*Bu yazı ilk olarak Yeni Yaşam gazetesinde "Kadınların Sözü" köşesinde yayınlandı.
21’inci yüzyılda insanlık birçok şeyin teknoloji ve bilimdeki gelişmeler ile çok ileride olacağını tahayyül etse de bu yüzyılı krizler çağı olarak adlandırmak yanlış olmayacak.
Daralan demokrasi alanı, faşist yönetimlerin ve milliyetçiliğin güçlenmesinden doğan siyaset krizleri ve kapitalist sermayenin doğal varlıkları tüketerek çıkardığı ekolojik krizler ile birlikte pandemi krizini de yaşamaktayız.
Çağımızın en büyük krizi olan ve bütün bu krizleri çok daha zor hale getirecek, hem kısa hem orta, uzun vadede geri dönüştürtülemez zararlar verecek olan kriz ise iklim krizidir.
İklim krizi en çok dezavantajlı grupları etkiliyor
İklim değişikliği; bir yöredeki kalıcı hava rejimindeki değişikliklerin on yıl gibi kısa vadede kalıcı olması, dünya üzerinde birçok alanda farklı etkiler yaratarak kararsız aşırı hava olayları, yöresine göre sellerin, kuraklığın, yangınların, tür kayıplarının gerçekleşmesi ile gıda, su, halk sağlığı ve güvenliği gibi problemlerin ortaya çıkmasıdır elbette.
Gezegenin her yerinde hemen şu anda gerçekleşen ve artık durdurulamaz noktaya gelen iklim değişikliği insanlık ve dünya türleri açısından bir kriz haline gelmiştir. Fakat bu kriz sadece bir doğa krizi değildir. Politikadan ekonomiye, sosyal hayata kadar her alanı etkileyen bir kriz. En çok da en dezavantajlı grupları etkileyen bir krizdir. Bu sebeple iklim krizi bir yoksulluk ve sınıf krizidir.
İklim krizi dünya genelinde yoksul halkları ve yoksul sınıfları çok daha zor yaşam koşullarına itiyor. Özellikle gelir uçurumlarının olduğu, hak ve özgürlüklerin kısıtlandığı, sermayenin doğadan daha elzem tutulduğu demokrasi sorunu olan ülkeler, iklim krizini çok daha derin ve çözümsüz yaşıyor.
Bu ülkelerin ortak özellikleri ise merkeziyetçi, liyakatsiz, otoriter, hukuk ve etik açısından muharref olmalarıdır. Diğer ortak özellikleri ise kadın liderliğinin zayıf olması ve kadınların erkek egemen düzenin belirlediği sınırların dışına çıkamamasıdır. İklim krizinin, kriz olarak ilk ilan edildiği 1986 yılından itibaren ilerleyişini incelediğimizde devletlerin bu krizi durdurma adına samimi politikalara çok geç karar verdiklerini görüyoruz.
2021 yılında ve Paris Anlaşması sonrası yeni iklim rejiminde bile bu kararlar samimiyet açısından hala tartışmalıdır. Bu süreçteki karar vericileri incelediğimizde ise karşılaşılan net tablo erkek egemen sistemlerdir. Patriarkal düzen diğer krizlerde olduğu gibi iklim krizinin de baş müsebbibidir.
90’lı yıllar hem kadın hareketi, hem de çevre hareketleri bakımından oldukça hareketli dönemlerdi. Çevre kavramının dışsal bir kavram olmadığı, son derece politik olduğu bu yıllarda gündemleşmiştir. Kadın hareketinde ise özel olanın politikliği ve kadınların bireysel haklarının kritikliği ve mücadelesi bu yıllarda eylemlere dönüştü.
Kadınlar ekoloji mücadelesinde
Bu iki hareketin iç içe dönüşümü bir tesadüf değildir, çünkü her iki mücadelenin de karşısında patriarkal devlet düzenleri vardır. Şeffaf, hesap verilebilir, kapsayıcı ve çoğulcu olmayan anti demokratik yönetimler aynı zamanda erkek egemen yönetimlerdir.
Hem kadın bedenini hem ekolojik varlıkları tüketilebilir bir kaynak olarak gören bu düzen ikisi üzerinde de tahakküm kurma çabasında. Fakat suretleri değişse de günümüze kadar gelen aynı fikriyattaki, giderek faşist bir hal olan bu düzen karşısında ne kadınlar ne ekoloji mücadelesi boyun eğmedi.
