Son dönemde yeni iletişim teknolojilerinin, toplumu değiştiren, dönüştüren, yeniden yapılandıran etkisi üzerinden toplumsal gerçekliği anlamak için birçok kavram öne sürüldü ve gündeme geldi. E-sağlık, e-eğitim, yeni ekonomi, dijital bölünme, e-demokrasi gibi kavramları sıklıkla duyuyoruz.
Bu kavramlar aslında birbirleri ile de ilişkiler ağı içine girerek egemen söylem haline geldiler ve gerçekliği açıkladıkları iddiasındalar. Bu egemen söylem, aynen dil gibi belirli bir gerçekliğin, paylaşılan ortak terimlerle algılanması ve anlaşılması için bir kavramsal çerçeve işlevi görmektedir.
Bu egemen söylem ile ilgili iki noktanın altını çizmek istiyorum. Birincisi, ciddi metodolojik yanlışlarla doludur; dolayısıyla toplumsal gerçekliği anlaşılmaz kılmaktadır. İkincisi ve daha önemlisi ciddi bir epistemik şiddet uygulamaktadır. Buradaki epistemik şiddet, alışılmış açıklamalar ile toplumsal gerçeklikleri anlamamızı önlemekte, bizi alışılmış düşünce kalıpları içinde tutsaklaştırmakta ve farklı yaklaşımları cezalandırma tehdidini savurmaktadır. Bu çalışma da, bu epistemik şiddete verilmesi gereken bir cevap olarak düşünülebilir.
Egemen söylem, toplumsal gerçekliğin yalnızca bir yandan bakılınca görülen yanlarını ortaya çıkartmakta ve belli gerçeklikleri göz ardı etmekte, karanlıkta bırakmakta, hatta yokmuş varsaymaktadır. Belli açılardan bakıldığında görülen şeyler analize dahil edilmekte, diğerleri ise karanlıkta bırakılmaktadır. Neler karanlıkta bırakılmaktadır? Kapitalizm, kapitalist üretim ilişkileri, kapitalizmin eşitsiz gelişme yasası, kapitalist toplumda sınıflar...
Bunlar hiç yokmuşçasına bir analiz sürdürülmektedir. Dolayısıyla, bu çalışma üç bölümden oluşmaktadır. İlk olarak, egemen söylemi kendi kavramsal dünyası içinde, yöntemi, göstergeleri ve politika önemleriyle analiz etmeyi amaçlıyorum. İkinci bölümde ise, bu yaklaşımın gözardı ettiği, karanlıkta bıraktığı ve yok saydığı kavramları analize dahil ederek toplumsal gerçekliğe eleştirel bir bakış geliştirmeyi hedefliyorum. Son bölümde ise içinden geçmekte olduğumuz süreci doğru analiz ettiğimizde nasıl bir siyaset önerisi içinde olabiliriz üzerine yüksek sesle düşünmek istiyorum.
Egemen söylem
Egemen söylem, küresel iletişim çağını, kapitalizmin içinden geçmekte olduğu süreçle ilişkilendirmektedir. Kapitalizmin içinden geçmekte olduğu süreç ise, ekonomik ve siyasal süreçler üzerinde duranlar tarafından post-fordizm, esnek kapitalizm, örgütsüz kapitalizm, kültürel değişimler üzerinde duranlar tarafından post-modernizm ve teknolojik dönüşümü, toplumsal dönüşümün temel bileşeni olarak merkeze alanlar tarafından ise ağ toplumu, küresel köy, sanayi sonrası toplum, üçüncü dalga ve bilgi toplumu ve/veya enformasyon toplumu olarak adlandırmaktadır. Tüm bu yaklaşımlarda ortak olan yanlar bulunmaktadır.
İlk olarak, bilgi bir üretim faktörü olarak tüm ekonomiyi dönüştürmüştür. Daha önceki ekonomik analizlerde üretim faktörleri denildiği zaman emek, sermaye, girişim ve toprak tanımlanırken, bu ekonomide yeni bir üretim faktörü vardır: Bilgi. Alınıp satılabilen bilgi üretime girmiştir ve emek ve sermayenin de pabucunu dama atmıştır. Tam da bu noktayla ilişkili olarak, yeni söylem, kendisini kurarken "emek-değer" kuramını, "bilgi-değer" kuramıyla ikame etmeyi tercih etmektedir
İkinci olarak, egemen yaklaşım, tarım, sanayi ve hizmet sektörlerinin milli gelire katkı paylarının toplumsal yaşamı tanımlamasından yola çıkarak, içinde bulunduğumuz toplumu, "bilgi toplumu" diye adlandırmaktadır. Bilgi sektörünün birçok gelişmiş ülkede milli gelire önemli katkısı olduğu düşünüldüğünde, artık varolan toplum, bir ekonomik sektör olarak bilgi sektörünün belirleyici olduğu "bilgi toplumu"dur.
