Amerikan Ekonomi Birliği (AEA/American Economic Association) Genel Kurulu geçtiğimiz ay iktisatçıların uyması gereken bir dizi ahlaki ilkeyi (code of ethics) kabul ederek, üyelerine duyurdu.
Birlik, bu ilkelerin getireceği saydamlığın hem kamuoyuna hem de politika geliştirenlere güven vereceğini, iktisatçıların önerilerinin değerlendirilmesine yardımcı olacağını savunuyor.
Bu ilkelerin başında, iktisatçıların yaptıkları araştırmalarda kullanılan mali desteklerin, o araştırma ile ilgili her türlü yayında belirtilmesi geliyor. Eğer araştırma herhangi bir yerden mali destek almadan yapıldıysa, bunun da belirtilmesi gerekiyor.
Bu kadar değil; iktisatçılar, yazdıkları makalelerde, son üç yıl boyunca danışmanlık ücreti, vekalet, ödül gibi adlar altında aldıkları ve toplamı en az 10 bin dolar tutarında olan tüm mali destekleri açıklamalıdır.
Ayrıca, her yazar kar amaçlı şirketlerde veya kar amaçlı olmayan örgütlerde, bedelli veya bedelsiz olarak, çalışan, yönetici, kurul üyesi gibi pozisyonları varsa, açıklamalıdır. Bu açıklamalar yayının yazarının yakınları ve ortakları için de geçerli olmalıdır.
Söz konusu açıklamalar okul gazetelerindeki yazılarda, gazete ve dergi sütunlarında, radyo ve televizyon konuşmalarında, merkezi ve yerel yasama organlarına sunulan raporlarda da yer almalıdır.
Amerika Birleşik Devletleri'ndeki (ABD) yayın organlarının bu ilkeleri çok sıkı bulduğu ve şaşkınlıkla karşıladığı anlaşılıyor.
Kimisi bunu bir devrim olarak tanımlıyor, kimisi de uygulanacağına pek ihtimal vermiyor. Ancak AEA büyük ve etkili bir örgüt. 1885 yılında kurulmuş ve yaklaşık yarısı akademisyenlerden oluşan 18 bin üyesi var.
Böyle büyük ve yerleşik örgütlerin radikal kararlar alması için çok önemli gelişmelerin olması gerekir.
Bu kararın arkasındaki çok önemli gelişmenin ne olduğu da çok açık. 2008'den beri süregelen kriz, henüz çoğu tam olarak netleşmemiş olan bir dizi değişimi gündeme getiriyor ve getirmeye de devam edecek.
Kriz, birçok şeyin yanı sıra çok sayıda yolsuzluğun da açığa çıkmasına yol açtı. Bunların arasında, Merkez Bankası yöneticilerinden birinin, İzlanda Ticaret Odası'ndan İzlanda'daki bankacılık sisteminin ne kadar iyi olduğunu anlatan bir makale karşılığında 124 bin dolar alması var.
İzlanda iflas ettikten sonra bu ilişkinin açığa çıkması ABD'de ciddi bir güven sorunu yarattı. Bunun gibi, Beyaz Saray iktisatçılarından bazılarının "hedge fon"lardan 1 milyon dolar kadar aldıklarının ortaya çıkması da önemliydi.
Bu tür olaylar 2010 yılında en iyi belgesel Oscar'ını kazanan "Inside Job" filmine konu oldu.
Kriz ile birlikte bir sürü kirli ilişkinin ortalığa saçılmasına karşın, iktisatçıların ahlakını kurtaracak ilkeler belirleme fikri yine düzenin içinden değil, muhalif bir hareketten çıktı.
2011 yılının Ocak ayında 300 iktisatçı AEA yönetimine bir mektup yazarak, iktisatçıların ekonomi uzmanlığı görevleri ile özel şirketlerdeki profesyonel görevleri arasında çıkar çatışması potansiyeli olduğunu vurguladılar.
Meslekte dürüstlüğün sağlanması için ahlaki ilkelerin belirlenmesinin zorunlu olduğunu savundular. İktisatçıların çalışmalarının ülkenin ekonomi politikalarının belirlenmesinde önem taşıması nedeniyle, bu konunun bütün kamuoyunu ilgilendirdiğini belirttiler. Ahlaki ilkelerin saptanmasında ısrarlı olacaklarını duyurdular.
Söz konusu 300 iktisatçının çoğu Post-Otistik İktisat Hareketinin yayınlarının yazarlarındandı. Post-Otistik İktisat Hareketi 2000'de Fransa'da ekonomi öğrencileri tarafından başlatılmış ve kısa sürede çeşitli ülkelerden iktisatçıların ve akademisyenlerin katılımıyla yayılmış bir protesto hareketi.
Adından da anlaşılacağı gibi, iktisadın otistik bir bilime dönüştüğünü düşünüyorlar. Otistik bireyin ötekilerle ve gerçeklikle ilişki kurmayı reddederek kendi içine kapanması gibi, iktisatçılar da gerçek dünyayla ilişkisi olmayan hayali modeller kuruyorlar.
İktisadi yaşamın deneysel yanlarıyla ilgilenmiyorlar. Zaten o hiç sorgulanmayan "homo economicus" modeli de her şeyin en çoğunu talep eden ve kendi dışındakilerle ilgilenmeyen bir tip. Bu durumda ekonomi disiplini yalnızca neoklasik teorinin mutlak doğru olarak sunumuna indirgeniyor.
Oysa ekonomi, siyasi boyutları olan, ideolojilerle yakından ilgili bir disiplindir. Buna karşın neoklasik teoriye hapsedilmesi demokratik olmayan, sermaye kesiminin tercihlerini yansıtan bir tavırdır. Bu eğilim, ekonomi ile uğraşanları insanlığın yüz yüze olduğu gerçek sorunlara çözüm aramaktan uzaklaştırmaktadır.
Görüldüğü gibi, konuyu ortaya atanların ahlak anlayışı yolsuzlukla mücadele ile sınırlı değil. Ekonominin bir çalışma alanı olarak toplumsal boyutlarından koparılmasına, teknik bir sorundan ibaretmiş gibi gösterilmesine tepki veriyorlar. En çok da apolitik bir ekonomik analizden söz eden -işin daha da vahimi, buna gerçekten de inanan- iktisatçıların tavırlarından rahatsızlar.
İktisatçılar için ahlaki ilkeler getirilmesini zorlayarak iyi bir başlangıç yaptılar. Bunun uygulanmasının çok zor olacağını sanıyorum.
Ekonomide ahlaktan bağımsız bir alan bulunması kolay değildir. Ahlak gündemde oldukça, egemen, steril ekonomi anlayışını sürdürmek güçleşebilir, hatta yer yer komik düşebilir. Bu nedenle bir direniş beklemek lazım. Muhtemelen her şey krizin seyrine bağlı olacak.
Türkiye'de ne olur? Türkiye'de galiba ilk kez kolestrol tartışmalarıyla, bilim insanlarının şirketlerle ilişkisi sert bir şekilde gündeme geldi.
Tıp gibi bir alanda yazılıp çizilenlere, çıkar ilişkisi kurarak güvenmeyen insanların, ekonomi gibi çıkarlarla doğrudan ilişkili bir alanda bu bağlantıları kuramaması tuhaf olur.
Belki kolestrol tartışmalarından böyle bir yan ürün de elde ederiz. (BD/BA)