Yıldızlara uğurladığımız Muzaffer İzgü (d.1933), Türkiye’de mizah öykücülüğünün en önemli ustalarından. Bu yazıda, ustanın iki öykü kitabına bir göz atıyoruz.
Bir Namussuz Aranıyor (1990)
‘Devletin Resmi Ayısı’nda İzgü, siyasetçileri ince ince yeriyor. Sorularla ilerleyen öykü, betimlemeyle başlayıp eşli konuşmalarla (diyalog) toplumun panaromasını sunuyor. Peki devletin ayısı kaçarsa ne olur? Bu, bu sorunun öyküsü...
‘Robinson'un Anıları’nda siyasal partiler ve seçim sistemi eleştiriliyor.
‘Rüzgara Karşı Altı Metre İşeyen Adam’da eleştiri okları az gelişmişliğe, bağımlılığa, sömürgeliğe yöneliyor. Çok başarılı bir anti-emperyalist taşlama...
‘Haberler’de toplumsal eleştiri dozu düşük; güldürü öğesi, daha çok, bozuk bir televizyondan ileri geliyor.
‘İmdat, Kurtarın Bizi!’, ‘Sülüklerden Özür Dilerim’ ve ‘Eşekler’de işkenceye mizahla yaklaşılıyor. Kimi zaman güldürmüyor, hüzünlendiriyor. ‘Üniversite Polisi’ ve ‘Eski Bir Polisin Anıları’nda ise polislik mesleği mizaha konu ediliyor.
‘Bir Namussuz Aranıyor’un çok eğlenceli bir girişi var:
“Bir varmış bir yokmuş, bir ülke varmış. Ülkenin bireyleri öyle namuslu, öyle namuslularmış ki, koskoca ülkede ilaç için olsun bir tek namussuz yokmuş.
İşte bu ülkede öğretmenler öğrencilerine, büyükler küçüklerine namusu bir türlü tanımlayamıyorlarmış.
Ah ah, ortada bir namussuz bulunacak ki, o namussuza bakaraktan namussuzun ne olduğunu tanımlayacaksın.” (İzgü, 1990, s.83)
‘Güzel Şebboy’ bir kayıp öyküsü; güldürüyor ama toplumsal eleştiri yönü yok.
‘Konuksever Köy’de, her tür yabancı malın bulunduğu, yurtdışında hiç çalışanı olmayan köyün gizemi anlatılıyor.
‘Yemek Ressamı’nda anlatıcı, eşinin nasıl ‘yemek ressamı’ olduğunu anlatıyor, güldürüyor.
‘Belediye Otobüsünde Kitap Okudum’, otobüste kitap okumanın zorluklarına odaklanıyor. Otobüste, kitap okumanın adeta suç olduğu gülünç bir ortam oluşacaktır.
‘Mühürcübaşı Osman Bey’de bürokraside gecikme ve “bugün git yarın gel” zihniyeti eleştiriliyor.
‘Benim Dedeeem Ki!’de, bir gün dededen kalma bir sandıktan madalyalar çıkar. Hane halkı, bu olaydan hareketle, dedelerini, dolayısıyla kendilerini abarttıkça abartacaktır.
‘Beş Yıldızlı Mandıra’, turizmden zenginleyen sonradan görmeleri hicvediyor.
‘Özel Plajlı Deniz Sitesi’nde mütaahhitlerin kâr hırsıyla evleri kalitesiz yapmaları ve tatilcilerin vurdumduymazlıkları ve görgüsüzlükleri eleştiriliyor.
‘Dört Dil Bilen Ayı’ ben diliyle bir ayının gözünden anlatılıyor.
‘İki Sarhoş’, sarhoşların hesap ödeme macerasıyla başlayıp eğlenceli sohbetleriyle devam eden bir öykü...
‘Yazık Oldu Osman'a!’ adlı öyküde, Roman bir öğrencinin (Osman Çakar) velisi olarak amcasıyla öğretmeni arasındaki eşli konuşmalara (diyalog) tanık oluyoruz. Bu konuşmalarla Osman’ın yaşamının ayrıntılarına girmiş oluyoruz.
‘Çifte Bayram’da, Abdi’nin çocukluktan başlayarak yaşamı konu ediliyor. Bu, bir ‘abayı yakma’ öyküsü...
Azrail Nasıl Rüşvet Yedi?
Fişlenmeyi ve izlenmeyi mizahlayan ‘Göz Önündeki Uzun Hidayet’ öyküsü eğlenceli bir biçimde açılıyor:
“İşyeri açamayız, gerekli okullar açamayız, sosyal konutlar açamayız, yollar açamayız, ama bu ülkede nedense bol bol dosya açarız.(...) Maliyede dosya açılır, tapuda dosya açılır, okulda dosya açılır, sonunda öyle alışır ki insanoğlu, bu kez kendi evinde dosyalar açmaya başlar.” (İzgü, 1986, s.7)
‘Rambo Conan Kim Oluyormuş?’ adlı öyküde, çoksatan yazarlar alaya alınıyor; işkence mizahlanıyor.
‘Birinci Gelen Öcü...’nün ilk yarısında batıl inançlar, ikinci yarısında işkence eleştiriliyor.
Üçüncü tekilden anlatılan ‘Soruşturma’da, soruşturma havası, başkişi olan Zihni Bey’de paranoyaya yol açar. Elbette “paranoyak olması, takip edilmediği anlamına gelmeyecektir.”
‘Azrail Nasıl Rüşvet Yedi?’ adlı öyküde ölümün amansızlığı anlatılıyor ve anlatı sürprizli bir biçimde iş cinayetlerine bağlanıp acı acı güldürüyor.