Üçüncü olarak, egemen söylem ekonomik yaşamın her alanının dönüştüğü iddiasındadır. Piyasalar ulusal sınırlardan küresel alana çekilmektedir. Üretim organizasyonu olarak kitle üretimi değil esnek üretim yapılmaktadır. Ekonomik faaliyetler, hiyerarşik, bürokratik ve tepeden inmeci yapılar yerine, yatay, hızlı hareket edebilen, ağ tipi örgüt yapıları içinde sürmektedir. Biliyoruz ki; bu yeni iletişim teknolojilerinin üretildiği makineler, cihazlar ve bunların programları yeni bir sektör, yeni istihdam alanları yaratmaktadır. Bununla birlikte mal üretiminde eskiden üretilen mallar artık bilgisayar destekli makinelerde üretilmektedir. Ve özellikle küresel kapitalizmin can damarı finans piyasalarının işleyişi yeni iletişim teknolojileri ile birlikte, kurumsal işleyiş olsun, finansal ürünler olsun, finansal dünyaya giren şirketler olsun, tümüyle değişmiştir.
Dördüncü olarak, egemen söylem, "işçi" kavramını da baş aşağı etme iddiasındadır. Bilginin bir üretim faktörü, bilgi sektörünün bir ekonomik sektör olduğu toplumsal yapıda, "beyaz yakalı çalışanlar"dan bahsedilebilir ancak. Sosyal sermayesi yüksek ve vasıflı beyaz yakalı çalışanlar, egemen yaklaşım tarafından tanınmaktadırlar. Ağır sanayi içinde dumanı tüten büyük fabrikaların mavi yakalı işçileri yoktur artık; ama gene de işçi denilecekse, bu toplumun kurucu unsurlarına "bilgi işçisi" denilebilir ancak. Bu bilgi işçisi, yakın zamanda "altın yakalı çalışanlar" olarak da adlandırılmaya başlanmıştır. Emek için zaman ve mekan parçalanmıştır. Daha önceki dönemlerdeki gibi, emekçiler aynı zamanda ve mekanda bir kolektivitenin parçası değildirler. Dolayısıyla, "bilgi işçisi" ya da "altın yakalı", "yalnızdır", "bireydir" ve "rekabetçi"dir.
Beşinci olarak, egemen söylem, siyasi yapıdaki yeniden yapılanmayı ise, "dijital demokrasi", "katılım" ve "yönetişim" gibi kavramlarla örerken; yeni iletişim teknolojilerinin imkan verdiği "hız", "ucuzluk" ve "erişilebilirlik" ile bilginin, toplumsal yaşamın her alanına yayılacağı ve toplumun büyük bir kesimi tarafından paylaşılacağı iddiasını taşımaktadır. Dolayısıyla, ilerici ve demokratik bir iletişim ağı olan internet, bilginin her alana yayılmasına ve katılımın artmasıyla paylaşımın büyümesine vesile olacaktır.
Altıncı olarak, egemen söylem kendisini sayılarla ifade etmektedir. Sayılar nesneldir ve gerçekliği göstermektedir. Dolayısıyla, toplumların toplumsal ve ekonomik durumları göstergeler, diğer bir deyişle sayılar, üzerinden okunmaktadır: Kişi başına düşen patent sayısı, kişi başına düşen telefon sayısı, elektrik tüketimi, internet kullanımı...
