İletişim eğitiminde tartışma noktalarından biri de sektör ile akademinin eşgüdümünde yaşanan sorunlardır.
Görece öğretim elemanı problemini aşmış iletişim fakültelerinde bile karşımıza sıklıkla çıkan sorunlardan biri, iletişim eğitimi almış öğrencilerin sektördeki iletişim pratiklerinden uzak oluşudur.
İletişim fakülteleri kendilerini nasıl tanımlarlarsa tanımlasınlar, sektörün iletişim fakültelerinde verilen eğitimi sıklıkla eleştirdiği bilinmektedir.
Sektör sadece verilen pratik eğitimi değil, kuramsal eğitimi de yetersiz bulmakta, bu noktada iletişim eğitiminin doğasının sorgulanması kaçınılmaz hale gelmektedir. Öğrencilerin iletişim fakültelerine çok hazır gelmediklerini ve bir noktaya kadar yetişebileceklerini kabul etmekle beraber, "iletişim sektöründe iletişim fakültesi mezunları, neden uluslararası ilişkiler, işletme, iktisat, filoloji, sosyoloji, vb. gibi fakültelerin mezunları kadar değer bulmuyor?" sorusunun yanıtı bu alandaki pek çok problemi ortaya sermektedir. Şüphesiz ki, pek çok sektör, o konuya yönelik profesyonel donanımları olmayan kişiler tarafından tercih edilebilir. Sözgelimi, bir sosyolog çok başarılı bir tarihçi, veteriner işletmeci ya da iletişimci de ekonomist olabilir. Ama çok az sektör, belki de hiçbir sektör iletişimciler kadar kendi profesyonelleri yerine başka disiplinlerin profesyonelleriyle çalışmaya daha sıcak bakmaktadır.
Sektördeki pek çok gazeteci, iletişim fakültelerinde verilen eğitimi, gazetecilik uygulamaları adına yetersiz bulmaktadır. Sözgelimi gazeteci Rıdvan Akar, konuyla ilgili şunları söylemektedir: "Benim iletişim fakültesi öğrencilerinde gördüğüm temel noksanlık, hemen hemen hiçbir pratik tecrübeye sahip olmadan üniversiteden mezun oluyor olmaları. Her şeyi teorik olarak biliyorlar ancak pratikte noksanlıkları olduğu için, öğrenciler bir üniversite mezunu gibi değil de, bir çırak gibi medya kuruluşlarında işe başlamak durumunda kalıyor. Ben şaşırarak dördüncü sınıf öğrencilerinin pek çoğunun haber yazamadıklarını görüyorum. Arkadaşlarımızın gazete ve televizyona göre haber nasıl yazılır, hangi noktalara dikkat etmeleri gerekir, bu konularda çok eksik olduklarını görüyorum. Bırakın bu ayrımı, imla kurallarını dahi yeterince bilmiyorlar. Bu şartlarda açıkçası ben tercih yapan öğrencilere, iyi gazeteci olmak istiyorsanız iletişim fakültesinde okumayın derim. Başka bir fakültede okursanız bir formasyon elde edebilirsiniz ve bu formasyonun gazetecilik mesleğinde çok faydasını görürsünüz (Akar, 2005)*."
Daha da ileri gitmek gerekirse, değil ulusal yayıncılık yapan kuruluşlar, yerel basın işletmeleri dahi iletişim fakültesi mezunlarına tereddütle yaklaştığı bilinmektedir. Şüphesiz ki bu kan uyuşmazlığının tek sorumlusu iletişim fakülteleri değildir. Sektördeki çalışma koşulları, ne tip haberlere değer verildiği, sahiplik yapısından kaynaklanan sorunlar ve yeni mezunların bu duruma adapte olmakta zorlanmaları gibi pek çok faktör yaşanan bu uyumsuzluğun derinleşmesine etki eden nedenler olarak görülebilir. Ama temel neden, "mezunlarımız basın kuruluşları için profesyonel bir değer taşımamalarıdır."
Profesyonel değer, sektör akademi uyuşmazlığı tartışmalarında akademisyenlerin sözü sıklıkla iletişim etiğine getirmeleri bir anlamda çok haksız bir girişim değildir, ancak iletişim fakültesi mezunlarının "çok ahlaklı" olduklarını iddia etmek problemi çözmek için yeterli değildir. İletişim fakültelerinde öğretilen etik ilkelerin çoğu zaman piyasada karşılığının olmaması bir etkendir, ama esas yoğunlaşmamız gereken nokta, piyasada hangi anlayışla karşılaşırsa karşılaşsınlar, çok çizgisel bir biçimde mezunlarımızın yaptıkları "iş"teki yetkinlikleridir. Bu noktada iletişim fakültelerinin de, bu hedefi önemsemedikleri söylenemez.
Aksine önemsenmekte, buna dönük olarak iyileştirme çabaları gündeme alınmakta ama sektör profesyonelleri tarafından ürünlerimiz olan öğrencilerimiz bir türlü "yeterli" bulunmamaktadır. Şüphesiz ki, iletişim adı altında da olsa bir fakültenin görevini sadece mesleki becerilerle sınırlandırmak kısır bir hedef tespiti olur. Ama hedeflerden biri de olsa, mesleki beceri kazandırmada iletişim fakültelerinin yeteri kadar başarılı olamadığı açıktır.
