İlham Al Madfai Irak'ın, Mezopotamya geleneğinin derininde araştırmalar yapan bir gitarist şarkıcı... Kendisini uzun yıllardır yaşadığı Londra'da, telefon tellerinin ucunda yakaladık, bulmuşken bırakmadık: Osmanlı döneminden Amerikan işgaline, Gencebay'dan Hayyam'a, Ravi Shankar'dan Donovan'a...
Sizin için "Bağdat'ın Beatle'ı" diyorlar, nasıl oldu bu yakıştırma?
1960'larda, Bağdat'ta dört kişilik -elektro gitar, bas, davul- bir grup kurmuştuk: The Twisters... Yabancı şarkıları icra ederek başlamıştık. Beatles'ın, Shadows'un, Elvis'in şarkılarını çalıyorduk.
Sonra kendi üslûbumuzu yarattık, modern enstrümanlarla Irak müziği, oryantal müzik çalmaya, halk müziğimizi modernize etmeye başladık. Iraklı müzikseverler bunu çok beğendi, sevdi. Çok popüler olduk. Bize "Bağdat Beatles" adını takmışlardı.
Paul McCartney'le tanıştığınızı okuduk, ne zaman, nasıl oldu bu?
1960'ların ortasında Londra'da öğrenciydim, mimarlık okuyordum. Fulham Road'da Bağdat Cafe diye bir yer vardı, geceleri orada program yapıyordum. Gitarla Arap şarkıları söylüyordum. O zamanlar insanlara garip geliyordu bu, ama hoşlarına da gidiyordu. Donovan, Bağdat Cafe'nin müdavimiydi.
Bir seferinde Paul McCartney'le geldi. Tanıştık, sohbet ettik, sonra da sabaha kadar birlikte çaldık, söyledik, Donovan, Paul McCartney, ben... Donovan, o gecenin anısına "Turquoise" diye şarkı yaptı. Paul McCartney'le tek görüşmemiz o gün olmuştu.
O günlerde en çok sevdiğiniz Beatles şarkıları nelerdi?
Hepsini severdim. Ama ilk aklıma gelenler "Can't Buy Me Love" ve "And I Love Her"...
Donovan'ın hangi şarkılarını seversiniz?
"Sunshine Superman" ve tabii ki "Turquoise".
"Turquoise" denince, Arap aleminden çok, akla Türkiye geliyor...
Ama unutmayın ki, bizim müziğimiz, kültürümüz Türk müziğiyle, Türk kültürüyle yakın akrabadır. 20. yüzyılın başına kadar birlikte yaşadık. Mesela ben Şerif Muhiddin diye bir Türk-Osmanlı udîden çok etkilendim.
Yalnız ondan değil, genel olarak Türk müziğinden. Irak makamlarına baktığınızda, birçoğu Türkçe isimler taşır. Şarkılar da öyle, birçok Türkçe söz vardır. Mesela "Khuttar" (1999) adlı albümündeki geleneksel şarkı "The Bazringosh Song"da "nereye gidersen" diye bir dize var.
Türk müziği, kültürümüzün bir parçasıdır. Söz Türkiye'den açılmışken, İstanbul'daki bombalama olaylarına çok üzüldüğümü, Türkiyeli kardeşlerimizin acısını paylaştığımı söylemek isterim. Masum insanların hayatına kasteden bu terör eylemlerini kınıyorum.
Terörün Türkiye'yi hedef seçmesi çok üzücü. Çünkü Türkiye, Doğu ve Batı medeniyetlerinin buluşma yeri, binlerce yıllık bir uygarlık merkezi. Medeniyetlerin çatışmadığı, iç içe geçtiği ve geleceğe iyimserlikle bakmamıza neden olan bir sembol Türkiye. O bombalar bu iyimserliği imha etmeyi hedefledi.
Savaşı ve Irak'ın işgalini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu, iki ucu kirli bir değnek. Irak'ın Saddam ve Baas rejiminden kurtulması çok iyi bir şey. Ama Amerika'nın bir an önce yönetimi Iraklılara devredip ülkemizi terk etmesi gerekiyor.
Aksi takdirde, Irak'taki varlıklarının, Saddam'ı ve Baas partisini iktidardan indirmek dışında bir maksadı olduğu kanaati Irak halkında yerleşecek, ki bu kimse için iyi olmaz.