Son olarak, egemen söylemin kalkınma üzerine de söyleyecek sözleri vardır. Küresel kapitalist toplumda ortaya çıkan eşitsizlikler ve adaletsizlikler üzerinden belirtilmektedir ki; artık azgelişmiş ülkeler ya da onların sevdiği tabirle "gelişmekte olan ülkeler" enformasyon trenine binerek küresel ekonominin bir parçası olabileceklerdir. Modernleşme teorisinin öncüllerinden hareketle, toplumsal ilerleme, akıl-bilgi aracılığı ile örgütlenebilir, denetlenebilir ve yönlendirilebilir. En çok vurguladıkları kavram dijital bölünmedir. Yeni teknolojileri kullanamayanlar, enformasyon trenini yakalayamayanlar dijital bölünmenin olumsuz tarafında kalacaklardır. Dolayısıyla, bir an önce tüm ülkelerin küresel iletişim toplumunun bir parçası olmaları gerekmektedir. Yoksullukla mücadele, kalkınma ekseninde tartışılan bir konudur. Egemen söylemin bununla da ilgili söyleyeceği şeyleri vardır. Yoksulların eğitim, sağlık ve her türlü kamusal hizmetlerle ilgili bilgiye hızlı ve daha az maliyetli erişimi önemlidir. Yoksulluk, maddi kaynakların yokluğu dışında "ses"in ve "güç"ün de yoksunluğudur. Dolayısıyla, iletişim teknolojileri, eğitim ve sağlık gibi alanlarda yoksulların insani sermayesini arttırabileceği ve bu alanlarda bilgiye daha hızlı ve daha az maliyetli erişim sağlayabileceği gibi yoksulluklara "ses" verebilme anlamında da oldukça önemlidir.
Eleştiriler
Görüldüğü gibi söylem kendi içinde gayet tutarlıdır. Kendi içinde bir bütün oluşturmaktadır. Dinamikler bir arada işlemektedir. Ama bu egemen söylem birçok şeyi görmezden gelmektedir. Yokmuş gibi saymaktadır. Karanlıkta bırakmaktadır. Esas yoksulluk, asıl yoksulluk, bu kavramları analize ve açıklamaya dahil etmeme halidir. Egemen söyleme yönelik ilk eleştiri, yöntemsel olarak ampirizme olan kayıtsız şartsız bağlılığıdır. Her şey görüntüdür, sayılardır ve endekslerdir. Ama yöntemsel olarak biliyoruz ki görüntü gerçeklik değildir. Gerçeklik, görüntünün ardındaki yapı ve mekanizmalardır. Marx'ın dediği gibi, "her şey göründüğü gibi olsaydı, bilime gerek kalmazdı." Dolayısıyla, asıl olan ve egemen söylemin yapmadığı ama yapılması gereken şey, bu görüntüyü hazırlayan arkadaki yapıları ve mekanizmaları çözmektir.
İkinci eleştiri, egemen söylemin teknoloji tahliline yöneliktir. Egemen söyleme göre, teknoloji tarihsizdir, apolitiktir ve toplumdan uzaktır. Topluma dışarıdan gelir, toplumu etkiler, dönüştürür ve geliştirir. Bu söylemde, bildiğimiz adıyla "teknolojik determinizm"in keskin izleri vardır. Oysaki onların yok saydığı kapitalist toplumun işleyişi içinde teknolojiyi düşündüğümüz zaman, teknoloji kapitalizmin iktisadi, siyasi, ideolojik yapısına gömülüdür. Teknolojik gelişme, sermayenin kendi ekonomik, politik ve ideolojik çıkarlarına göre yönlendirilmekte ve kapitalist teknoloji bu çıkarlara göre biçimlenmektedir. Dolayısıyla, teknoloji taraflıdır. Tüm teknolojik pratikler de taraflıdır. Tam da bu noktada, teknolojiyi bir mücadele alanı ve aracı olarak kavramsallaştırmak gerekir. Teknoloji kavramında da kapitalist toplum karanlık içinde bırakılmıştır.
Üçüncü eleştiri, egemen söylem kapitalist üretim ilişkilerini karanlıkta bırakmaktadır. Üretim noktası dediğimiz nokta, "know-how" dediğimiz bilgi üretim noktası, ciddi anlamda patentlerle ve markalarla tekelleşmektedir. Üretim noktası öyle herkesin hemen katılabileceği bir an değildir. Aynı zamanda, uluslararası alanda TRIPS dediğimiz düzenlemelerle, bu imtiyazlı alan, eşitsizlik yaratan bu imtiyazlı alan tüm uluslararası sürece yayılmaktadır.
Dördüncü eleştiri, egemen söylem kapitalizmin eşitsiz gelişme yasasını yok saymaktadır. "Kalkınma", bazı ülkelerin enformasyona ulaşmasıyla sağlanamaz. Kapitalizm, tarihi boyunca, dünya üzerinde hep eşitsizlik yaratmıştır. Kapitalizm eşitsizlik yaratır: Zenginlik bir tarafta, yoksulluk bir tarafta birikir ve gün geçtikçe zenginlik daha az ellerde ve yoksulluk daha çok ellerde toplanır. Gördüğümüz de budur. Dolayısıyla analiz şöyle tersyüz edilmektedir: Ülkeler enformasyon teknolojilerine ulaşamadıkları için geri kalmış değillerdir; ülkeler geri kaldıkları için teknolojiye ulaşamamaktadırlar.
