Fotoğraf: AA
Cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinin yaklaştığı bu günlerde Erdoğan Alevileri tekrar ‘hatırladı’.
Hatırladı derken Erdoğan, Alevileri seçim aparatı haline getirebilir miyim derdinde. Erdoğan bunun boşuna bir çaba olduğunu bilmesine rağmen, bir yandan toplumdaki sorunları çözme pozisyonu takınarak bir meşruiyet alanı genişletmek, bir yandan da bir kısım Alevileri de muhalefetten uzak tutabilir miyim amacını taşımakta.
Seçim taktiklerinden biri olan bu amaç doğrultusunda Erdoğan, 8 Ağustos tarihinde Ankara’daki Hüseyin Gazi Cemevini ziyaret etti. 6 Ekim tarihinde ise Kadıköy’de bulunan Şahkulu Sultan Cemevini ziyaret etti.
Şahkulu ziyaretinde Erdoğan “Kültür ve Turizm Bakanlığımız kendi bünyesinde kuracağımız Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı, muhtarlıklara, derneklere, belediyelere, federasyonlara bağlı cemevlerinin, tamamının yönetimini yürütecektir… Cemevi hizmetlerinden eğitim faaliyetlerine kadar tüm çalışmalar bu kurumsal yapı altında kamu güvencesi desteği ve denetimiyle yürütülecektir.” Diyerek, Alevilerin sorunun böylece çözüleceğini ifade etti.
Çözüm diye öne sürülen bu bakış tarzı tam da devletin Alevilere ilişkin politik tutumunun genel karakteristiğini özetliyor; ‘seni de ben belirlerim’.
Daha düne kadar Alevi kimliğini yok sayan ve onu ötekileştiren devlet politikasının bugün geldiği aşamada devlet, Aleviliğin inanç kısmını yine inkâr ederken onu bir kültürel kimliğe indirgiyor. Elbette her inancın bir de kültürel boyutu vardır. Ancak bundan devlete ne?
Erdoğan çözüm diye ileri sürdüğü bu müdürlük işiyle Alevlerin ağzına bir parmak bal çalıyor.
Her bal tatlı değildir. Zehirli özellikteki bu balın tadına kanmış olan bazı Aleviler ise, Erdoğan’ın bu açıklamasını alkışlıyor. Bunlardan biri de yaptığı açıklamada Alevilerin 100 yıldır çözümlenmemiş sorunları olduğunu, bu vesileyle çözüme kavuşturulmasından memnuniyet duyacaklarını vaaz ediyor.
Bu 100 yıl sözü önemli. Alevilerin sorunlarının 100 yıldır çözümlenmemiş olduğunu söylemek, sorunun Cumhuriyet tarihine aitmiş algısına yol açıyor. Bu ifadeyi Cumhuriyete saldırmanın fırsatı olarak gören iktidar medyası bu 100 yıl sözünü öne çıkararak, sorunu Cumhuriyete yıkmanın şehvetiyle Erdoğan’ın harika bir çözüm önerdiğinden bahisle Alevilik üzerine çalakalem, bilgiçlik taslayan yazılar döktürüyor.
Öncelikle belirtelim, Alevilik sorunu Cumhuriyetten çok önceleri Selçuklu ve Osmanlı döneminde beri temel bir toplumsal kimlik sorunu olarak devam edegeldi. Cumhuriyete intikal eden bu sorunu Cumhuriyet de çözmedi, çözmek de istemedi. Çünkü Alevi kimliğinin sorunlarının çözümü, toplumdaki başka kimlik sorunlarının çözümünü de içeren bir yapısallığa sahip. Bir diğer deyişle bu sorunun çözümü hem laikliğin hem de demokratikleşmenin bir gereğidir. Cumhuriyet devleti ise bu iki kavramı kâğıt üzerinde kullanan ancak bunları uygulamamak için ayak direten bir yapıya sahip.