Ne Ortadoğu için, ne dünya için, ne de barış için. Silahların gücünün yerini fikirlerin gücü, yaratıcılığın gücü almalı. Yaşananların tekerrür etmemesi için herkes elinden geleni yapmalı.
Saddam rejiminde, Irak'ta müzisyen olmak nasıl bir şeydi?
Ben hiçbir zaman Baas partisine üye olmadım. Üye olmam için yapılan baskıyla karışık onca telkine rağmen. Bu da hayatımı çok zorlaştırdı. 1979'da Irak'ı terk edip Körfez ülkelerine gittim, mimarlık yaparak geçindim.
İran savaşından sonra, 1991'de döndüm. Tam "artık savaş bitti, şimdi hayat normale döner" derken, bu sefer de Kuveyt işgal edildi ve ardından Körfez Savaşı patlak verdi. 1994'te tekrar ülkeyi terk ettim, Ürdün'e yerleştim. Hatta Ürdün vatandaşlığına geçtim. Orada sıfırdan başladım, bir lokantada gecede 21 dolara şarkı söylüyordum.
Irak'tayken rejimin size sansürü var mıydı?
Aksine, fazlasıyla ilgi gösteriyorlardı. Saddam'ın yakın çevresi, kendilerine özel konserler vermem için ısrar edip dururdu. Hep bir yolunu bulup atlatırdım.
Bir defasında Uday'la Kusay kendileri için konser vermemi istediler. "Kızları da al gel" dediklerinde tepem attı, "siz kiminle konuştuğunuzu düşünüyorsunuz?" dedim, "benim adım İlham, ben pezevenk değilim" . O olay bir balçığa saplandığımı gösterdi bana, bir an önce Irak'ı terk etmem gerektiğine karar verdim.
Bir yerde, "Frank Sinatra'nın karşısında da şarkılarımı söylemeye çekinmem, çünkü benim şarkılarım özgündür" dediğinizi okuduk. O cümleyi niçin sarf etmiştiniz?
Beş-altı ay önce Ürdün'de bir ekonomik forum vardı. Dünyanın her tarafından insanlar gelmişti. Kırk kadar devlet başkanı vardı; Clinton, Prens Abdullah... Shirley Bassey de gelmişti, o da sahne aldı.
O caz parçalarını seslendirdi, ben de Irak şarkılarını. Yalnız Irak şarkılarını değil, Arap dünyasının şarkılarını. O lafı orada ettim. Şu mânadaydı: Kullandığımız enstrümanlar teknik anlamda "ilkel" görünebilir, ama o enstrümanlar insan bedeni, insan nefesi gibidir, sesleri insanın göğsünden, yüreğinden çıkan sesler gibidir.
Ve o enstrümanlarla yaptığımız şarkılar özgündür, dünyanın her yerinde, dünyanın en ünlü müzisyenlerinin önünde göğsümüzü gere gere söyleriz.
Frank Sinatra'nın adını zikretmenizin sebebi neydi? Sever misiniz onu?
Evet, benim idollerimden biridir. Ne zaman Londra'da, San Fransisco'da, San Diego'da konser versem, mutlaka birkaç Sinatra şarkısı söylerim. Bundan sonra çıkacak albümümde de bir Sinatra şarkısını yorumlayacağım: "Fly Me To The Moon".
"My Way"i de söyler misiniz?
Elbette. Çok sevdiğim bir şarkıdır. "I do it my way", Sinatra'nın tarifidir. "Fly Me To The Moon"u kanunla icra ediyorum. Çok beğenileceğini umuyorum. Medeniyetlerin bu buluşması, bu tür sentezler, günümüzdeki düşmanlıklara karşı bir ilaç diye düşünüyorum.
Yeni albümünüz "Baghdat"ta bizim favorimiz "El Tufah" ve "Maghribiah", sizinkiler hangileri?
"El Tufah"la "Maghribiah" benim de çok sevdiğim şarkılar. Ama favorilerim "Ana Blayak" (Sensiz Olmak) ve "Shlonak" (Nasılsın?)... "Shlonak"ı kontrbasla söylüyorum. Oryantal müzikte pek rastlanmaz buna.
1990'lardan bu yana Arap müziği Batı'da popüler oldu. Bunu neye bağlıyorsunuz?