Beşinci eleştiri, egemen söylemin yoksullukla ilgili söylediklerinde sınıf ve sosyal haklar tümüyle karanlıkta bırakılmıştır. "E-sağlık", "e-eğitim" diyerek, eğitim ve sağlığı kapitalist toplumda büyük emekçi kesimlerin ulaşamadığı sosyal haklar olarak görmek yerine, dijital demokrasiyle ulaşılabilecek "şeyler" olarak görmek çok sorunlu bir analizdir. Bir hizmetin veriliş biçiminin değişiyor olması toplumdaki eşitsizliğe dokunduğunuz anlamına gelmez.
Yönteme tekrar dönersek, görüntüyü "şık"laştırabilirsiniz ama arkadaki yapı ve mekanizmaya dokunmuyorsanız, gerçekliğe dokunmuyorsunuz demektir. Sınıfı ve sosyal hakları saklamak egemen söylemin en başarılı olmaya çalıştığı noktalardan biridir. "E" öneki sorunludur; "e" öneki kendisinden sonra gelen tüm toplumsal mücadele alanlarını, teknik bir işleyişe çevirmiştir. Dolayısıyla, yoksulluğu anlamak için yapılması gereken neo-liberal politikaların yükselişini, sosyal devletin bitmiş olmasını ve sosyal politikaların çökmüş olmasını sorgulamaktır. Emekçilerin her geçen gün zorlaşan koşullarında bu sorgulamaları yapmadan teknoloji ile yoksullukla baş edilebileceğini düşünmek gerçekten sorunludur.
Ne yapılabilir?
Sonuç olarak, yeni iletişim teknolojileri ile değişen bir toplum var kuşkusuz. Aynı zamanda, kapitalizmin tarihsel bir anının içinden geçiyoruz. 1929 Bunalımını andırır ciddi bir krizin içinden geçiyoruz. Dünya üzerinde korkunç bir eşitsizlik hem ulusal ölçekte hem küresel ölçekte büyümektedir. Bu noktada ne yapılabilir? Birincisi, etkinlik, verimlilik ve rekabet söylemini terk edip katılım ve mücadele çağrısı içinde olmak gerekmektedir. Yeni bir dil, yeni kavramlar...
İkincisi, emek değişmektedir. Yeni emek tahlillerine ihtiyaç bulunmaktadır. "Altın yakalılar"ın durumu her geçen gün kötüleşmektedir. İş güvenceleri yoktur. Yarınları güvencesizdir. Proleterleşme eğilimi şiddetlenmiştir. Emeği böyle değerlendirmek gerekmektedir. Bunun da en güzeli örneği; Silikon Vadisi'nde "Temizlikçilere Adalet" kampanyasında bir temizlikçinin sözleridir: "Biz bu vadide Windows dediğimizde sadece pencereleri temizleyen temizlikçilerden değil, ama programları yaratan yazılım mühendislerinden de söz ediyoruz."
Son ve en önemli nokta ise, yeni iletişim teknolojilerinin sağladığı imkanlarla katılım ve mücadele nasıl örülebilir ve insanlığa yaraşır bir toplum nasıl inşa edilebilir? Bu perspektiften bakan insanlar için yeni iletişim teknolojileri umut dolu şeyler söylemektedir. En çok konuşulan "ağlaşmış emek hareketi"dir.
Sanal ve ağlaşan kapitalizme karşı ağlaşan bir emek hareketi iletişim ağları üzerinden nasıl kurulabilir? Buna bağlı olarak yeni enternasyonalizm tartışmaları önemlidir. Yıllar önce gündeme gelen enternasyonalizm bugün gerçekleşebilir mi? Dünya üzerinde yayılan küresel kapitalizme karşı yeni iletişim teknolojileri kullanılarak karşı mücadele hattı kurulabilir mi? Yeni iletişim teknolojileriyle daha iyi bir dünya mücadelesinin en önemli deneyimlerinden biri Zapatista Hareketidir. Komutan yardımcısı Marcos'un, eski bir kamyonetin çakmak gözüne takılı bir dizüstü bilgisayarından bağlandığı "Ya Basta" (Yeter Artık) adlı web sitesiyle Zapatista hareketi dünya kamuoyunu etkileyecek bir güce ulaşmıştır. Son cümle olarak da içinden geçtiğimiz süreçte "Ya Basta" diyen asi bir iletişim çağını var etmek gerekmektedir.(GYÖ/EÜ)
* Gamze Yücesan Özdemir, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi