Sektörle kurulacak ilişkinin biçimi öncelikle her fakülte için bir tercih meselesidir. Mezunların iş bulamaması pek çok akademisyen için "teknisyen yetiştirmek hedeflenmediği" için öncelikli bir değerlendirme kriteri olmayabilir. Ancak "dünyaya eleştirel bir gözle bakabilen, bilimsel araştırma yapabilen, sosyal bilimlerin farklı disiplinlerine vakıf ve displinlerarası yolculuklara cesaretle çıkabilen" iletişimcileri yetiştirdiğimiz iddiasının da ne kadar "doğru" olduğunun iyi sorgulanması gerekir. Bu noktada da iletişim fakültelerinin akademik birikim anlamında da sorunlu olduğunu kabul etmek gerekir.
İletişim pratiklerindeki yetkinlik anlamında kıyasıya eleştirilen iletişim fakülteleri, kuramsal birikim açısından da çeşitli sorunlar yaşamaktadır. Bu noktada eleştirilerini genel olarak sektörün olumsuzlukları üzerine inşa eden iletişim fakültesindeki öğreticilerin performansları da mutlaka sorgulanmalıdır. İletişim fakültelerinde görev yapan öğretim kadrosunun öğrencileri sektöre yeteri kadar hazırlayamadıkları gibi, teorik düzeyde de onlarda bir "araştırma isteği" uyandırabildiklerini söylemek çok zordur.
Aynı şekilde, pek çok ders programı, hele de globalleşmenin bu kadar yoğun yaşandığı bir ortamda "günün dilini" doğru ve yetkin bir şekilde konuşma konusunda ciddi problemler içermektedir.
Yeni yönelimler, gündemdeki tartışmalar ve gündem dışına düşen eğilimlerin doğru analiz edilip, ders programlarını bu doğrultuda yenileyen fakülte sayısı oldukça azdır. Hele de art arda açılan iletişim fakültelerini göz önüne getirdiğinizde, durum daha da acı verici bir hale dönüşmekte, zaman zaman yapılan şu eleştiriler fakültelerin sıradan gerçeği haline gelmektedir:
"İletişim eğitimi veren fakültelerde çoğunlukla ders programının bölümlere göre değil de, o bölümde görev yapan öğretim üyelerinin branşlarına uygun olarak düzenlenmesi yoluna gidilmiştir. Örneklerini çoğaltabileceğimiz bu olaylar, yüksek bir puanla iletişim eğitimi almak üzere fakülteyi kazanmış öğrencilerin birçoğunda hayal kırıklığı ve küskünlük yaratmaktadır. Ancak bunu söylerken, özellikle meslek derslerinde konusuna hakim, altyapısı sağlam ve gerekli bilgilerle tam olarak donatılmış öğretim kadrosuna duyulan ihtiyaç doğusundan batısına, yeni açılanlarda daha çok olmakla birlikte, tüm iletişim fakülteleri için genel bir sorun olarak karşımızda durmaktadır (Bingöl ve Yılmazkol, 2000: 471).
Bu noktada bir başka önemli gösterge de, iletişim alanına yapılan yayınlardır. İletişim akademisyenleri tarafından oluşturulan, iletişim literatürüne alıcı bir gözle bakıldığında, yapılan yayınların pek çoğunun yeni bir şey söylemek amacı taşımadığı görülmektedir. Bu kitaplar daha çok pragmatist faydaları için yayınlanmış doktora ya da doçentlik tezlerinin basılmış hallerinden fazlası değildir. Bu "akademik" kitaplar genelde, özel bir okur kitlesini, özellikle de jüriyi hedeflemiş, yazarın öznelliğinin geride kaldığı, "ben" diyemeyen, akademik standartlar açısından uygun ama hayata dair yeni bir şey söyleme kaygısı duymayan metinlerden oluşmaktadır. Ya da ders kitabı olarak tasarlanmış bu metinler, iletişim alanında yaşanan güncel sorunlara yanıt bulma konusunda pek doyurucu değildir. Yazılan metinlerde pragmatist kaygıların baskın olduğu, hissediş, duyuş, merak, öfke, tavır ve duyarlılık gibi duyguların ilgili metinler bağlamında bir "değer" ifade etmediği görülmektedir. Bu konuda ciddi bir kalitesizlik ve ciddiyetsizliğin hüküm sürdüğünü iddia etmek, yanlış olmayacaktır.
Ayrıca akademik dergilerin, ulusal-uluslararası iletişim sempozyumlarının ya da yapılan diğer akademik faaliyetlerin niteliğinde de, sık sık gündeme geldiği üzere ciddi sorunlar vardır.
Yükseltilme kriterlerinin "olabildiğince" sübjektif yapılandırıldığı, bilimsel ölçütün "yayın yapmak", "kongrelere gitmek"le tanımlandığı bir ortamda bu dilin hakkını veren pek çok iletişim akademisyeni olduğunu görmek sürpriz değildir. İletişimin "pazarının" genişliğinin, "gözükmeyi", "pazarlamayı" ve "iş kapmayı" önceleyen, oldukça pragmatist bir akademisyen kuşağına cesaret verdiği kesindir.
Geçmişin toplumcu ya da kendi halindeki hocalarının -"flaneur" edasında tek tük fakülte koridorlarında görünen- yerini prezentabl ve çok şeye muktedir, cesur ama "üretim kabızı" bir kuşağın almakta olduğunu görmek de hüzün vericidir. İlgili kuşağın üretimlerine baktığımızda da, "gürültü"nün yoğun ama "ses"in oldukça kısık olduğu görülmektedir.
İrfan Erdoğan'a hak vermemek elde değildir: "Biz de çalışmamaya yönelik o kadar çok neden var ki, aynı zamanda bilgiçlik sağlamaya yönelik nedenler bunlar. Çünkü sen profesörsün ve bilgiçlik taslaman lazım. Bilgi üretilmiyor. Bunun en önemli nedeni, akademide öyle bir gelenek kurulmuş ki, bu gelenek üretmemenin teşviki üzerine temellenmiş. Üretim ilişkileri de öyle bir temellenmiş ki, aslında üretim var ama bunun bilimle alakası yok. İletişim alanında gelişmemizi sağlayacak bir üretim yok. Aynı zamanda akademinin topluma faydası bağlamında da bir gelişim yok. Olmaz zaten. Üretim tarzı böyle bir ilişkiyi üretemez çünkü. Sözgelimi çoğu araştırmada, araştırmacının kaygısı doğruyu bulmak değil, "akıllıca" eline geçirdiği bu gücü akıllıca kullanıp kendi çıkarına bir şeyler sağlamak ve kendini ilerletmek. Öyle adamlar var ki, yaptığının birilerinin çıkarına uygun olsun diye iş yapıyor ve birileri kendi çıkarına uygun iş yapan bu adamı bir yere getiriyor. Dikkat edersen ilişkinin tarzı bu şekilde (Erdoğan, 2006: 22).
Böyle bir atmosferde Tosun Terzioğlu'nun yol haritası, belki bazı akademisyenlerin mesleki sorumluluklarını yeniden gözden geçirmeleri noktasında uyarıcı vazifesi görebilir: "Akademisyenler olarak akademik başarı kavramını belki yeniden tanımlamalıyız.
Makale yazmak, makale bastırmak veya sadece statümüzü onaylatmak amacıyla bilimsel toplantılara katılmaktan ibaret, dar anlamlı başarıların ötesinde bir şeyler aramalıyız. Başarıyı tanımlayacak ölçütlerimize yeni boyutlar katmalıyız. Araştırmanın amacı bir olguyu veya olayı daha iyi anlamak, bilinenden farklı ve özgün bilgi üretmek olmalı. Biz kendimiz bir şeyi daha iyi anlarsak daha da iyi anlatırız. Ders vermeyi araştırmayla, farklı ve yeniyi aramakla iç içe olan bir iş olarak görebilmeliyiz. Bölümümüz dışında başka bölümler, üniversitemiz dışında başka üniversiteler olduğunu hatırdan uzak tutmamalı ve elimize fırsat geçtiğinde disiplinler arası maceralara girmekten çekinmemeliyiz. (Terzioğlu, 2003: 7) (MBA-FB/HK)
* Bu yazı Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi "Akdeniz İletişim'in İletişim Eğitimi Özel Sayısı'nda (Haz. 2011) Prof. Dr. M.Bilal ARIK ve Yrd. Doç. Dr. Fatih Bayram'ın imzasıyla yayımlanan "İletişim Eğitimi ve İletişim Akademisyenleri: Verilerin Işığında Genel Bir Değerlendirme" adlı makalenin beşinci bölümüdür.
** Bu makalenin önceki bölümlerini okumak için tıklayın:
- İletişim Eğitiminin Hali
- İletişim Eğitiminde İki Farklı Model
- İletişim Eğitiminde Eğitimci Sorunu
- İletişim Eğitiminin Sektörel Karşılığı
Kaynaklar:
* Bingöl, Abdülkuddüs ve Özgür Yılmazkol (2000). "İletişim Eğitimi Üzerine Düşünceler". 1. İletişim Kongresi, 1-3 Mart 2000, İstanbul.
* Terzioğlu, Tosun (2003). "Sunuş" Eğitimin Geleceği, Üniversitelerin Ve Eğitimin Değişen Paradigması. İstanbul: Sabancı Üniversitesi Yayınları.