Başbakan, konuşmasında “17 Aralık'tan bu güne kadar devletin kurumları içinde nasıl bir çap kurulduğu, nasıl bir örgütsel yapılanmaya gidildiği net olarak ortaya çıktı. Virüs vücuda girmiş, sinsi bir şekilde yerleşmiş, çoğalmış. Bir anda vücudu esir almak üzere harekete geçiyor” sözleri, aklıma “X-Files” dizisini getirdi. Metis’ten çıkan Renata Salecl de “Kaygı Üzerine” kitabının önsözünde bu TV dizisinden örnek vererek, devletlerin kaygı üreterek kitleleri nasıl yönlendirdiğini anlatıyordu.
Dizinin bölümlerinden birisinde, Scully, kafasına uzaylılar tarafından çip yerleştirildiğini öğrenmişti. Ama çipi çıkarınca da vücudunu hızla kanser hücreleri sarmış, tekrar sağlıklı olmak için çipi yeniden yerine koymak zorunda kalmıştı.
İktidarın yaşadığı çelişkiye benzeyen bir durum. O çipi çıkarmaya çalıştıkça, etrafını yolsuzluk soruşturmaları, ses kayıtları sarıyor, kanser, iktidarın vücuduna hızla yayılıyor. Ama çipi yerine takması da zor görünüyor bu şartlar altında, çünkü başlayan bu ameliyatı durdurup geriye alması için zaman yok, seçim yaklaşıyor ve uzlaşılacak meseleler de oldukça karmaşık.
Hesaplanamayan değişken
Aslında böyle bir ameliyat hazırlığının olduğu, Cemaat ile yaşanan önceki krizlerden belliydi. Hesaplayamadıkları şey Gezi’ydi ve Gezi’den sonra iktidardaki var olan çatlakların bir yarılmaya dönüşeceğini anlayıp vakit kaybetmeden, planladıkları ameliyatı erkene aldılar. Sahip oldukları olanakların, seçimden evvel bu meseleyi çözmeye yeteceğini, Gezi’yi de yalan ve iftiralarla yarattıkları korkuya dayalı kampanyalarında kullanarak Cemaat’in kitlesini muhafazakârlık şemsiyesi altında toplayabileceklerini hesaplamışlardı belki, ama olaylar bekledikleri gibi gelişmedi. Nasıl kötü huylu kanserli bölgeye bıçak vurulur ve kanser o bölgeden bütün vücuda yayılırsa, dershanelere yönelik operasyonun da benzer bir sonucu oldu.
Cemaat, dünyanın pek çok yerindeki okulları ve yatırımlarıyla, hükümet gibi dışa kapalı bir yapı değil. Bu yüzden Gezi sonrası izlediği stratejide bir değişikliğe gitmiş gibi görünüyor. Bu strateji değişikliğinde, ABD’nin etkisi de olmuş olabilir, neden olmasın. Diğer üçüncü dünya ülkeleri gibi, Türkiye’de de ABD’nin iktidara oynayan ya da iktidarda olan her güçle ilişkisi olduğu bilinen bir şey.
Hükümet, bir yandan da Cemaat’in bu kadar güçlü direnç gösterebileceğini de ummuyordu muhtemelen, çünkü Cemaat genellikle iktidarlarla uyumlu olmaya çalışan bir yaklaşım içinde olmuştu bugüne kadar. Eskiden uyumluydu belki, çünkü bu kadar güçlü değildi, iktidar ortağı olarak geçen bu yıllar içinde, etki alanını ve kadrolaşmasını doğal olarak epeyce geliştirdi. Şimdi hükümetin paralel devlet diyerek şikayet ettiği yapı, aslında yaşanan iktidar değişiminden sonraki devletin kendisi, oluşan yeni yüzünden başka bir şey değil. Aslında yeni bir yüz demek de doğru değil, daha çok estetik cerrahi ile eski yüzün değiştirilmiş bir hâli. Çünkü 12 Eylül’den yadigâr bütün kurumların varlığını ve anlayışını güçlenerek sürdürdüğü, iktidar partisinin kurucu bir parti gibi davranarak, sosyo-ekonomik ve kültürel yapıyı dolaylı ya da doğrudan müdahalelerle dönüştürmeye çalıştığı bir dönem yaşadık, yaşıyoruz.
Hükümet, aynaya bakıp kendi yüzünü görmek isterken, hemen arkasında, ortak düşmana karşı kendisiyle eşgüdümlü hareket ettiği için, uzun süre fark edemediği başka bir yüzle karşılaşmanın şaşkınlığı yaşıyor…
Bülent Arınç’ın mağduriyet havası vermek için sık sık dile getirdiği “Çok safmışız” itirafı, aslında bu şaşkınlığın itirafından başka bir şey değil... Sorun şu ki, bu şaşkınlık, iktidarın Gezi yüzünden gerilmiş sinirlerini daha da bozup agresifleştirdi ve bu agresifleşme, yapmak istediği ameliyatta neşteri kontrol edebilmesini güçleştiriyor, çünkü devletin kendi kendisiyle mücadele ettiği bir iktidar savaşı yaşanıyor bugün. Belki de bu yüzden, güçten düşmüş eski muktedirlere dolaylı da olsa selam göndererek, Cemaat’e ellerinde başka kartlar olduğu imasında bulunmak istediler, orduya kumpas kuruldu vb açıklamalarla.
