Bu tartışma iktidarın “yeri” sorunu etrafında döner. Lacan, “gerçek dönüp dolaşıp aynı ‘yere’ gelir” sözüyle kastettiği, gerçeklik iktidarın döngüsel biçimde yer değiştirdiğidir. Karşıtların mücadelesinde bir denge durumunun yakalanamadığı betimlenmekte olup iktidarın yer değiştirip kendisini onayladığı görülmüştür. Adeta devrim mücadeleleri iktidarı yerinden etmemiş, onun koltuğuna oturmuştur. Burada devrim olgusu iktidarın yer değiştirme araçsalı halini almışsa eğer, isyan olgusu iktidara karşı kullanılabilecek doğruya yakın bir kavram olabilir.
Marksizm; burjuva sınıfının ekonomiyi ve ona dayalı olarak geliştirdiği tahakküm durumunu elinde tuttuğunu tespit eder. Buna karşı proletarya sınıfını destekleyip, proletarya diktatörlüğü esaslı devlet sosyalizmini savlar. İktidar nosyonu anlaşılacağı üzere Marksizm’in dilinde iktisadi bir sorundan ibaret. Bu sorun bir devlet sosyalizmi olan proletarya diktatörlüğünün yönetimde esas olduğu sistem içinde sönümleneceği kurgulanır. I. Enternasyonalde Anarşist önder Bakunin, devlet sosyalizminin bir aldatmaca olduğunu, hiyerarşi, bürokrasi ve sınıf çelişkilerini yaratan devlet olgusunun kabul edilmezliğini, iktidarın devlet odaklı olduğunu savunarak Marx ile hararetle tartışmıştır.
Anarşizme göre Marksist teori iktidarın yerini yeniden onaylar. İktidarın, salt iktisadi bir sorun değil aynı zamanda siyasal bir sorun olduğu gerçekliği de göz ardı edilir.
Anarşist teoriye göre doğa yasaları siyasal otoritenin yerini, insan ve toplum da devletin yerini alır. Doğal yaşamın yasaları ve dengesi devlet yasalarına, ahlaki toplum ve hümanist insan ise siyasal devlet iktidarına karşı alternatif olarak görülür.
Feuerbach’a göre, “insan dinde kendi aklını, bilgisini, kendisine ait düşünceleri reddeder ki onları Tanrıya yerleştirebilsin. İnsan kendi şahsiyetinden vazgeçer… İnsan kıymetini ve benliğini reddeder.” Anarşistler, Feuerbach’ın bu yaklaşımını devlet ve siyasal iktidar durumuyla özdeşleştirir. Anarşizmde ahlak insanın özüdür ve insan doğasına içkindir. İnsan öznelliğinin özsel bir parçasıdır. İnsan bu nedenle ahlakın ve aklın temeli, yeri olarak yeniden kurmalıdır. Birey ve toplumun devletsizleşmiş kolektivizmini savunur. İktidar denen olgu anarşistlerce devlet olarak yorumlanıp ona karşı mücadelenin çıkış noktası ise aydınlanmış insanın hümanist özü olarak tarif edilir.
Stirner, iktidarın insanı bastırarak değil, onu siyasal bir özne olarak kurup böylelikle yöneterek işlediği bir özneleştirme sürecini tarif eder. Anarşizmin saf kalkış noktası olan aydınlanış hümanist insan ve onun biricik özü kirletilmiş durumdadır ve iktidara karşı mücadelede tehlike arz eder. Stirner’in özü reddetmesi klasik anarşizme sert bir eleştiri our. Stirner, kendi ezilişimize ne şekilde katıldığımızı incelemek ve iktidarın yalnızca ekonomik veya siyasal sorunlarla ilgili olmayıp aynı zamanda psikolojik ihtiyaçlardan da kaynaklandığını göstermek ister.
Foucault’ya göre iktidar, birey-toplum ve kamusal tüm alanlara yatay bir düzlemde işlemiş durumdadır. Aydınlanmış insanın özüne falan da hiç inanmadı ve iktidarı varedenin insanın özü olduğunu savundu. İktidar, özgür özneler üzerine tahakküm kurup, onu köleleşmiş birey-toplum formuna getirince misyonunu tamamlamış olacaktır. Bu anlamda Foucault, iktidarı yaratan insan ve toplumun ondan kaçacağı ya da ona karşı mücadele edebileceği hiçbir yer gösteremez. Foucault’a göre iktidar içi boş bir alandır. Hapishanelerde suçluyu izleyen gardiyanlar grubunun yarattığı psikolojik durumla beraber kişinin hapishane dışında da takip ediliyor hissi yaşayabilir. Toplum içindeki iktidarın kişi üzerindeki içsel korku öze işlemiş ve ona tahakküm etmiştir. Yine hapishane kulübesinden izlendiğini düşünen bir kişi, kulübede kimse olmasa dahi kendini izleniyor gibi hisseder. İktidar denen aygıt içi boş bir aygıttır. İktidarı ve ona dayalı tüm sistemleri yaratan insan ve onun kirlenmiş özüdür.
