, bir hem sivil hem askeri bir kara delik.
Her daim gündemin belirleyicisi
İşin acıklı yönü, şöyle veya böyle, koskoca bir toplum, Derin Türkiye kara deliğinin düzenine göre hayatını yaşamak zorunda kalıyor. 27 Nisan Muhtırasından bu yana, ayları boş konuşarak, gerçek manada var olan hiçbir sorununun üzerine eğilemeyerek geçirdi bu ülke. Yetmedi, birkaç ay içinde değil Iraktaki Kürtler, bütün Irakla olan ilişkiler şeker renk oldu. Amerikanın işgalinden bu yana Irak, belki de ilk kez muhalifi, hükümeti, Şiisi, Kürtü, Sünnisi bir bütün halinde ortak bir karar ortaya koydu; Türkiyenin operasyon kisveli işgaline "hayır".
Kuzey Irak Kürtleri ve dahası Cumhurbaşkanı bir Kürt olduğu için Irakın kendisiyle diplomatik ilişkilerin geliştirilmesi, diyalog kapılarının açılabilmesi yoluna her türlü taşı koymak için elinden geleni yapan Çankaya ve muhtıra ekipleri, kendilerini tebrik etmeliler Irakı sonunda bir bütün olarak hareket ettirmeyi başaracak sihirli formülü keşfettikleri için. Ne var ki, Derin Türkiye yine de başarılı oldu çünkü seçimleri yarattılar ve üzerimize görünmez bayraklarını diktiler. Tabii, bir de görünürdeki bayraklar var. Onlardan bakalım ne zaman kurtulacağız.
Bu kadar ısrarla demokrasinin yolunu kesmeye çalışıp, aylardır boğucu milliyetçi sloganlarla havayı zehirleyenler, herhalde Türkiye kendisini tüketen milliyetçiliği 36 taksite bölüp kafamıza kakmaya daha bir süre devam edecek. Zira, milliyetçilikle yatıp kalkılan ayların bize hediyesi, MHPli bir meclis. MHPye bir meclis miting kürsüsünden darağacı ipi atan, herhalde hayalkırıklığı yaratacağı korkusuyla televizyona çıkmayı reddeden liderine rağmen, meclise girebilmeyi gerçekten başarı saymalı. Bayrak satıcıları da MHPnin meclis başarısına sevinmeli; satışları daha bir süre devam edecek belli ki. Hem AKPlilere sataşmayı bırakıp kendi aralarında dövüşmeye başlayan CHPlilerin yılların Deniz Baykal tahribatını aşıp bundan sonra nasıl bir rota tutturacağını kestirebilmesi için Rodosa kadar yüzüp gelmeleri gerekecek.
27 Nisandan beri gerilen demokrasi taraftarlarının derdi hala bitmiş değil; sorun şu ki, artık gündemi tayin etme hakkı bir şekilde, yeni meclisin döneminde "Derin Türkiye"nin elinden alınıp, "Alelade Türkiye"nin eline geçemez, sivil siyaset ilk ve tek çözüm kapısı haline gelemezse, bayraklar çekildiğinde geriye ürkütücü bir enkaz kalacak. Muhtıra karşıtı ilk darbe vuruldu ama sivil siyaset için mücadele daha yeni başlıyor. Artık ne olur tsk.mil.tr adresinin olmadığı, bayrakların devamlı gözümüze sokulmadığı bir demokrasimiz olabilsin. (SÖ/EK)