İletişim fakültelerinde mesleki beceri kazandırmayı hedefleyen derslerin pek çoğunun, öğrencilere gerekli donanımı sağlayamadığı görülmektedir. Haber yazma teknikleri, kısa film, belgesel, halkla ilişkiler kampanyaları, reklamda yaratıcılık uygulamaları, web tasarım, foto muhabirlik, fotoğrafçılık uygulamaları, masa üstü yayıncılık gibi pek çok mesleki dersin, öğrencileri ilgili konularda yetkinleştirdiğini söyleyebilmek kolay değildir. Bunda da en önemli faktör olarak uygulama araçlarının yetersizliği, özel uygulama gerektiren bu tip derslerde öğrenci sayısının fazla olması ve öğretim üyelerinin ilgili pratik derslere yatkın olmamaları gösterilebilir.
Fotoğraf makinesiz fotoğrafçılık, kamerasız kamera dersleri şaka değil sıklıkla karşılaşılan bir eğitim gerçekliğidir. Stüdyosu olan iletişim fakültesi sayısı parmakla sayılıdır. Aynı şekilde pek çok derste de, öğrencilere pratik yapma olanağı sağlanmamaktadır. Özellikle mesleki beceri kazandırmaya dönük bu derslerde, öğrenciler ne kadar çok pratik yaparlarsa o kadar yetkinleşebilirler. Bazı üniversitelerde hiç röportaj yapmadan mezun olan gazetecilik bölümü öğrencilerine dahi rastlanmaktadır. Ayrıca bu tip derslere giren öğretim görevlilerinin de ne kadar yetkin olduğu ayrı bir tartışma konusudur.
Gazetelerin kapılarından dahi içeri girmemiş, kampanya planlamamış, bir sette bulunmamış, mesleki iletişim dersleri evreniyle ilgili olarak sadece kitabi ya da klişeleşmiş bilgilere sahip olan öğreticiler doğal olarak öğrencilerine iletişim ile ilgili bir enerji aktarımı sağlayamamaktadır. Bu durumda bu tip dersler için dışarıdan profesyonel öğretim elemanı getirmenin de, ilgili problemlerin çözümü adına her zaman işlevsel bir katkı sağladığı söylenemez. Çünkü bilinen ifadesiyle, genelde "anılarını anlatan" bu profesyoneller kendi işlerindeki başarılarını, bir ders bağlamında aynı düzeyde öğrencilerine aktaramayabilmektedirler. Zaman zaman pek çok profesörden daha fazla derslerini sahiplenen bu öğretim üyeleri, çoğu zaman dersi işleme ve bir sistem dahilinde öğrenciyi yetiştirme konusunda başarılı olamamaktadır.
İyi profesyonel olmakla, iyi bir öğretim üyesi olmak her zaman denk gelmemekte, bu durumda ilgili dersin meslek profesyoneli tarafından verilmesinden öğrenci çok somut düzeyde fayda sağlayamamaktadır.
Bu noktada sözü iletişim fakültelerinin pratik yapmalarına en çok olanak sağlayan uygulama birimlerine getirmek gerekir. Pek çok üniversitede çeşitli uygulama birimleri olmakla birlikte, buralarda sektöre rahatlıkla adapte edilebilecek, yetkin uygulamaların hayata geçemediği görülmektedir. Sözgelimi, hemen her iletişim fakültesinin bir uygulama yayını bulunmaktadır. Belki çok daha ciddi bir çalışmanın araştırma nesnesi olabilir ama bu yayın organlarının, bazılarının piyasayı küçümseyen, eleştiren ama iş "üretmeye" geldiği zaman piyasada asla tutunamayacak öğretim üyeleri tarafından kelimenin tam anlamıyla "beceriksizce" koordine edildiği görülmektedir. Bu yayın organları, genç iletişimcilerin kendilerini yetiştirdikleri yayın organları olmak yerine, dekanlık ve rektörlüğün ne kadar başarılı işlere imza attığını eşe-dosta duyuran propaganda bültenlerine dönüşmüş durumdadır.
Dolayısıyla kendi medyalarında "iyi habercilik" yapma şansı bulmayan öğrenciler, piyasaya girdiklerinde haber takip etmeyi, sosyal çevre edinmeyi ve haber metinlerini yetkin bir şekilde kurgulamayı -doğal olarak- başaramamaktadırlar. Esasta uygulama birimlerinin mezun olacak gençler için, son derece işlevsel antrenman sahaları olmaları beklenir; çünkü adı üstünde temel işlevleri öğrencileri uygulamaya yönlendirmektir; fakat ortaya çıkan ürünlere bakıldığında bu birimlerin "verim" anlamında ciddi açıdan sorgulanmaları gerekmektedir.
Bu noktada bazı fakültelerin hala daha eski alışkanlıklarını devam ettirdiklerini görmekle birlikte, Marmara, Galatasaray, Selçuk, Erciyes, Bahçeşehir, Yeditepe, İstanbul Ticaret ve Akdeniz Üniversitelerinde sivil bir anlayışla uygulama birimlerinin yapılandırıldıklarını görmek mesleki gelişim adına oldukça sevindiricidir.
* Bu yazı Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi "Akdeniz İletişim'in İletişim Eğitimi Özel Sayısı'nda (Haz. 2011) Prof. Dr. M.Bilal ARIK ve Yrd. Doç. Dr. Fatih Bayram'ın imzasıyla yayımlanan "İletişim Eğitimi ve İletişim Akademisyenleri: Verilerin Işığında Genel Bir Değerlendirme" adlı makalenin dördüncü bölümüdür.
** Bu makalenin önceki bölümlerini okumak için tıklayın:
Kaynak:
* Akar, Rıdvan (2005). "Halk kötü habere alıştırıldı". (M.Bilal Arık). Selçuk İletişim Gazetesi. Eylül 2005.