Siyasetsizlik
Her tür komplo teorisini kaldırabilecek bir iktidar savaşı yoğunluğu yaşandığı için, pek çok ihtimal sıralanabilir. Ama yaşanan bu savaşın nirengi noktası yaygın medyada görmezden geliniyor, bildik sebeplerden dolayı. O da Kürt sorunu ve “çözüm süreci” ...
Nuray Mert ve başka yazarlar, bu meseleyle ilgili olarak Kürt hareketine fazlaca yükleniyor, hükümetten ümitlerini kestikleri için. Nuray Mert’in iktidarın koşulsuz biçimde yalnız bırakılması gerektiği görüşüne katılmak zor, çünkü Abdullah Öcalan’ın yaptığı açıklamalar, Cemaat’e dair kuşkuları, özellikle Paris suikastıyla ilgili ortaya çıkan gelişmelerden sonra artırmış durumda. Her şeye rağmen, Selahattin Demirtaş’ın yolsuzluklara ve iktidarın anti-demokratik yönelimlerine karşı yaptığı açıklamalar ve BDP’nin yürüttüğü politika da aslında çok net.
Çözüm süreci uğruna iktidarın yolsuzluklarını ve hatalarını görmezden gelmeseler de, Cemaat’in bu operasyonları yapış tarzı ve hedefine dair doğal olarak derin bir kuşku yaşadıkları da bir gerçek. Kuşkulanılmasın mı? Büyük bedeller ödenerek gelinmiş bu aşamada, her şeyden vazgeçebilmek o kadar kolay değil. Çözüm sürecine dair iktidarın üzerinde basınç uygulayıp, anti-demokratik önlemler alması yerine, siyaset yapmaya zorlamak, şu aşamada en akılcı yol gibi gözüküyor. Çünkü yaşanan bu sorunlar, siyasetsizlikle ilişkili. Ama yapılan eleştirilerin haklı olduğu bir nokta da var, iktidar partisinin uzun zamandır kendini siyasi bir parti olarak değil, devletin kendisi gibi görmesi ve siyaset yapma arzusu duymaması…
DNA'yı değiştiren virüs
Hani Başbakan “virüs vücuda girmiş, sinsi bir şekilde yerleşmiş, çoğalmış” diyordu ya. X-Files dizisindeki bölümlerden birisinde Scully, bir oğlan çocuğunun cesedinden aldığı dokuyu incelediğinde, virüsün çocuğun DNA’sını değiştirdiğini farkediyor. Sonra anlıyor ki, o virüs, dünyadaki tüm insanların DNA’sını değiştirmiş, herkes gerçekte uzaylı olup çıkmış…
İktidar virüsünün benzer bir mutasyona neden olduğunu ve ürettiği siyasetsizliğin bir bataklığa dönüştüğünü izliyoruz hep birlikte. Gezi’den sonra, her koşula uyum sağlayan iktidar virüsünün zayıflaması, halk erklenip güçlendikçe, serum niyetine bu ülkenin damarlarında siyasetin dolaşıma girmesini de mümkün hâle getiriyor. Bu virüsün tehdidi altında olan doğa ve kültürün kurtulma şansı, iktidarın bağışıklık sistemini güçlendirmemesi sayesinde olacak. Bu yüzden en kritik zamanlardan birisini yaşıyoruz, iktidar, virüs yüzünden çıkan ateşiyle, halüsinasyonlara benzeyen komplo teorileri üreterek, halktaki kaygı eşiğini yükseltip virüsü güçlendirecek aşılar yapma derdinde.
Anti-demokratik aşıların, siyaseti komaya sokacağını görmezden gelmek, virüsü yok etmeye çalışırken vücudun kendisini de yok edebilir. Yok olsa ne çıkar, vücudun kendisi de gerçekte bir virüs diye düşünebilirsiniz elbette. Çok haksız da sayılmazsınız. Ama Gezi’de yaşadığımız sivil itaatsizlik ve pasif direniş, yıkmaktan çok dönüştürme isteğinin bir sonucuydu. Yoksa her şeyi kırıp dökmeyi seçerdi insanlar, tersine çöpleri topladılar, önyargıları yıkmakla uğraştılar, diyalogtan yana oldular hep.
Şimdi yapılması gereken şey de, iktidar virüsünü güçlendirecek her politikaya, hamleye karşı, daha fazla özgürlük için ortak yaşam alanları üzerinden ortak akıl ve siyaset üretme çabası içinde olmak. Yoksa hepimizin DNA’sını değiştirecekler, kefen giyip dolaşmaya başlayacağız… (BU/HK)