Tarihi bir döngü hareketi gibi görenlerin “tarih tekerrürden ibarettir” cümlesinin iler tutar bir yanı yok. Tarihin kendini tekrar etmesi ile tarihte, farklı zaman ve mekân dilimlerinde benzeşen olayların yaşanmış olması, iki ayrı durumu ifade eder. Dolayısıyla tarihin öznesi olan insanın ve onun iktidarının, farklı toplum yapılarında da olsa benzeşen siyasetler, davranışlar göstermesi mümkündür. Örneğin tarihte birçok devletin kendini koruma yöntemleri birbirlerine benzeşen özellikler gösterir. Gizli polis güçleri, ajanlıklar, basını kullanmalar, provokatörlük faaliyetleri, devlet şiddetini kullanma biçimleri, yargıyı yönlendirmeler vb.
Bu anlamda benzeşen iki olaydan söz edeceğim.
AKP iktidarının kendilerini dev aynasında görenleri tarafından Şam’da namaz kılma hayallerinin devam ettiği günlerinde, iktidar cenahının şahinler kanadının gizli bir görüşmesinin ses kaydı sızmıştı. Görüşmenin içeriği, içi kirli sıvı dolu bir poşetin yüksek bir yerden yola atılarak patlayıp içindeki kirli sıvının etrafa dağılması gibiydi.
Ses kaydında Hakan Fidan'a ait olduğu öne sürülen seste "Gerekirse Suriye'ye dört adam gönderirim. Türkiye'ye 8 füze attırarak savaş gerekçesi üretirim, Süleyman Şah Türbesi’ne de saldırtırız" dediği iddia ediliyor.
Görüşmenin taraflarından olan Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Yaşar Güler'in ise, "Direk savaş sebebi yani yapacağımız iş direk savaş sebebi" dediği öne sürülüyor.
Bir de bugünlerde İslamcı basın camiasında devlete ajanlık yapan İslamcı kalemlerden söz ediliyor. Ali Bulaç’ın başlattığı tartışma Ekrem Dumanlı, Mümtazer Türköne, Altan Tan ile devam ediyor. HDP milletvekili Altan Tan, “İslamcı yazarların ve Kürt siyasetinde yer alanların yarısı devletin adamıdır” diyerek çarpıcı bir ifade kullandı. Bakalım tartışmanın sonu bir yere varacak mı? (Gündem değiştiği için, bu tartışma devam etmedi.)
Bu iki olay bana, Pierre Lorrain’ın “Romanovlar Bir Hanedanın Sonu”* kitabını okuduğumda, iktidarların ‘değişmez’ uygulamalarını bir kez daha hatırlattı.
Monarşiler ve özellikle aristokrasi ilgimi çeken konulardandır. Kitabı biraz da bu yüzden okudum. Bunda Tolstoy’un “Savaş ve Barış” romanının önemli bir etkisi var. Romanı için 1865 yılında bir “Önsöz Taslağı” yazan Tolstoy şöyle diyor: “Eserimde sadece prensler, Fransızca konuşan ve yazan kontlar vb. yer alıyor. Bunun inandırıcı ve liberal olmaktan uzak olduğunu biliyorum… o dönemin aristokratlarının yaşamı, o dönemin anıtları… ilgimi çeken ve sevdiğim şeyler.”
Çarlık Rusya’sının son çarı, II. Nikolay 1894’te tahta geçti ve Mart 1917’de (Şubat Devrimi ile birlikte) tahttan indirildi. Çar, karısı, dört kızı ve bir oğlundan oluşan yedi kişilik ailesiyle birlikte aile doktoru, aşçı, çar ve çariçenin yardımcıları toplam 11 kişi Temmuz 1918 yılında, Urallar bölgesindeki Yekaterinburg şehrinde Bolşeviklerce kurşuna dizildi.
Monarşiler (meşruti monarşiler de dâhil) boğazına kadar kana batmışlardır. Modern dönemin iktidarları ulus devletler de, milyonları birbirine boğazlatmakta bunlardan geri kalmamışlardır! Avusturya-Macaristan, Almanya, Rusya, Fransa, Birleşik Krallık, Osmanlı, Japonya…
Bu iktidar kasaplarının başındaki monarklardan bazıları ilginçtir daha ılımlı görünebilmekte. Bunda biraz da iradi zayıflığın etkisi olmakla birlikte, kişi olarak çok katı da değiller. Yazar, böyle bir II. Nikolay portresi çiziyor. Elbette onun bu yapısı, yönetim dönemindeki on binlerce insanın katledilmelerini, Okhrana adlı Rus gizli polis teşkilatının cinayet ve işkencelerini mazur göstermez! Örneğin Padişah Mehmet Reşat her ne kadar İttihatçı kuşatması ve Vahdettin de İngiliz kuşatması altında olsalar da hem zayıflar hem de ılımlılar. Örneğin bu tipler Bonapart’la, Bismarc’la, Wilhem’le, Enver’le karşılaştırılamaz.