‘Pipo Sever Dostumuz’da, ‘Soruşturma’ya benzer bir biçimde paranoya konu ediliyor.
‘Apollon'un Şeyi’nde, bir komiserin antik bir heykelin kayıp parçasını arama öyküsü, baştan sona güldürüyor.
‘Vatandaşlık Onayı’nda, Demirel’in partilileri başta olmak üzere siyasetçilerin boş vaatleri kara kara mizahlanıyor.
‘Sarı İsmail’de köyde geçen zorbalık konu ediliyor.
‘Temel Atma’da, bir bucağa temeli atılıp bir türlü yapılmayan fabrikalar mizahlanıyor.
‘Kasabaya Bir Kız Geldi’de, başkişi, kasabanın mal müdürü. Müdür, televizyon bile çekmeyen yalıtılmış kasabaya gelen kızın eniştesidir. Güzel kız, bütün kasaba erkeklerini kendinden geçirecektir.
‘Benim Sevgili Öğretmenim’de velilerin Veli öğretmeni müdüre şikayet edişlerine tanık oluyoruz. Şikayetlerin aslı astarı var mıdır, sonunda öğrenir. Bu, diğerlerine göre zayıf bir öykü.
‘Öğretmenler Günü’nde ‘yılın öğretmeni’ seçilen, ancak İzgü’ye göre bunu hak etmeyen öğretmenler konu eleştiriliyor. Daha sonra 4-A’nın nasıl ‘Yılın Sınıfı’ seçildiği öyküleniyor.
‘Hainlere Ölüm’de bir çocuk gözüyle devletin yıkılma paranoyası üzerinde duruluyor.
‘Ne Sihirdir Ne Keramet’ öyküsü, bir sihirbazın ağzından ustasına hitaben yazılmış. Sihirbazlık, başkişiye göre artık çoktan ölmüştür; çünkü dışarıda siyasetçiler ve toplumun ileri gelenleri, çok daha iyi göz boyayıcılığı, çok daha iyi hokkabazlık yapmaktadır.
‘Kaç Deli İstersin’de mahallelilerin delirme süreci anlatılıyor.
‘Hovarda Memur’da okul arkadaşları yıllar sonra karşılaşırlar. Biri okumuş ‘büyük adam’ olmuş; diğeri okumayıp küçük bir memuriyette kalmıştır. Fakat daha sonra, aslında okumamış adamın okumuştan daha varlıklı olduğu ortaya çıkacaktır.
‘Sıcak Aile Yuvası’nda başkişi devlet dairesini evine çeviren yeni atanan bir memur.
‘Uyku İlacı’nda başkişi uzun süredir uyuyamamaktadır. Hiçbirşey fayda etmez. Çare ise, aynı illeti çekip iyileşmiş bir arkadaşının öyküsünde saklıdır.
‘Zam Falı’nda neye zam yapılacağını bir bir saptamak için eski yazılı kitabına bakıp fal bakan ve her keresinde tutturan bir baba baş rolde.
‘İş Buldum’da işsizlik ve iş bulma hayalleri konu ediliyor.
‘Pastırma’ adlı öyküde bir dar gelirli memurun iç konuşmalarıyla alım gücünün düşüklüğü konusu işleniyor.
‘En İyi İlaç’ta başkişi, bir hastalık hastası. Sonunda ilacını bulacaktır.
‘Ülke Yürüyor’da düşük gelirli bir aile, protesto için sokağa çıkıp şehirlerarası bir yürüyüş eyliyor. Bu yürüyüş başkalarına da fikir verecektir.
Sonuç
İzgü, halk öykücülüğünün temsilcisi. Akıcı bir anlatımı var. Sözlü kültüre ve halk diline dayanıyor. Yazılı metinlere asla gönderme yapmıyor. Kısa cümleler kullanıyor. İşlediği konulara geldiğimizde, çok geniş bir yelpazeyle karşılaşıyoruz.
Siyasetin, memurların ve öğretmenlerle öğrencilerin yaşamlarının ötesinde, ‘Beş Yıldızlı Mandıra’, ‘Özel Plajlı Deniz Sitesi’ ve ‘Rambo Conan Kim Oluyormuş’ gibi öykülerde kapitalizm eleştirisi öne çıkıyor. Rüşvet, yolsuzluk, dar gelirlilik, İzgü’nün en çok işlediği konulardan... Siyasi konularda İzgü mizahı, oldukça cesur. Sözünü sakınmıyor, elini taşının altına koyuyor.
Hemen hemen tüm İzgü öykülerinde, toplumsal ve/ya da siyasal eleştiri yönü ağır basıyor. Ama bunu şematik bir biçimde yapmıyor. İzgü’nün bir olayı öyküleştirmekte çok başarılı olduğu anlaşılıyor. Birkaç cümlede anlatılabilecek yaşanmış bir olay, onun elinde dört başı mamur bir öyküye dönüşüyor.
Eski kitaplarında kalmış bu öyküler, daha çok okunmayı ve okutulmayı hak ediyor...
O, nice çocuğun manevi dedesiydi. Öyle de kalacak! Öyküleriyle anımsanacak ve sevilmeye devam edecek!
Devri daim olsun!
Kaynakça
İzgü, Muzaffer (1990). Bir Namussuz Aranıyor. İstanbul: Bilgi Yayınevi.
İzgü, Muzaffer (1986). Azrail Nasıl Rüşvet Yedi? İstanbul: Bilgi Yayınevi.
(UBG/EA)