“Ya biz nece kişiyiz biz/ sayılara sığmayanlar?” diye sorar bir şiirinde Gülten Akın. Bu soruyu hatırlamanın iyi geleceği zamanlar. Acıları rakamlarla kıyas, sağlıklı bir zihnin işi değil. Devlet bizi bu kıvama getirdi. Tek tek cinayetlerine alışalı çok oluyor, toplu katliamlarına da alıştık. Ve buna bir dur demezsek katliamların birbiri ardına gelmesine de alışmamız yakın.
Soma’da yüzlerce insan bir günde gitti! Mecidiyeköy’de bir gökdelen inşaatında asansör düştü, 10 işçi öldü. Kobanê eylemlerinde üç günde Roboski’de öldürülen kadar çocuk ve genci yitirdik. Gözümüz kulağımız Ermenek’teyken, elma toplayıcılarının haberi geldi Isparta’dan. “17 ölü, 29 yaralı”.
Ve bu cümleler henüz yazılmıştı ki göçmenleri taşıyan bir tekne battı, “24 ölü, 12 kayıp”.
Rakamlarla geçiyor hayatlar. Hikayelerini bilmiyoruz insanların artık. Zonguldaklı şair Rüştü Onur şöyle demiş: “Mektubumu rafa koy/ ve hatırla./ Şarkısını bilmediğimiz insanların/ Rahmeti bize kaldı.”
Bütün bunlar yaşanırken, hafta sonu Zonguldak’ta bir özel madende vagonun çarptığı bir işçi öldü. Tonlarca kilo kömür taşıyabilen bir vagonun kayışı nasıl kopar? Buna ihmal değil, ancak kasıt denir.
Bartın’da başka bir özel madende göçük altında kalan üç Çinli işçiden ikisi öldü. Bu ölümler özel madenlerde geçekleşti. İyi kötü haberimiz oldu. Bir de kaçak madenler var. Çinli işçiler ve çocuklar çoğunlukla kaçak madenlerde çalışıyor. Elbette hiçbir güvenlik malzemesi ve giysisi olmaksızın. Sosyal güvence zaten yok! Buralardaki değil yaralanmaları, ölümlü kazaların çoğunu duymuyoruzdur bile.
Özel madenlerde de işte durum pek farklı değil. Gözlemlerimden ve bizzat işçilerin aktardıklarından birazını, Başbakan bilmiyormuş madem (!), paylaşayım. Özel madenlerdeki iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili ihmaller, denetlemelerde tespit edilir ve genellikle hiçbir caydırıcılığı olmayan para cezalarıyla geçiştirilir (her iş cinayeti sonrası ortaya çıktığı gibi Ermenek’teki madende de son olarak haziran ayında denetleme yapıldığını ve can güvenliğiyle ilgili 12 maddeden kusurlu bulunup, madene 8’i için 8.960 lira para cezası kesildiğini öğrendik. Amasra maden ocağınaysa güvenliğinin yetersiz olması gerekçesiyle mühürleme kararı verildiği, fakat bu karara uyulmadığı haberleri çıktı yerel gazetelerde). “Hayırlı” patronsa bu denetlemelerden önceden haberdar oluyor. Ambulans da denetlemeden denetlemeye kapıdadır. Kaza ya da yaralanma halinde, ilk müdahaleyi yine işçiler yapar ve taksiyle gidilir hastaneye. Taksi parasını kendi aralarında toplarlar. İşçiler bisiklet baretleriyle iner madene, bir hayli eskimiş maskeler ve uyduruk çizmelerle. Ve bunda Başbakanı şaşırtacak bir şey yok: Yemeklerini yeraltında kömür tozlarına bulayarak yerler zaten. Ve o yemekleri evlerinden getirir, yol paralarını da kendileri verirler. Özel işletmelerin ve hatta TTK’nın (Türkiye Taş Kömürü Kurumu) verdiği yol ve yemek katkıları, işçilerin cebinden çıkanın yanında komik kalıyor.
“Devlet normalde araba parası veriyoruz diyor ama verdiği para 20 ya da 30 lira, neyse. Ama biz 115 veriyoruz arabaya. Yemek parası veriyormuş misal, 60 lira. Ama biz harcıyoruz 300 lira. Onun haricinde su parası, yemek, gazoz gibi şeyler, yani maaşın yarısı zaten orada gidiyor. İki ay çalışıp bir ay yatıyoruz. Maaşın ne oluyor? 600-700’e geliyor. Evliyim, iki çocuğum var. Mecburen ek iş yapmak zorunda kalıyoruz.” Bunu aktaran maden işçisi (bir belgesel* film dolayısıyla kendisiyle görüşmüştüm), ocaktan çıkıp inşaatta çalışmaya gidiyor, akşam geç saatlere kadar çalışıp ertesi sabah 5’te kalkıp yine ocağa iniyordu. 2006 yılında TTK’da işe alınan kazı işçileri (yerin en altında çalışan işçiler) 2 ay çalıştırılıp 1 ay dinlendirilmek suretiyle işe alındı. Çalışmadıkları ay maaş ve sigorta yok. Taşeronlaşma nedeniyle aynı iş yerinde aynı işi yaptığı halde inanılmaz maaş farklarıyla çalışan işçiler var. Özel işletmelerdeki ücretler çok daha düşük ve elbette aralarındaki dengesizlik çok daha fazla. Kaçak işletmelerdeki durumu varın siz hayal edin!
