Sevgili öğretim üyesi olmak için “yetiştirilen” arkadaşlar,
Geçen gece bizler uyurken, ki binlerceyiz malum, birkaç kişi hayatlarımız hakkında bir karar aldı. Evet, daha önce de almışlardı. Ama muhtemelen çoğumuz “bu imzacıları, solcuları falan hedefliyordur, bize bir şey olmaz” diyerek herhangi bir tepki vermeyi gereksiz bulmuştuk. Şimdi malumunuz, işler değişti epey. Uğruna hayatlarımızın senetlere dönüştürüldüğü akademik uğraşımız, sonu belirsiz bir yolculuğa çıkarıldı. Birkaç gün öncesine kadar ‘güvenceli’ sandığımız her şey artık yok, ‘devlet adamları’ tarafından hemen silinebilir sayılarız artık.
Hayır, ben ideal bildiğim bir yerden konuşmayacağım. Aynı gece mesela Eğitim-Sen’li onlarca akademisyen ve öğretmen arkadaşımız da ‘kamudan çıkarıldı’. Bu artık komik bile değildir çünkü, emin olun, her bir arkadaşımız o hayatlarımız hakkında fermanlar yazan adamlara ‘darbelerle mücadele dersi’ verebilecek niteliktedir. Onların yanında olmak gerektiğinden bahsetmeyeceğim gibi, halihazırda 50-d namlı çalışanlarla beraber mücadele etmek gerektiğinden, TÜBİTAK, MEB gibi bursları kesilmekle tehdit edilen arkadaşlarımızdan da söz etmeyeceğim.
Bunların yerine “Gölgesizler adlı bir film vardır” diyeceğim ve “orada intihar eden bir muhtar ve bu intiharı bize ‘açıklayan’ bekçi”den sözedeceğim:
“Devletini haddinden fazla sayardı, ondan öldü” der bekçi.
'Nasıl yani?
“Muhtar ilçeye vardı. Burda olanları haber verecekti tek tek, Güvercin’i bildirecekti. Ama devlet kapısı bu, girmesi kolay mı? Günlerce eşikte beklettiler onu. Kapı duvar, odaların suratları duvar…
“Nihayet, ‘gel lan, sen ne istiyorsun?’ dediler. Derken bir odaya vardı. Baktı masada bir adam oturuyor. Yanında üç adam daha var. O adamlar, böyle yanağına fiske atsan kan fışkıracak tipler. ‘Amirim, ben… şey’ dedi, ‘Şey arz edecektim, Güvercin var bizim köyde, o kayboldu da.’
‘Kim lan güvercin’ dediler, ‘Kuş mu lan’ dediler.
“Bu, ‘amirim, o bizim köyün en güzel kızı’ deyince, raflarda böyle kalın defterler var, onları indirdiler. ‘Köyün en güzel kızı ha, köyün en güzel kızı… köyün en güzel kızı… al sana köyün en güzel kızı!”.
“Muhtar baktı, orda hepimizin ismi cismi, soyu sopu arasında yazılmış ufacık bir satır: Gü-ver-cin… Ana adı, baba adı, doğum tarihi…
“O zaman anladı ki devletin gözünde varımız yoğumuz o satır. Yerin aha şu pire gözü kadar, busun sen”
İşte bizim de ahvalimiz tam olarak budur aslında.
Siz bir hayat yaşıyorum diye düşünürsünüz, ama birileri sizi ‘iki satır’dan ibaret yapar. Ve bu sayılardan, satırlardan ibaret olmadığımızı onlara hatırlatmadığımız sürece, üzerimizin çizilip çizilmediğinin de bir önemi olmaz aslında. Ömrümüz boyunca sıramızı beklemek, eşikteki korkuyla yaşamak zorunda kalırız.
Başka satırlardan, bir haksızlık nereden ve kime ise ona karşı durmaktan daha sonra konuşuruz belki. Zaten şimdi çoğumuzun bunları işitecek kadar ‘sakin’ olmadığı da ortada. Şimdilik sadece şuna çalışmakta fayda var sanki: Üstü çizilen bizim hayatlarımızdır!
(SG/HK)