Adalet Unutulmamaktır!
‘’.... Ben koyu bir Galatasaray taraftarıyım. Gözaltında bana işkence edilirken, Galatasaray bir başka takımla maç yapıyor. Rakibi kim hatırlamıyorum, ama Altay olabilir. Bu maç esnasında adamlar beni ters askıya asmışlar. Bazen indirip, elimin içini duvarlara vuruyorlar ki kan dolaşımı olsun, kangrene yol açmasın. Tabii kollarına hükmün geçmiyor, onlar senin iyiliğini düşünerek avuçlarını açıp kolunu duvara vuruyorlar! Kolum duvara değdikçe binlerce iğne, onbinlerce iğne hücum ediyor kollarıma. Kola kan gittikçe, her asıldığında acın yenileniyor. Uyuşuk, acıya karşı duyarsız kalmayasın diye de yapıyorlar bu işlemi. Hâsılı, bir ara beni indirmediler. Acıdan kendimden geçecek raddeye gelmişim, kesinlikle düşünemiyorum, her şey sadece acı. O sırada işkencecilerden biri, ‘Oğlum dua et Galatasaray gol atsın. Anam avradım olsun seni indirmem yoksa’ dedi. Ben tabii, Galatasaray’ın gol atmasını istiyorum, ama bu sefer milyon kez istiyorum, hem de hemen. Ama rakip takım acayip direniyor. Ben de ‘Allah’ım bir gol atsın’ diyorum içimden. Epey sonra ben artık kendimden geçmişken, beni indirdiler. Meğer Hakan Şükür bir gol atmış ve işkenceci bu golden sonra beni indirmiş. Adam, ‘şanslı’ olduğumu belirtti. Şanslıymışım..."
Yukarıdaki mektup 22 yıldır cezaevinde tutuklu bulunan İlhan Sami Çomak’ı anlatan “Gönderen: İlhan Sami Çomak isimli belgeselden. Yeni çıktığımız Amed Kitap Fuarı’ndan ayağımızın tozuyla bu kez filmamed’deydik. Direniş temasıyla yapılan festivalde biraz içimiz açılsın dedik. Sinemanın karanlık salonundan aydınlığa açılan perdesinde başka hayatları görmek, hayallere dalmak, içinde bulunduğumuz atmosferden kurtulmaktı niyetimiz. Fakat hiç de öyle olmadı. Aksine izlediğimiz filmlerle yüreğimiz biraz daha karardı. Gösterilen belgesellerde içinde yaşadığımız sürecin bir kez daha tanığı olduk.
Ekrem Heydo’nun Bihuştamin adlı filminde Rojava’daki savaşın ardından dağılıp parçalanmış hayatları, etnik kimliklerin yaşama tutunmaya çalışmasını izledik.
Aram İkram Taştekin’in “Taş” adlı filminde taşları koynunda saklayan, yüzünü görmediğimiz ama “Taş attığımda karşı taraf beni anlamalı bu benim tepkim” diyen sesini duyduğumuz ve çoğunun hayatta olmadığını öğrendiğimiz çocukları dinledik.
Berke Baş ve Melis Birder’in Bağlar Basketbol takımını anlattığı Baxlar filminde siyasal gelişmelerin ve sosyal yaşamın spor üzerinden yansımalarını gördük. Özellikle Roboski katliamına denk gelen maçı kaybeden oyuncuların ruh hallerinin perdeye yansıyan etkileyici görüntülerini izledik
Ancak içlerinde bir film vardı ki “sanat mı hayatı taklit eder, yoksa hayat mı sanatı?” dedirten türdeydi. 22 yıldır tutuklu olan ve‘’Adalet, haksız yere içeride olmamaktır. Adalet unutulmamaktır” diyerekhukuk mücadelesini sürdüren İlhan Sami Çomak’ı anlatıyordu.
“Gönderen: İlhan Sami Çomak” isimli belgeselde cezaevi sürecinden ve çocukluğundan kesitler anlatan Çomak’ın yaşadıkları, hissettikleri ve özgürlüğe olan tutkusu izleyiciye geçiyor. Filmde senaryoya gerekduyulmamış. Çünkü 90’larda çekilmiş bir video kaydı dışında hiç gözükmeyen Çomak’ın kendisi anlatıyor. Filmin metni İlhan’ın kendi yazdığı mektuplardan, şiirlerinden oluşuyor.
Belgeselin yönetmenleri, Çiğdem Mazlum ve Sertaç Yıldız, İlhan Çomak’ı mektup yoluyla projeye ikna etmişler. Yönetmenler; Çomak’ın 20 yaşında girdiği cezaevinde daracık avluya sığdırdığı yaşamında edebiyata sığındığını, hiç görmediği ancak yazdıkları mektuplarda büyüdüklerine tanık olduğu kuzenlerine olan sevgisini, “Beni her türlü tehlikeden korurdu” dediği yurtdışında yaşayan ağabeyi Nazım’ın tatil programını İlhan’ın açık görüşüne göre planlayarak verdiği emeği, İlhan’ın hatıralarından yola çıkarak özgürlüğe olan sevdasını izleyiciye ulaştırmayı başarmışlar. Mazlum ve Yıldız, “En çok da cezaevine giden yolu merak ediyordu, o bölümleri özellikle İlhan için çektik” diyorlar söyleşilerinde. .
Filmde; “Kuşlara ve delilere karışmayın. Günahtır.” diyen annesine siyasi tutuklu olduğu için uzun süre dokunamamanın acısını anlatıyor Çomak. Bir açık görüş esnasında onunla olan fiziksel temasında sihirli bir değnek dokunmuş gibi huzura kavuştuğunu aktarırken, size de annenizin kokusunu burnunuzda hissettiriyor. Filmi izledikten sonra annesi hayatta olanların gidip onların gül teninin kokusunu içlerine çekip, huzuru aradıklarına eminim.
İlhan’ın deyimiyle eli ayağı olan kardeşi Suna, filmde “Aslında 22 yıl öncesinde kaldık. Sadece bir saatlik görüşmeyle sınırlı tanışıklığımız. Çıktıktan sonra tanıyacağız birbirimizi” diyor.
Ardından cezaevindeyken ölüm haberini aldığı kardeşi Keke ile ilgili yaşadığı travma duyuluyor perdede. Suna’nın ona defalarca tekrar ederek, kardeşinin yılan sokmasından öldüğünü anlatmaya çalıştığı ancak İlhan’ın beyninin kendini korumaya aldığını ve tepki veremediği, lâl olduğu anlatılıyor. Çocukken top oynarken ittiği ve “abi yavaş itsene” yanıtını aldığı Keke’nin sözleri çınlıyor İlhan’ın kulaklarında. Ve insanın yüreğini dağlayan o sözler can yakıcı dizelere dönüşüyor sonradan.
“Abi yavaş itsene” derdin sen / Ben gülerdim sana, yavaş iterdim ama iterdim / Her ittiğimde seni, kalbinin takvimleri geceye küserdi, yaşlı ağaçlar gibi çatırdardı minareler / “Abi yavaş itsene” / İttim...’’.
İlhan’ın edebi bir dille anlattığı mektuplardan oluşan film; mahpusluğu, direngenliği, dik duruşu, adaletsizliği ve direnişi anlatıyor. Bir kez daha hatırlıyorsunuz Çomak’ın 22 yıldır tutuklu bulunduğunu ve 1 Haziran’da Çağlayan Adliyesi’nde duruşmasının olacağını. Son duruşması olması dileğiyle Çomak’ı yalnız bırakmayalım. Çünkü onun deyimiyle Adalet unutulmamaktır! (BD/HK)