Özel işletmelerde çalışan madenciler ve taşeron işçiler için her ay ayrı bir mücadele demek. Düzenli olarak maaşlarını alamadıkları (ki çoğunun en az iki aylık maaşı ödenmemiştir. İşçiler her ay içerideki maaşları ödeneceği vaadiyle madene indirilir ve bu şekilde orada çalışmaya mecbur edilir), sağlık ve çalışma koşullarının kötülüğü, işten çıkarmalar, sık tekrarlanan “kaza”lar gibi daha bir sürü nedenden isyan ederler. İş bırakma eylemi yapanlar, ihbar ve kıdem tazminatı olmaksızın işten atılmakla tehdit edilir. Nasılsa “kapıda bekleyen binlerce işsiz var”! Hemşerilik ilişkileri, kredi borçları ve işsizlik tehdidi nedeniyle eylemler uzun sürmez. Biz ancak ölümler olursa fark ederiz bu direnişleri. Örneğin Ermenek’teki işçilerden bazısı grevdeymiş bir süredir yol parası talebiyle. Bartın’daki Çinli işçilerse, Ermenek sonrası patronlarıyla iş koşullarının iyileştirilmesi ve iş güvenliği için görüşmüşler. Baksanız her madende bir işçi mücadelesi var illa, fakat sorunlar ve talepler neredeyse aynıyken ülke genelinde örgütlü bir mücadeleye dönüşemiyor. Sendikalar geçmişteki çok ölümlü kazaları “üzüntüyle” ve büyük direnişleri “gururla” anmak için varlık gösterebiliyor ancak. Taşeron işçi sayısı arttığı için TTK içinde de etkinliği eskisi gibi değil. Zaten gerek kamu gerek özelde aynı maden içinde birden fazla taşeron firma var.
Zonguldak gibi çoğu maden bölgesinde önce tarım ve hayvancılığı öldürürler ki halk madene inmeye mecbur olsun (Soma’da tütünden sonra madene mecbur edilenler gibi, bugün Yırca’da zeytinleri sökülen köylüler belki yarın termik santralde çalışmaya mecbur kalacak). İş Mükellefiyeti döneminden insanlar toprağından jandarma zoruyla koparılıp neredeyse çalışma kampı koşullarında yeraltında çalıştırıldı. Öldüler, hastalandılar. Ne onların döneminde ne sonraki yıllarda maden “kazaları” eksik oldu. Torunları hala madenlerde çalışıyor. Bugünkü çalışma koşulları da o gün mükellef diye anılan işçilerden farklı değil. Tek geçim kaynağı olarak görüldüğünden, madenlerin kapatılması, küçültülmesi ya da özelleştirilmesi nedeniyle ve özellikle taşeronlaşmayla birlikte işsizlik ve güvencesizlik korkusu baskın. Bir yandan da TTK’nın madenleri kiraladığı özel şirketler, iktidara ve Kuruma kendi çıkarlarını kabul ettirmek için, kapanma tehdidi ve işten çıkarmalarla işçileri “ekmek kapılarına sahip çıkmaya”, yani her koşula razı olmaya zorluyor. (Kandilli’de son yaşananlar buna bir örnek)
Tabiri caiz: İşçiler köle gibi çalışıyor. Zincirin başka bir halkası da kredi borçları.
Soma’daki “kaza”dan sonra işçilerin örgütlenmesinin önünü kesmek ve biraz da onları yeraltına tekrar girmeye zorlamak için bankalar devreye girerek kredi borçlarıyla tehdit etmişti. Bir işçinin cümlesini hatırlayalım: “Burada en çok mağdur olan taraf biz madencilerdik ama görünen o ki bizden daha çok mağdur olan taraf bankalarmış”. Bunun üzerine tokat gibi bir sloganla yürüdü işçiler: “Madenciler ölüyor, bankalar gülüyor”. Sermaye-iktidar ilişkisine dair ne ararsak var yani!
Bütün bunlar ortada ve tarihimizin en büyük maden faciası henüz gerçekleşmişken; Başbakan Ermenek’te işçileri azarlamış “neden şikayet etmediniz? Bizi haberdar etmediniz?” diye. Gel de bu pişkinlik karşısında öfkeden yazma! “Affedersiniz Başbakan olarak, Enerji Bakanı olarak, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı olarak ne iş yapıyorsunuz?” diye soracak değilim, malumumuz: Özelleştirme, taşeronlaşma ve mülksüzleştirme siyasetiyle tam olarak neo-liberal ekonominin gereğini yerine getiriyorsunuz. İnsandan ve doğadan yana değil; iktidar, rant ve kar peşindesiniz. “Şikayet hattı kuracağız” diyorsunuz, ya Bakanınızın sızlandığı gibi araya 50 kişi girerse? Yine de buyurun: İşbu yazıyla ülkedeki istisnasız tüm özel ve taşeron işçi çalıştıran maden işletmelerini; “hayırlı/hayırsız” tüm patronları; ilgili tüm bakanlıkları ve kurumları şikayet ediyorum. Gereğini bilgilerinize, arz ederim. (EE/HK)
* Mükellef, Yön: Elif Ergezen, Belgesel, 2009.