Bu düzenin günümüzde dahi ayağına en çok dolanan kadınlar ve çevre mücadelesidir. Kadınların ve ekolojinin kesişimi kadının tıpkı erkek egemen düzenin belirlediği gibi üretkenliği ve fedakârlığı değildir. Bu kesişim mücadele birliğidir. Kadın fedakar ve üretken olmak zorunda değildir. Kadın anne, uysal eş, yuvayı kuran dişi kuş olmak zorunda değildir. Doğa da “ana” değildir. Doğa ekolojik sistemlerin belli bir düzen içinde işlediği bir sistemler bütünü.
Bu sistemdeki varlıklara zarar veren insan çok büyük ve uzun vadeli yıkımlar ile karşılaşacaktır. Doğa intikamcı değildir, ama affetmez de. Patriarkal düzen kadını da ekolojik varlıkları da kendi arzuladığı sınırlar içinde gelişim, büyüme yalanları ile kalıplara sokmak istemektedir. Bu sistem ekolojik varlıkları; kaynak, kadınları; ucuz iş gücü, ev içindeki uysal hizmet sağlayıcılar, doğurganlık kaynağı olarak görmek istiyor.
Yönetilebilir, tüketilebilir, alınıp satılabilir kaynaklar olarak görmektedir. Kadınlar bu tahakkümü en derinden hisseden grupların başında geldiği için ekoloji mücadelesinin ön saflarında da hep cesur kadınları görmekteyiz. Türkiye’deki HES, kömür, maden, rant yapılaşmasına karşı verilen mücadelelerin ön saflarında köyünü, ormanını, deresini korkusuzca savunan her yaştan kadınlar vardır.
Ekoloji mücadelesinin politikleşmesi kadınları şaşırtmamaktadır, çünkü kadınlar politik mücadelenin ne demek olduğunu hayatları boyunca tecrübe etmişlerdir.
Sermayeye istediğin kadar kirlet ama kar et ve zenginleş iznini sınırsızca tanıyan bu düzenin işine makbul olmayan kadınlar yaramadığı için karar verici düzeylerde kadın yöneticileri görememekteyiz. Hala devlet yönetimlerinde, uluslararası kurumların yönetimlerinde kadınlar vitrin olarak bir mor yıkama aracı olarak yerleştiriliyor.
Kadın liderliği
Türkiye’de ise parlamentodaki ve yerel yönetimlerdeki kadın sayılarına bakmak bile bu bilgiyi doğrular. Kürt Özgürlük Hareketi’nin ve sonrasında Halkların Demokratik Partisi’nin siyasette yaptığı kadın devrimi olmasa Türkiye’de siyaset sadece erkeklerin yaptığı bir kavram olarak görülmeye devam edecektir demek hata olmaz.
Kadın liderliği hem doğa düşmanı ataerkil düzeni hem anti demokratik, otoriter siyaseti bitirmek için en önemli gerçek. Pandemi krizi, bunu çok açıkça gösterdi.
Pandemi krizini en iyi yöneten ülkelerin yönetimine bakınca kadın liderleri görmekteyiz. Pandemi krizini en iyi yöneten Avustralya, Finlandiya, İzlanda, Norveç ve Almanya incelendiğinde bu ülkelerin kadın liderliği ile birlikte daha demokratik, kapsayıcı, çoğulcu, eşit, hukukun güçlendiği, adaletin her kesim için daha etkili sağlandığı ülkeler olduğunu görüyoruz.
Ayrıca bu ülkeler iklim krizini de en iyi yöneten ülkelerin başında gelmektedir. İklim krizi ile de, pandemi ile de en iyi kadın liderliğinin güçlü olduğu yönetimler baş etmektedir. Avrupa Birliği’nde ve Amerika Birleşik Devletleri’nde Yeşil Yeni Düzen ile birlikte doğaya saygılı demokratik bir düzen isteyenler yine kadın politikacılardır.
Krizler çağı ile baş etmenin yolu, kadınların eşitliğinden ve karar verici olmasından geçmektedir. Ataerkil düzen dünyaya yeterince zarar verdi ve iklim krizini insanlığa musallat etti. Şimdi bu düzeni değiştirme zamanıdır. Krizler çağı kadın liderliği ile son bulacaktır. İklim krizine kadın liderliği ilaç olacak. (MK/EMK)