Cumhuriyetin modernleşme projesi Alevilere bir bakıma küçük de olsa bir nefes aldırdı. Doğru ya da yanlış, cemevlerinde Atatürk fotoğrafının bulunmasının sebebi budur. Bir diğer sebep ise, ötekileştirilmiş ve ezilmiş bu kesimin Sünni İslam egemenliği karşısında kurucu önderin resmini asarak bir meşruiyet oluşturma kaygısıdır.
Ancak ne acıdır ki aynı Cumhuriyet hem Alevi kimliğini tanımadı hem Tekke ve Zaviyeleri kapatma yasası gereğince Alevilerin (Ve kimi sivil, devlete uzak inanç gruplarının) inanç ritüellerini yasakladı. Üstelik yakın dönemlerde Alevilere kan kusturan eylemlerin de önünü açtı!
Yeri gelmişken bir parantez açmak durumundayım. 3 Mart 1924 tarihli yasayla kurulan Diyanet ve 30 Kasım 1925 tarihinde yürürlüğe giren Tekke ve zaviyelerin kapatılmasının gerçek amacı, devletin Türk-Sünni Müslüman tekçiliğinin ikamesi içindir.
Osmanlı’daki Şeyhülislamlık kurumunun ilgası yerine devletin bünyesinde Diyanet’in kurulmasıyla Türk-İslam sentezi paradigmasının omurgası oluşturuldu. Bu yasa, laik olduğu iddiasındaki devletin laik olamayacağı gerçeğinin ifadesidir. Bu yasa Diyanet kurumu yoluyla Türk-Sünni İslam’ın dışında hatta çeperinde kalan tüm inançların yok sayılmasının, ötekileştirilmesinin ve gerektikçe asimilasyonunun yolunu açmıştır.
Tekke ve Zaviyelerin kapatılmasına dair yasa ile, Hacı Bektaş Veli Dergâhı da kapatılmıştır. Bugün bile burası bir dergâh değil, Kültür Bakanlığına bağlı bir müze statüsündedir.
Bu yasanın bir benzerini II. Mahmut Yeniçeri Ocağı’nı kaldırdığı dönemde uygulamıştır. Bektaşi dergahlar kapatılmış, kimilerine Nakşi şeyhleri atanmış, kimi dergahlara cami yapılmıştır. Örneğin Hacı Bektaş dergahındaki cami, II. Mahmut’un 1827 tarihli fermanı gereğince 1834 yılında devlet tarafından inşa ettirilmiştir.
Alevi kuruluşlarının tepkisi
Erdoğan’ın açıklamaları karşısında bir kısım ‘beyaz Türk Alevileri’ Diyanete tanınan haklardan Alevi dedelerine ve cemevlerine de tanınmasını istiyorlar. Böylece bir yandan Diyanet kurumunun meşrulaştırılmasına su taşıyorlar bir yandan da bir sivil yapı olan Aleviliği devlet dairesine tıkmak istiyorlar.
Öteden beri devletçi olan bu az sayıdaki Alevi kişilerin Kültür Bakanlığında kurulacak olan müdürlüğe sevinerek Erdoğan’ı alkışlamaları bundandır.
Erdoğan’ın çözüm önerisi adı altındaki asimilasyon politikasına birçok Alevi kuruluşu tepki gösterdi.
Bu kuruluşlardan Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Genel Başkanı Cuma Erçe ve Alevi Dernekleri Federasyonu Genel Başkanı Celal Fırat “Cemevi tadilatı yaptık', 'şu kadar cemevi yaptık', 'cemevi temeli attık' gibi söylemler onur kırıcıdır. Diyanet işlerinin bütçesinin yedi bakanlıktan daha fazla olduğunu bilmiyor muyuz? Buraya aktarılan bütçenin bizim vergilerimizden aktarıldığını bilmiyor muyuz? Yapılan yüzbinlerce camiden buralara aktarılan paralardan söz edilmezken, neden birkaç cemevinin tadilatı konuşuluyor.