Deleuze ve Guattari, iktidar ve onun vücut bulmuş hali olan devletin birey ve toplum “arzu”suyla gerçekleştiğini idea eder. İktidarı yaratan bu “arzu”, ona karşı mücadelenin esas çıkış noktası olabilir. Aksi durumda kendini köleleştirmiş birey ve toplum gerçekliği yaşanacaktır. Bir tür “arzu politikası” ile yaratılmış tüm sınırlar anti-arzularla bir ihlali gerçekleştirir. İnsan eliyle yaratılmış iktidar tarafından inşa edilmiş yasalar her an insanlar tarafından ihlal edilir. Bu açıdan Deleuze ve Guattari’ın “arzu politikası” iktidara karşı mücadelenin düaliktik formülasyonu olarak teorize edilir.
Bir yapısökümün iktidar sorunsalı ile ilgili yaklaşımını irdelemek sarsıcı olabilir. Derrida’ya göre; iktidar eliyle oluşturulmuş ya da koşullanmış bir direniş kimliği sorunludur. İktidara karşı muhalefeti savunmanın birinin ötekiyle yer değiştirmesi ve iktidarın el değişimiyle yeniden onaylanması tehlikesine dikkat çekerek, ikisinin de altını oyar. Bu açıdan da Marksizm ve Anarşizmin iktidarın tuzağına düştüğü konusundaki eleştirileri paylaşır.
Nietzsche’ye göre, otoriteye sırf onun karşıtını olumlayarak karşı koyulamaz; bu yalnızca bir tepki göstermektir. Böylelikle kişi direndiğini sandığı tahakkümü onaylamış olacaktır. Nietzsche, karşıtlığa dayalı düşünüşü tümüyle aşmak -hakikatin ve yanlışlığın, varlığın ve oluşun, iyinin ve kötünün ötesine gitmek- gerektiğine inanır. Örneğin hakikatin yanlışlığın üzerinde ayrıcalıklı kılınmasının yalnızca ahlaksal bir önyargı olduğunu savunur. Nietzsche, bu karşıtlığa dayalı ve otoriter düşünce yapılarının yerine başka bir şey koymaktan çok onları yerinden eder. Yeri yerinden eder. Der ki; “Gerçekten bizleri doğru ile yanlış arasında herhangi bir antitez olduğunu varsaymak zorunda bırakan nedir?”
Burada yapısöküm metafiziğin sınırlarını ihlal ederken kendisini de ihlal etmektedir. Hiçbir şeyi onaylamaz. Karşıtlığa dayalı durumlarda dışarıdan gelmez ve bu sınırları geçerken dağılıp gider. Metin içindeki bastırılmış yolculukları ve süreksizlikleri –metin içine almakla başarısız olduğu aşırılıkları- izleyerek metnin sınırlarını açığa çıkarır. Bu anlamda ihlalcidir. Postyapılsalcılık ve felsefenin antagonizmalarını tespit eder ve tüm bunların içinden toplanıp inşa olurken bir dışarısı nosyonu yaratır. Dışarıda içeriden çıkmış, parçalanarak yok olan sınırların da sınırını ihlal eden başka bir sınır ve yerdir. Derrida, iktidara karşı bir dışarısı, dışarıda bir yer kavramı üzerine kafa yormuştur. İktidarın, içten dışa doğru sınırlarını aşarak ikilikleri yerinden ederek parçalanan, dışarısında bir “yer” olgusu yaratır.