1903 yılının sonları. Suikastlar artmış. Rusya’da alttan alta bir devrimci dalganın ayak sesleri hissediliyor. Rusya’da iktidar, devrimci muhalefeti etkisiz kılmanın yollarını arıyor. Rus hükümetinin sertlik yanlısı, Rus milliyetçisi ve Yahudi düşmanı İç İşleri Bakanı Vyaçeslav Plehve, Bompard adlı yetkili birisine, muhalefeti durdurmak için “Şöyle zaferle sonuçlanacak küçük bir savaş” çıkarmak gerektiğini söylüyor. Ve II. Nikolay’ı etki altında bırakmak için de “Rusya süngüyle yaratılmıştır, diplomasiyle değil” diye de ilave ediyor. (Syf. 113)
Rusya, 1904 yılında Japonya’ya savaş ilan ediyor ve 1905 yılında büyük bir yenilgiye uğruyor. 1905 devrimci ayaklanması bastırılmış olsa da, Çarlık monarşisi sonun başlangıcını yaşıyor!
Zaferle sonuçlanacak bir savaş ihtiyacı, bana bu Suriye macerasını atılma hezeyanını hatırlattı. Savaşı muhalefetin bastırılmasının bir aracı olarak kullanmak ve kitleleri din, milliyetçilik, vatan, bayrak adına galeyana getirerek uyutmak, bütün bunların bir toplamı olarak da iktidarı muhafaza etmek; işte iktidarların tarihinin değişmez bir özelliği!
Devletin ajanları hususuna gelince; işte bu Plehve Temmuz 1904 yılında Çar ile görüşmeye giderken Sosyalist Devrimci örgütün Yegor Sazanov adlı bir üyesi tarafından, arabasının altına atılan bir bombanın patlaması sonucu şoförüyle birlikte paramparça oluyor. Şosede büyük bir çukur açılıyor.
Suikastın hazırlayıcısı ise devletin Sosyalist Devrimci örgüte sızdırdığı Evno Azef adlı bir ajanı. Düşünebiliyor musunuz, devletin ajanı, devletin önde gelen bir bakanına suikast hazırlıyor?
Bu da hayatın bir cilvesi!
Evno Azef adlı ajan kendini örgüte daha bir kabul ettirmek, güven kazanmak, ajanlığını daha köklü gizleyebilmek, örgütte yükselmek için eylemde bulunmak zorunda kalıyor. Ve bakanı öldürmek gibi bir eylemin hazırlayıcısı oluyor.
Hani kraldan fazla kralcılar denilir ya…
İşte ajan ve provokatörlerin böyle bir yapısı vardır; daha fazla devrimci, daha fazla milliyetçi, daha fazla İslamcı, daha fazla muhalif vs.
Devlet, ajanlarını başta gizli örgütler olmak üzere toplumsal hayatın hemen her yerine sızdırırlar. Ve kimi toplumlarda yaygın olmak üzere hemen her toplumda gönüllü muhbirler bulunur. Gizli örgütlerin eylemlerini bir de içlerinde Evno Azeflerin olabileceği açısından değerlendirmek gerek.
Bu durum bana biraz da II. Abdülhamit tahttan indirildiğinde Yıldız jurnal arşivinin kimi İttihatçılar tarafından yakılmasını hatırlatıyor. Kim bilir kaç İttihatçı, Abdülhamit’e jurnal veriyor, hafiyelik yapıyordu? Hemen her ülkede her alt üst oluş döneminin tipik olaylarıdır bunlar.
Devletin İslamcı ajanlarını merak etmiyorum. Çünkü ajan olan ile siyasal İslamcı olan, iktidarın konumu açısından benim için fark etmiyor, ikisi de aynı odağın işlevleri farklı uzantıları!
Medya kalemlerine biraz da bu açıdan bakmak gerekiyor. Kim bilir bunların kaçı devletin ajanı, iktidarın finosu, falanın filanın kemik yalayıcısı…
Tarih bu bakımdan sanki bir tekrardan ibaret gibi görünse de, ortada bir tekrar değil, benzeşme söz konusudur.
Çarlık göçeli yüz yıl oldu.
İktidarlar ve devletin yönetme esasları aynı minvalde devam ediyor.
Machiavelli’nin “Prens” kitabı, kimi iktidarlar için hala bir el kitabı özelliğini taşıyor! (HŞ/HK)
* Pierre Lorrain, Romanovlar (Bir Hanedanlığın Sonu), Doğan Kitap, 2000, 261 s.