"Bizler, eşit yurttaşlık talebimizden, zorunlu din dersinin kaldırılmasından, diyanet işleri başkanlığının lağvedilmesinden, Madımak Otelinin utanç müze yapılmasından, uğradığımız tüm katliamlarla yüzleşilmesi taleplerimizden vazgeçmeyiz.” Diyerek tepkilerini ifade ettiler.
Aleviler Erdoğan’ın önerilerini kabul etmediler ve bu tür girişimleri seçimler öncesinde Erdoğan’ın birer basit taktik adımı olarak gördüler.
Bırakın Alevilerin yakasını
12 Eylül darbesinde Alevi köylerine cami yapılması dayatıldı. Devlet Türk-İslam sentezi anlayışını toplumun her alanına daha keskin bir uygulama yoluyla sivil alanı tamamen devletin tahakkümü altına almaya çalıştı; zorunlu din dersleri, Diyanet kurumunun büyütülmesi, militarist ve Sünni İslamcı anlayışın eğitimden medyaya kadar yaygınlaştırılarak yüceltilmesi vb.
Kentlere göçün artmasıyla birlikte Alevi asimilasyonu daha bir hız kazandı. Asimilasyon taarruzu iki nokta üzerinden yapılıyor: Aleviler öz Türklerdir ve Aleviler Hz. Ali’ye bağlı Müslümanlardır.
Erdoğan’ın, "Alevilik Hz. Ali'yi sevmek değil mi? Alevi Müslüman değil mi? Sünni de Müslüman. Eğer Alevilik Hz. Ali'yi sevmekse, ben dört dörtlük bir Aleviyim.” Demesi, Aleviliğin Sünni İslam dairesi doğrultusundaki asimilasyonunun asıl hattını göstermektedir.
Daha düne kadar Alevilere olmadık hakaret ve iftiralarda bulunanlar, Alevi gerçekliğinin kendini ifade etmesi karşısında bu kez de Alevilere kendi Türklük ve İslam anlayışını şırınga etmeye çalışıyorlar.
Devlet bu iki nokta üzerinden Alevileri tanımlıyor.
Öyledir ya da böyledir; devlet hangi hakla etnik, din, inanç, kültür, etnik kimlikleri tanımlıyor? Tanımlamakla yetinmiyor, bir de bunu benim dediğim gibi yaşayacaksınız diye dayatıyor!
Kim kendini nasıl tanımlıyorsa tanımlasın, bundan devlete ne!
Alevilik inançmış, kültürmüş, cemevleri ibadet yeriymiş veya değilmiş, Ali’li veya Ali’siz Alevilikmiş, bütün bunlardan devlete ne?
Bir demokratik devlet bütün din ve inançlara eşit mesafede durur ve onların ibadet özgürlüğünü ve güvenliğini sağlamakla sorumludur. Devlet inanmayanların da haklarını korumakla sorumludur.
Bütün mesele eşit yurttaşlık ve insan hakları hukukunun uygulanmasıdır.
Sorun neden çözülmek istenmiyor?
Ülkedeki kimlikler sorunu iktidarlar tarafından, tekçi ve antidemokratik devlet zihniyetinin devamı için kullanışlı birer aparat olarak görüldüler. Toplumda kimlik çatışmaları yoluyla özellikle sınıfsal sorunların üstü örtülmeye çalışılıyor. Kimlik sorunlarını çözmek yerine, tersine, sorunları çatışma yönünde körükleyenler soygunun, yolsuzluğun, adaletsizliğin önüne perde çekiyorlar.
Toplumdaki kimlik çatışmaları yalnızca egemenlere yaramaktadır. Kimlik çatışmalarının kaynağı toplum değil, devlettir. Devlet ne Alevilere ne de diğer kimliklere gölge etmesin!
Toplumda ortak değerler sistemini ve toplumsal moraliteyi oluşturmanın yolu, kimlikçilik bataklığına düşmeden kimlik sorunlarının eşit yurttaşlık temelinde çözümünden ve demokratikleşmeden geçer.
Bu amacın dışında atılan her türlü adım “mış” gibi yapılan art niyetli girişimlerdir. (HŞ/AS)