Beat'e bağlıyorum. Her tür müzikte, cazibeyi yaratan beat'tir. Arap beat'i de her kuşağın ilgisini çekmiştir, çünkü dünya müziğine çok önemli bir katkıdır. Ayrıca, ud, kanun gibi Arap enstrümanları sound bakımından çok zengindir. Ravi Shankar ve sitarı düşünün.
Batı'da birçok müzisyen şimdi sitar çalıyor, dünya müziğinde Ravi Shankar üslûbu önemli bir rol oynuyor. Arap müzisyenlerin, Arap enstrümanlarının Shankar'dan ve sitardan aşağı kalır tarafı yok ki. Bir aroma ekliyorlar karışıma. Köpüklü bir Türk kahvesi gibi...
Daha çok kakuleli kahve gibi galiba...
Evet, kakuleli bir Türk kahvesi gibi... (gülüyor)
Raï'ı nasıl buluyorsunuz?
Çok ilerici, çok progresif bir müzik. Avrupa'da popüler olmasını Fransa'ya borçlu. Fransa'daki müzik çevreleri, Kuzey Afrika ve özellikle Cezayir kültürüne, müziğine aşinadır.
Raï önce onların ilgisini çekti ve bütün dünyada dinlenen bir müzik oldu. Ama progresif olmasaydı, popüler olamazdı, etnik müzik kalıplarına sıkışıp kalırdı.
Mısır ekolüyle aranız nasıl?
Aslında bir ekol değil. Mısırlılar yorum ustası. Ümmü Gülsüm mesela çok acayip gırtlak. Abdülvahab, Abdülhalim Hafız da öyle.
Türkiyeli şarkıcılardan tanıdıklarınız var mı?
Zeki Müren... Günde 24 saat onu dinlediğimiz zamanlar oldu. Onun dışında Emel Sayın ve Orhan...
Gencebay?..
Soyadını bilmiyorum, bizde Orhan diye bilinir. Orhan, Arap dünyasında büyük isimdir. Bugünlerde birçok Arap müzisyeni Türkçe şarkıları alıp üzerine Arapça sözler yazıyorlar. Ve o şarkılar çok popüler oluyor.
1970'lerde tam tersi geçerliydi galiba. Türkiyeli müzisyenlerin Arapça şarkıları alıp Türkçe söz yazdıkları söyleniyordu...
Doğru, o yıllarda Arap ülkelerinde kayıt stüdyoları, düzenleme teknikleri çok gelişkindi. Ancak, Ortadoğu'daki siyasî durum, Arap müziğini çok geriletti.
Bir Irak atasözü var: "Kahire kitap basar, Beyrut düşünür, Bağdat okur." Öyle midir gerçekten?
(gülüyor) Öyledir. Daha doğrusu öyleydi. Cuma günleri -tatil olduğu için- Bağdat'ın Kitapçılar Çarşısı tıklım tıklım olurdu. Ama, İran savaşıyla birlikte, Baas rejimi ağır bir sansür uygulamaya başladı. 20-25 yıldır insanlar istedikleri kitapları okuyamıyor, iyi kitaplara ulaşamadık yıllarca.
Yıllar önce Irak'ta basılmış bir Nâzım Hikmet kitabı görmüştük... Nâzım Hikmet okumuşluğunuz var mı?
Olmaz mı? Nâzım Hikmet büyük şair. Bende kitapları var. 1980'lerde Abu Dhabi'de satın almıştım. Türkçesini de okuyabilmek isterdim. Türkçe bizim için çok önemli.
Eşimin ailesinin bir tarafı Türk kökenlidir. Baba tarafından büyük dedesi Hadi Paşa'dır. I. Dünya Savaşı'nda Kemal Atatürk, Hadi Paşa'nın yaveriydi. Evde, duvarlarda resimleri vardı. I. Dünya Savaşı'ndan sonra, Irak'ta yapılan antlaşmayı Osmanlı İmparatorluğu adına imzalayan şahıs Hadi Paşa'ydı.
Sizi çok etkileyen, esinlendiren bir kitap oldu mu hiç?
Ömer Hayyam'ın Rubaileri. Hâlâ döne döne okuyorum. (YG/NM)
* Yücel Göktürk'ün söyleşisi, Roll Dergisinin Ocak 2004 sayısında yer aldı.