Lacan’a göre, postyapısalcılar özneyi ifade ederken onu eksiklikle ya da fazlalıkla ifade biçimleri yaratabilirler. Kavramların anlam eksikliği yada anlam sapmaları özneyi gösterene göre izafleştirilebilir. Postyapısalcılar iktidar ile ilgili böylesi bir tuzağa düşmüş olabilirler. Lacan’a göre; Stirner’ın öz kavramı, Derrida’nın dışarısı nosyonu ve Foucault’un iktidar çözümlemeleri eksiklik ya da fazlalıklarla doludur. Eksiklik mantığı, iktidar sorununun kendisine de uygulanabilir. Eğer Foucault’un savunduğu gibi iktidar heryerde ise o zaman tanımlanamaz ve soyut hale gelir. İktidar deliksiz bir sac gibi düşünülmektense, fazlasıyla geçirgen bir elek misali açıkları da mevcut olabilir ideasındadır Lacan. İktidar olgusundaki bu eksiklik aynı zamanda ona karşı direnişin örüldüğü “yer” de olabilir.
Foucault’a göre iktidar; çok biçimlidir ve her yerden gelebilir. Deleuze&Guattari ve Derrida’ya göre iktidar; bir dizi dağılmış dilbilimsel ve söylemsel yapıyı işin içine sokar. Postyapısalcılara göre iktidarın muhtemelen bir kavram olarak kendi başına çok az anlamı vardır; tümüyle çoğul, yayılmış bir nosyondur. Lacan’cı bir iktidar nosyonu ise bundan şu şekilde ayrılabilir; hiçbir tekil kimliği olmayan bir iktidardan çok iktidarın bir kimliği ve yapısı olur, ama temelden kusurlu bir kimliktir. İktidar kavramındaki bu eksiklik, ona karşı direnmenin yeri ve onun dışarısı olabilir.
İktidara karşı mücadelenin etik bir durum olduğunu postyapısalcıların ve diğer farklı kesimlerin önüne koyması açısından anarşizm iyi bir çıkış noktasıdır aslında. Bu mücadele biçimi ve etik kuralların nasıl olacağı sorunsalı önümüzde durur. Sosyalist ve feministlerin de iktidar karşısında diğer tüm farklı kesimler gibi direniş göstermesi için buradan beslenmesi gerekebilir. Ataerkil-anaerkil, beyaz-siyahi, yanlış-doğru, kötü-iyi ve ezen-ezilen ikililik esaslı tüm mücadelelerde birinden diğerini haklı görmek ya da tercih etmek iktidarın el değiştirmesi, yer değiştirmesi ve yeniden onanması olarak yorumlanabilir. Her iki durumu da yerinden edecek hakikatin nesnel ve öznel argümanlarını gözeterek, mevcut sorunsalı yerinden edip bir dışarısını işaret etmek gerekir. Paulo Freire, ezilenlerin mevcut ezilmişlik durumlarından kurtulmanın tek yolunun ona tahakküm eden sınıf olan ezenle rol değiştirmek olduğunu tarif eder. Bir özgürleşme pratiği olarak ezen-ezilen çelişkisel zeminini yerinden edecek anarşist, eleştirel pedagojiyi alternatif gösterir.
Bookchin, farklılıkların aynı potada iktidara karşı tek vücut mücadele gerçeğini farklılıkların asimilasyonu ve tekleştirilmesi tehlikesi sebebiyle yadsır. Tüm bunlar bir anarşist etiği zorunlu kılar. Anarşizm, iktidar ve tahakküme karşı etik bir mücadeledir. Postyapısalcılara göre etik mutlak değildir. Kendini eksikliklere karşı dogmatik kalkanla kapatmamalı, sürekli bir sorgulama alanı olabilmelidir. Aksi halde iktidarın bir yasası biçiminde ontolojik bir sorun olarak durur. Toplumda kadınların ezilmişliği durumunu siyaseten yorumlamak ona erkeğe karşı destek vermek ya da ezilmiş durumdaki sınıfın durumunu iyileştirmek yerine daha da kötüye götürür. Ezen arzu daha da kışkırtılmış bir biçimde ezmeye dönük işlevini keskinleştirecektir. Böylece baskı yapıları yeniden ve yeniden üremeye devam edecektir. Ayrıca sınıfsal cinsiyetin kimlikleştirilmesi bu durumu çözümü zor sorular yaratır. Kendi sömürü sistemini yarattığımız iktidarı yerinden etmek ve eksik, zayıf yanlarından onu darbeleyip devirmek için; özle, eleştirel akılla, özgür bilinçle bir anarşist sentez gücü olup isyanla, insanlık için bu son çağırıdır… (HİA/AS)
Kaynaklar: Bakunin’den Lacan’a (Saul Newman), Ezilenlerin Pedagojisi (Paulo Freire), Devlet ve Anarşi (Mihail Bakunin), Hapishanenin Doğuşu (Michael Foucault), Biricik ve Mülkiyeti (Max Stirner), Deleuze&Guattari (Phillip Goodchild)